Eski meslektaşlardan birine rast geldim. Kafasını mı çevirdi, gözümde güneş gözlüğü ve sakallı olduğum için mi tanımakta zorlandı, kendi bilir. Kimsecikler de yoktu etrafta, zoraki merhabalaştık. Hoşbeşten sonra, “biz de mücadeleye devam ediyoruz” dedi. Nerede görev yapıyor, haberim yok. Merak da etmiyorum. Ama “mücadeleye devam”?
Hani bizim uyduruk alaturka kavgalarda masa arkadaşınızı yatıştırırsınız. Böyle gömleğinden iki, üç düğme açık, soluyarak oturur. Boşa bakar, biri, çoğunlukla sevgilisi, “aşkım sen şey etme” diyerek meyhanenin ucuz kolonyalı mendillerini kahramanımızın gıdısına, ensesine sürerek olayı yatıştırmaya çalışır. Sonra arkadaş ayağa fırlar, çoğunlukla yalandan “bırakın beni, onu sinkaf edeceğim” filan diye kapıya yeltenir, belinden, kolundan, omzundan tutar oturtursunuz. Sonra oturduğu yerde sinirden ağlamaya başlar.
Benim de kafam sonradan geldi. “Ulan ne mücadelesi daltaban” diye geri gidip sormak istedim. Ama bu dediğim, gülünesi rastlaşmamızdan saatler sonra, evde kahve içerkendi. Mücadele belli. Malum arkadaş asabi, arkadaş sinirli. Hepimizi azar, aramızdan bazılarını dayak arsızı yaptı. Her şeyin en iyisini o biliyor, en güzel tumbayı da, “bakınız burası çok enteresan”, o çalıyor. Yorulduk be ağabey. Üzerine “yorulan bıraksın” da diyor. Yani “oğlum bak git” demek bu arkadaşa işlemiyor.
“Olm bak git” temizlik işçisi, Kemal Sunal dünyasının insanı. Bizim insanımız, bizden biri halis muhlis. Oysa hepimiz artık Recep İvedik dünyasında yaşatılıyoruz epeydir. Hiç karşı değilim. Recep İvedik eninde sonunda, bize, ne olduğumuza, kime dönüştüğümüze ayna tutuyor. Beğenmeyen bilet alıp gitmez. Merak ettiyseniz, ben hiçbirini bilet alıp seyretmedim. Gelecek Program olarak denk geldiğim fragmanlara herkesle birlikte “lan, ehe ehe...” diye gülmekle yetindim.
Pekiyi güzel insan Kemal Sunal’a ne oldu? Biliyorum mekanı cennettir o ayrı. Aramızdaki Kemal Sunal’ları, bizi biz yapanları diyorum. Taşındılar mı, soyları mı tükendi? Kemal Sunal, ebedi istirahatgahından bugün kafasını kaldırsa bize sürekli ayar veren, bir omuz aşağıda, bir omuz yukarıda gezen arkadaşa ne derdi? Yoksa sadece yüzüne bakıp “ıhıhıhı” diye o özlediğimiz, canımıza sokacağımız İnek Şaban gülüşüyle dişetlerini göstererek gülüp, dalgasını mı geçerdi?
Yani Kemal Sunal “beyaz Türk’tü” öyle mi? Sittin sene memleketin anasını ağlatan “kurulu düzen vesayetini” temsil ediyordu belki. “Yok artık deve” dediğinizi duyar gibi oldum. Bir de Kemal Sunal’ı İtalya’daki “Cinque Stelle” hareketini kuran Beppe Grillo gibi canlandırın şimdi gözünüzde. Hafiften bir can geldi bedene değil mi? Evet, bu ülkenin kurucu değerlerinden habersiz, üçüncü sınıf, kerameti kendinden menkul yerli-yabancı uzmanlara kulaklarınızı tıkayınız siz. Yakında güneşi göreceğiz.
Bütün yediğimiz, yer gibi yaptığımız ayarlar arkadaşın bu korkusundan. Bu yazıyı yazarken benim olduğum yerde, son günlerde yer sarsılıyor sürekli. Bir arkadaşım ayın alevler arasından doğuşunu izlerken birlikte, “biliyorum akılcı gelmeyecek ama aydan oluyor bütün bunlar” dedi. Evet, ay doğuyor. Yer sarsılıyor. Bir Philippe Djian romanında gibi, malum arkadaşı bir yana bırakın, doğa bizi terbiye ediyor. “Korkacaksanız, bir kuru canınız var, benden korkun” diyor.
Kendi saflarını sıklaştırayım derken, giderek bizleri birleştirdi bu arada arkadaş. Biz kimiz? İnsanca yaşamak isteyen herkes. İnsan doğuluyor ama maalesef insanca yaşamak her zaman mümkün olamıyor malumunuz. Arkadaşın korkusu, bizim birbirimize değmemiz, birbirimizle konuşmaya başlamamız kaygısı. Okumuşsunuzdur, Facebook yaptığı yapay zeka denemelerinde, iki programın birbirleriyle insanın anlayamayacağı bir dilde iletişim kurmaya başladığının anlaşılması üzerine, çalışmanın fişini çekmiş.
Güç burada başlıyor çünkü. Konuşmaya başlamakta. Arkadaş da bizim birbirimizle konuşmaya başladığımızı tespit etti. Ama fişimizi çekecek erke sahip de değil. Henüz. Selahattin Demirtaş’ın beyhude yargıç yüzü görmeyi beklediği hücresinden CHP’nin başı çektiği Çanakkale’de 26-30 Ağustos günlerinde düzenlenecek Adalet Kurultayı’na katılım çağrısına mim koyun. Konuşma başladı, herkes için adalet ve özgürlük katarı yola çıkıyor.
Önde basan, çok koşup yardımlaşan, yıldızı olmayıp yıldızın oyuncuların bütünü olduğu, top rakipteyken topu almayı, top ayağındayken rakip kaleyi düşünen bir takım olacak bu sahaya çıkan. Adayı kim bu takımın diye sormayın, o şimdilik önemli değil. Tansu Polatkan olacak yanılmıyorsam, 1980 başlarının unutulmaz Hamburg takımının sağ beki Manfred Kaltz’ın durmaksızın ileri-geri gidişine bakıp “sanki ciğerlerinde orman var sevgili seyirciler” demişti.
Sezen Aksu’yla bağlıyorum, bu Pazar yazısına yakışır sanırım: “Sanki seni boğar gibi/Sanki yeniden doğar gibi/Sanki zaman zaman ölür gibi/Acısını, çilesini çekmediysen” diyor. Öyle işte. Gülümseyin istedim bu Pazar. Yorgun hissediyorsunuz biliyorum. “Yine olmayacak” diyorsunuz biliyorum. “Bırakmayın maçı, asılın, şok presin tam zamanı” diyorum. Bu defa olacak çünkü.