Nisan, Türkiye’nin dış ilişkileri açısından kritik bir ay.
Bugün, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve
Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel Türkiye’yi ziyaret
edecek. 6 Nisan’daki bu ziyaret, Türkiye ile AB’nin “pozitif
gündeminin” bir sonucu: Teknik jargonlar yaratıp bunlar üzerinden
konuşmayı seven AB’de, Türkiye ile “pozitif gündem” moda şimdi de.
Pozitif gündemde de, Türkiye’deki Suriye mültecilere yönelik “Göç
Anlaşması”nın ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi maddeleri var:
Bunlar zaten rutin ve çoktan yapılması gereken şeyler.
Ve tabii, 27-29 Nisan’da Cenevre’de “5+1 Toplantısı” söz konusu:
Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs’ın iki tarafı, garantör ülkelerden biri
de olarak Britanya’nın katılımı ile “gayriresmî” bir toplantı
düzenlenecek. Diğer bir deyişle, “yoklama toplantısı” diyebiliriz.
AB ile görünür gündemde bu konular var: Türkiye’yi ikna edebilmek
için Avrupa tarafından kullanılabilecekler arasında “vize
serbestisi” de var.
Perde arkasındaki gündemde de, Libya’da Avrupa Birliği’nin
istediği olurken, oradaki paralı askerlerin çekilmesi mevzusu var.
Suriye’de İdlib’den Libya’ya nakledilen paralı askerlerin şimdi de
Ukrayna’ya ve orada Rusya karşısındaki fiilî cepheye sürülmesi söz
konusu.
Ankara ziyaretinin hemen öncesinde Libya’ya uçan Charles Michel
“AB, Libya halkı ve yeni yönetiminin yanındadır” derken, ziyaretin
dikkat çektiği “yabancı savaşçıların, istikrar için bir an önce
Libya’yı terk etmesi gerektiği” idi.
ABD’den de aynı mesaj geliyor: Dışişleri Bakanı Anthony Blinken
da bu görüşü daha geçtiğimiz günlerde dile getirmişti. Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin de düzensizlikleri ve ideolojik bagajları ve/veya
maddi odakları nedeniyle çalışmaktan pek haz etmediği Suriye
Savaşı’nın ürettiği paralı askerler, Rusya’nınkilere karşı Donbas
ve diğer noktalara sürülürken, Libya “şimdilik” göreceli bir
çatışmasızlık dengesine oturabilecek. Rusya ile de, bazı konularda
anlaşır veya en azından anlaşır gözüken Türkiye de İdlib, Karabağ
ve Ukrayna’daki çatışmalı noktalarda Moskova ile fiilî zıtlaşma
yaşayacak.
Çok hareketli dengelerden bahsediyoruz: Bugün AB ile pozitif
gündem var. Ama yarın ne olur?
Herhalde Ankara da farkında ki, AB ile pozitif gündemi bugün
mümkün kılan esas güç olan Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in
fazla bir siyasî ömrü kalmadı. Hep vurguladığım gibi, Almanya’da 26
Eylül’de seçimler var. Bu seçimlerle beraber emekli olacak Angela
Merkel’in siyasî mirası da öngörüldüğü kadar parlak bitmeyebilir:
Korona virüsü krizi Almanya’da moralleri bozuyor ve Merkel’in
partisi Hıristiyan Demokratlar’a (CDU) destek düşüyor. Ocak 2021’de
ortalama olarak yüzde 36’lık desteğe sahip olan Hıristiyan
Demokratlar, tam 10 puanlık düşüşle şimdi yüzde 26’lık ortalamada
gidiyorlar. Yeşiller (Die Grünen) ve demokrasi-insan hakları odaklı
İttifak 90’ın (Bündis 90) ortaklığı ise, aynı dönemde yaklaşık 5
puanlık artışla yüzde 22-23’lük ortalama yakaladı. Sosyal Demokrat
(SPD), Ocak-Nisan 2021’de 1,5 puan artışla yüzde 16,5’lık
ortalamada. Aşırı sağ AfD ise, yüzde 10-11 bandında, iniş çıkış
yaşamadan dördüncü parti konumunda. Aynı konum için yarışan bir
diğer parti de ocaktan bu yana 3 puan artışla çıkış ivmesi yaşayan,
yüzde 10’luk desteğe sahip Özgür Demokratlar-Liberal Parti (FDP).
Sol’un en uç yelpazesindeki Die Linke ise, yüzde 8’e yakın
ortalamada. Bu tablo bize, post-Merkel Almanya'sında, Hıristiyan
Demokratlar’ın iktidarın değil yöneticisi, parçası bile
olamayacakları bir görünüm arz ediyor. Yeşiller ve Sol koalisyon
ile muhatap olmak zorunda kalan bir Ankara’nın elinde hiçbir koz
olmaz. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un da Merkel’in
boşluğunu doldururken, Türkiye’ye çok şefkatli davranacağını
söylemek zor. Fransa’daki 2022 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini
etkilemeye çalışmak da ters tepip Macron’un elini güçlendirebilir.
Tabii, başlıca rakibi olacak aşırı sağın şahikası Marine Le Pen’in
kazanması son kertede Türkiye’nin gerçekten ne işine yarar, o da
ayrı mesele.
AB ile herhangi bir pazarlık yapılıp bir şeyler elde edilecekse,
Ankara’nın elinde sadece 6-7 ayı kaldı. Merkel sonrası dönemde,
sadece AB ve Almanya’dan alınabilecekler bakımından değil;
Türkiye’nin içinde olup bitenler bakımından da “yeter ki ucu
Avrupa’ya dokunmasın” politikasının geçerli olmaması da mümkün.
Aynı zaman diliminde, ABD’de Biden yönetimi de dış politika
rotasını tam kalibre etmiş, netleştirmiş ve oturtmaya çalıştığı güç
dengelerinin üzerinden “aksiyona” hazır olacak.
Bu demek ki, Ankara’dan bakınca gündemin hızlanmasının sebebi
şu: İç siyasetin yeniden dizaynından yeni anayasaya, Montrö gibi
temel kurucu anlaşmaların yeniden tanzimine, dış ilişkilerde
yeniden kurgulamaya ne yapılacaksa hızla yapılmak zorunda. HDP’nin
kapanmasından Merkez Bankası’nı domine etmeye, Montrö
tartışmalarına, güvenlik bürokrasisini “el bağlayan unsur” olmaktan
çıkarmaya, Kanal İstanbul projesinin hızlandırılmasına, tüm gündeme
bir de böyle bakmak lazım.
“Mavi Vatan”, şu ana kadar kullanışlı bir doktrindi ama AB ile
müzakere döneminde artık değil. Kanal İstanbul ise, Mısır için
Süveyş Kanalı’nın olduğu gibi bir prestij projesi ve Türkiye
açısından uluslararası ilişkilerde kartları yeniden karacak bir
proje gibi görülüyor. 2023’e kadar seçimlerin veya kamuoyunun neyi
neden nasıl desteklediğinin çok da önemi olacağını düşünmüyorum.
HDP’den sonra dokunulma sırası muhalefete geldiğinde, buna çok da
hazırlıklı olunmadığını şimdiden görüyoruz.
2023’e kadar olan süreçte, şimdiki muhalefet gerçekten de
değişecek: Böyle yarım yamalak değil, tam bir değişiklik
geçirecekler. Yepyeni isimler lider olacak, “zevzek” lafını kendine
simge yaparak hızla eskiyiveren yeni partinin yerini daha yenileri
alacak ve siyasette yeni isimler ön plana çıkacak. Gençler ve
kadınlar da, önlerini kendileri açacaklar. Eskiler, arada sırada
birkaç kelam ve gezileri esnasında psikolojik destek sağlamak
kalıpları dışına çıkamıyor; politika üretemiyorlar. Merkel gibi
Almanya politikasının çınarı bile emekli olurken, Türkiye’de siyasî
hayatı boyunca kalıcı bir şey üretememiş isimler de bir bakacaklar,
son kullanma tarihleri çoktan geçmiş.
Ancak o zamana kadar, siyaset dışlanıp yürütme ve teknokrat
hükümetler dönemi yaşanabilir.