Güncel sanatın hafıza mekanı

Arter’i gezerken çağdaş sanat sahnesinin yaklaşık yirmi yıllık hareketliliği içinde gördüklerimiz ya da duyduklarımızla hafızamızda yer eden sanki bütün işler karşımıza çıkıyor, kendilerini ve izleyicisi olduğumuz hikayeyi hatırlatıyorlar gibi.

Cem Erciyes cemerciyes@hotmail.com

İkinci dalga özel sanat müzelerimizin amiral gemisi Arter önceki hafta yedi sergiyle açıldı. Gerçi onlar kendilerine müze demiyor ama biz yıllardır, yapılan binanın müze olduğunu sandığımızdan belki de Arter’e bundan sonra da müze muamelesi yapmaya devam edeceğiz…

Bir çağdaş sanat müzesi-mekanı olarak hem kendi koleksiyonunu gösteren, hem de Türkiye’de çağdaş sanatın farklı dönemlerden ustalarını öne çıkartan bir sergi toplamı söz konusu. Türk çağdaş sanatının öncüsü sayılan Altan Gürman’ın belki de çok uzun yıllardır gerçekleşmiş en geniş sergisi Arter’de izleyiciyle buluştu. Uluslararası alanda tanınan, sevilen Ayşe Erkmen’in, daha genç kuşağın başarılı ismi İnci Furni’nin kişisel sergilerinin yanı sıra uluslararası sanatçılar Celeste Boursier-Mougenot ve Rosa Barba’nın birer çok özel işi yer alıyor.

Mekanda, Arter Koleksiyonu’ndan hazırlanan iki karma sergiden ilki giriş katında yer alıyor: Selen Ansen’in hazırladığı ‘Kelimeler Pek Gereksiz’. Çoğu yabancı 42 sanatçının yer aldığı bu sergi, sınırlı ölçekte işlerle ama uluslararası nitelikteki seçkisiyle göz dolduruyor, gönül çeliyor. Müzenin ana sergisi ‘Saat Kaç?’ ise küratörler Emre Baykal ve Eda Berkmen’in imzasını taşıyor. Sergiyle aynı adı taşıyan kitabın önsözünde 2007’den bu yana bir araya getirilen 1350 eserlik Arter Koleksiyonu’ndan seçilen 34 sanatçının 44 yapıtına yer verildiğini öğreniyoruz. Küratörler “Arter’in yeni binasının açılış programında yer alan Saat Kaç? adlı bu grup sergisi, koleksiyondaki zaman mekan ve bellek kavramları üzerinde düşünmeyi mümkün kılan yapıtları bir araya getiriyor,” diye yazmışlar. Hakikaten merkezinde ‘Saat Kaç?’ olmak üzere Arter’deki sergiler adeta bir ‘hafıza mekanı’ oluşturmuş. Türk çağdaş-güncel sanatının hafıza mekanı. Çünkü çağdaş sanat sahnesinin yaklaşık yirmi beş yıllık hareketliliği içinde gördüklerimiz ya da duyduklarımızla hafızamızda yer eden sanki bütün işler karşımıza çıkıyor, kendilerini ve izleyicisi olduğumuz hikayeyi hatırlatıyorlar gibi. Sarkis’in 1986’da Maçka Sanat Galerisi’nde sergilenen ‘Çaylak Sokak’ı, Hale Tenger’in 1995’de İstanbul Bienali’nde sergilenen ‘Dışarı çıkmadık çünkü hep dışarıdaydık-İçeri girmedik çünkü hep içerideydik’ adlı yerleştirmesi, Hüseyin Bahri Alptekin’in 2003 tarihli ‘Kapasite’si, Gülsün Karamustafa’nın 1992 tarihli ‘Mistik Nakliye’si, Ayşe Erkmen’in 1994 tarihli ‘Evde’si gibi unutulmaz işler… Bu tavır, şehrin ve hatta ülkenin çağdaş sanat müzesi olarak kapılarını açan bir kurum için doğru bir duruş, izleyicisi içinse hoş bir sürpriz oluşturuyor.

Sergide Nil Yalter, Füsun Onur, Cengiz Çekil gibi başka kurucu isimler de var Cevdet Erek, Seza Paker, Deniz Gül, Volkan Arslan, Aslı Çavuşoğlu gibi güncel sanat ortamının beğenilen isimleri de… Müze bize ağırlıklı olarak Türkiye çağdaş sanatından bir fotoğraf sunuyor ama bu ortamı etkilemiş, hatta zaman zaman bazıları sergiler aracılığıyla buradan geçip gitmiş Nam June Paik, Joseph Beuys, Mona Hatoum, Sigmar Polke gibi uluslararası efsanelere de yer veriyor. Arter’in bundan sonra koleksiyon sergilerinden çok, iddialı geçici sergilerle yola devam edeceği söyleniyor. Her ne kadar ulaşım bakımından ‘pek yakın ama çok uzak’ olsa bile, Dolapdere’deki Arter güzel avlusu, etkinlikleri, geniş ve verimli sergi alanlarıyla kentin kültür haritasında iddialı bir yer edinecek.

İSTİKLAL’DE NE SİHİRDİR NE KERAMET!

Başını eğmiş uyuklayan müze bekçisi heykelinin nefes aldığına yemin edebilirim… Biliyorum, bu sergideki bütün o adamlar ve kadınlar balmumundan. Ankesörlü telefonla konuşan adam, duvara yaslanmış katil, piyanist, kondisyon bisikletine binen kadın, tabloya eğilmiş resim izleyen ziyaretçi, hatta en son yine Halil Altındere sayesinde bu civarda gördüğümüz Pala Şair dahil hepsi birer heykel. Ama gerçekten daha gerçek, hiper-gerçek bir hal içindeler. Belki onların gerçek olmadığını bilmek, bu kadar gerçek görünmelerine duyduğumuz hayreti artırıyor. Ama kesin, bu işin içinde bir sihir var. Zaten serginin adı da Abrakadabra.

Yapı Kredi 75’inci yılını görece genç bir sanatçıyla, Halil Altındere ile kutlamaya karar vermiş… Şu sıralar Venedik Bienali’nin uluslararası sergisinde yer alan üç işiyle kariyerinin zirvesine çıkan Halil Altındere, küratör Hou Hanru ile birlikte yirmiden fazla işini bir araya getirdiği her zamanki gibi düşündürürken tebessüm ettiren, oyunbaz bir sergi hazırlamış. Sergide Altındere’nin mesajlı kolyeler, kanatlı kamera, muşta, kelepçelenmiş el gibi ‘altından’ serisi de yer alıyor. Gündelik hayattan tanıdık objeler, aşina insanlar ve anlar, yadırgatıcı bir hal alıp yarı fantastik bir ortama dönüştürüyor galeri ortamını. Tam da hınzır sanatçılar kuşağının bir numarası, politikliği sarkastizminde saklı, her zaman şaşırtıcı Halil Altındere’ye yakışır bir sergi.

ŞAŞMAZER’İN ÇOCUKLARI BÜYÜYOR

Bu sene Contemporary İstanbul’da (CI) bir değişiklik yapıp en sondan gezmeye başladım. Herkese tavsiye ederim. Sanat fuarlarının kendine has bir yoruculuğu var. Eserler belli bir sistematik içinde yer almadığı, belli bir hikayesi olmadığı, sadece her sanatçıdan çoğu kez bir, bazen daha çok eserin yan yana asılmasından ibaret olduğu için ya hızlı hızlı aralarında görebildiğinizi görüp geçiyorsunuz, ya da tek tek her bir esere odaklanıp perişan oluyorsunuz. Bu nedenle büyük galerilerin olduğu ilk kat yerine ikinci katın en sonundan gezmeye başladım ve her yıl artık mecalim kalmadığı için bir türlü göremediğim sergileri de görme fırsatı buldum. Burada özellikle koleksiyonerlerin yeni alımlarını sergiledikleri bölüm, Türkiye’de geçen yıl krize rağmen antika tablolardan genç sanatçılara pek çok resmin alınıp satıldığını göstermesi bakımından umut verici ve gördüğünüz birbirinden çok farklı eserler bakımından da hafıza tazeleyiciydi. Fuarda sevdiğim birçok sanatçının yeni işlerini görmek mümkündü, ben sadece Yaşam Şaşmazer’in heykellerinin resmini çektim. Şaşmazer’in 2000’lerin sonlarında tanıştığımız ahşap çocuk heykelleri ilk bakıştaki güzelliğinin içinde karanlık bir yan, bir tekinsizlik içeriyordu. Sonra o çocuklar biraz büyüdü ve dertlerini yarasalara, örümceklere, farelere karışıp görünür kıldılar. Şimdi Yaşam Şaşmazer’in ahşap heykelleri içimizdeki karanlığın, marazın bedenimizin dışına vurduğu, ahşabın en doğal kusurlarının kusursuz insanların bedeninde bir araza dönüştüğü heykellerle karşımızda. Çocuklar büyüdükçe, içinden çıktıkları ahşaba dönüşüyor, kökleri, kusurları, yosunlarıyla çareyi doğada arıyor gibi… Benim de fuardan aklımda en çok bu heykeller kaldı.

İSTANBUL MODERNDE BİR BÜYÜK RESSAM

İstanbul Modern’de çok önemli bir sergi var. Soyut resmin yaşayan en önemli isimlerinden Canan Tolon’un retrospektifi. Sanatçının 80’lerden bu yana yaptığı resimler, suyu, canlı doğayı yani büyüyüp sararan çimleri ve farklı malzemeleri kullandığı az bilinen işleri dahil her tür eserinden örneklerin yer aldığı, tekrarı zor bir sergi. Sanatçının zaman içinde değişen resmi, kimisi şaşırtıcı boyutlarda tuvalleri ve mimari başta olmak üzere doğadan, hayattan aldığı ilhamla yarattığı, bakanı büyüleyen o bambaşka sanatını iyice tanımak, bilmiyorsanız tanışmak için ideal bir sergi kurmuş küratör Levent Çalıkoğlu. Resme bakmayı sevenlerin, iyi bir sergiden çıkmanın mutluluğuna değer verenlerin şu sıralar gidebileceği başlıca adreslerden biri.

Yaşam Şaşmazer
Halil Altındere
Tüm yazılarını göster