Gündemimiz bir süredir Ayasofya. Yılların kilisesi, İstanbul’un fethiyle camiye dönüştürülmüş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla müze hâline getirilmişti. Cami olarak yeniden hizmete girmesi, ibadete açılması uzun yıllardır birilerinin hayaliydi, gerçek oldu. Aslına rücu ettiğini söylüyorlar ama öyle değil: Ayasofya yeniden kilise olursa aslına rücu eder. Bu hâliyle, işgal edilmiş bir kilise olarak varlığını sürdürecek. Kaldı ki, içinde, namaz kılınan bir bölüm vardı. Turgut Özal zamanında bu tartışmalar yeniden gündeme gelmiş, bu bölüm açılmıştı. 2005 yılından bu yana yeniden ibadete açılması konusunda çalışmalar sürüyordu. Bu, cuma günü kılınan “davetiyeli” namazla gerçekleşmiş oldu. Pandemi döneminde insanların yan yana gelmemesi konusunda tavsiyede bulunanlar ön saflarda yerini aldı, büyük bir kalabalık toplandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ayasofya’daki ilk namaza 350 bin kişinin katıldığını gururla açıkladı.
Konu üzerine çok şey söylenebilir ya da 22 Temmuz’da bizzat Erdoğan’ın YouTube hesabından paylaşılan Yücel Arzen imzalı çok dilli “Ayasofya” şarkısı üzerinden bir yazı kurulabilir ama ben başka bir meseleye değineceğim… Ayasofya’da namazın kalabalıklarca kılındığı, 350 bin kişinin bir alana (üstelik sıkışık düzenle) toplanabildiği bir dönemde konserlerin yapılmıyor oluşu, giderek can sıkıcı bir hâle geliyor. Salgın ciddi, karantina şartlarını ısrarla uygulamakta fayda var ama hayat bir şekilde normale dönmüşken konser dinleyemiyor olmak tuhaf. Bu, tiyatro için de geçerli elbette: Sinemalar açıldı, sahneler açılamıyor. Sezon dışındayız, evet ama bir şekilde oyunların yeniden izleyiciyle buluşması gerekiyor. Gerekiyor –ki insanlar para kazanabilsin, hayatlarını sürdürebilsin. Sahnelerin canlanması, konserlerin verilebiliyor olması önemli. Ufaktan buluşmalar başladı ama yetmiyor. Dahası gerekiyor. İçinde bulunduğumuz kötü günleri atlatmak için güzel şeylere ihtiyacımız var.
Sözü bu noktada Grup Yorum’a getireceğim zira topluluk, 9 Ağustos’ta Bağımsız Türkiye Konseri için 9. kez sahneye çıkmayı amaçlıyordu. Olmadı. Konser İstanbul Valiliği tarafından yasaklandı. Topluluk, itiraz için Bölge İdare Mahkemesi'ne gitti ama bu da reddedildi. İçinde bulunduğumuz şartlarda konser yapmak zor ama imkansız değil. En azından kimi kurallara uyduğunuzda konserler yapılabiliyor. Grup Yorum konserine izin verilmemesinin bununla ilgili olmadığını biliyoruz elbette: Şarkılardan, türkülerden, marşlardan korkuyorlar. Pandemi olmasaydı konser yine yapılmayacaktı çünkü yine izin verilmeyecekti. Çok uzun zamandır böyle bu: Yüz binleri alana toplayabilen, stadyum doldurabilen Grup Yorum, konser veremiyor. Bu ülkenin utançlarından biri.
Topluluk, konser yasaklarına karşı bir metni imzaya açtı. Grup Yorum’un sosyal medya hesaplarından ulaşabileceğiniz metinde, yakın zamanda kaybettiğimiz Helin Bölek ve İbrahim Gökçek anılıyor, onlara verilmiş sözden dem vuruluyor: “Helin ve İbrahim, ‘konser yasakları kaldırılsın’ talebiyle ömürlerini verdiler ölüm orucunda. Onlara söz verdik; konser yasaklarını kaldıracağız, meydanlarda milyonlarla buluşacağız. Biz inanıyoruz, eninde sonunda yapacağız bu konseri. Ölümsüz şarkımız Helin Bölek ve yıldızlı yüreğimiz İbrahim Gökçek de sahnemizin en güzel yerinde bizimle olacak. Bu kadar keyfi, bu kadar dayanaksız yasaklamalar; onların yarattığı görkemli direnişin eseri olan halkın güçlü dayanışması karşısında yenilecek. Bunun için, yine İbrahim'in sözleriyle sesleniyoruz sizlere: ‘Biraz emek, biraz vefa, haydi gayret, bir adım daha!’ Konser yasaklarının kaldırılmasını, meydanların Grup Yorum'a açılmasını istiyoruz. Bunun için bir imza da siz verin. Verin ki, Helin ve İbrahim'e verdiğimiz sözü tutalım. Verin ki, aynı göğün altında milyonlarla yeniden çekelim halaylarımızı...”
Talep çok basit: Grup Yorum’un konser yasağı kaldırılsın, meydanlar Grup Yorum’a açılsın. Şarkılarımızı, türkülerimizi, marşlarımızı bir ağızdan söylemek, yeniden omuz omuza olabilmek için bu talebe destek vermeli, bir imzayla da olsa katkıda bulunmalıyız. Mevzuyla alakalı bütün yazılarda aynı cümleyi kuruyorum ama bu gerekli; konser yasağı kalkana kadar aynı şeyi yineleyeceğim: Grup Yorum en umutsuz anlarımızda yanımızda oldu, şimdi onların yanında durmalıyız. Sonrası, hep birlikte olduğumuz günler –ki uzakta değil.
Bugün, Grup Yorum’a ya da daha doğru bir ifadeyle kardeş topluluklarından Özgürlük Türküsü’ne ses veren isimlerden birini kaybettiğimiz gün. Ayçe İdil Erkmen, bundan 24 yıl önce aramızdan ayrıldı. 1994’te tutuklanmıştı, tahliyesine kısa süre kala düzenlenen ölüm oruçlarına katıldı ve 68. günde, Çanakkale Cezaevinde hayatını kaybetti. 26 yaşındaydı ve arkadaşları arasında Mitralyöz olarak anılıyordu. Grup Yorum, ölüm oruçlarını anlattığı “Boran Fırtınası / Destan” başlıklı albümde, onun adını “Halkımızın Gelini” adlı şarkıyla ölümsüzleştirdi: “Halkımızın gelini / Kınalamış elini / Haydi halay çekelim / Zılgıtlar sarsın bizi // Mitralyöz mitralyöz / Halay başı mitralyöz / Zafer bizim olacak / Halkımız kazanacak / Can yoldaşım sana söz // Vur ha, vur ha, vur ha vur / Mitralyözle vur ha vur / Sevdamız kurşun olsun / Zulmün üstüne yağdır // İdil Can çiçek olmuş / Toprak ona tutunmuş / Hasreti vatan olmuş / Kavgasına tutulmuş…”
Şarkılarla andığımız isimler artıyor, kayıplarımız çoğalıyor. Dün, Fleetwood Mac’in kurucularından Peter Green, 73 yaşında aramızdan ayrıldı. Önceki gün, radyocu arkadaşımız Elçin Özsoy’u kaybettik. Eksiliyoruz. Bugünlerde müziğe sığınmak insana iyi geliyor ama bunu yapmak için alanlar kısıtlı. Umarız şu tuhaf günleri en az hasarla atlatırız. Hayata, hayattan ziyade birbirimize sarılmak şu aralar çok önemli.
Polisin yeniden mesaiye başladığı, Cumartesi Anneleri’nin 800. buluşmada gözaltına alındığı, Kazdağları’nı savunmak için toplananların Çanakkale’de darp edildiği bir günün ertesinde umutlu olmak zor. Hele ki kadınlara karşı şiddetin arttığı şu günlerde… Şiddeti protesto etmek için toplanan kadınların polis tarafından dövüldüğü bir ülkede umuttan söz etmek çok mümkün değil. Yine de güzel şeyler oluyor elbette. Yazının sonunda, dün yayımlanan bir şarkıdan söz edeyim, finali onunla yapayım…
Genç seslerden Melek Mosso, Cumartesi Anneleri’nin sesini çoğalttı ve Sezen Aksu imzalı “Cumartesi Türküsü”nü yeniden yorumladı. İki yıl önce, 700. buluşmanın gerçekleştiği günün arifesinde, Ceylan Ertem, kayıp yakınlarıyla birlikte Ahmet Kaya’nın “Beni Bul Anne”sini seslendirmiş, annelerin sesini çoğaltmıştı. Bu kadar da değil: Serf, Mart ayında yayımlanan “Meçhul” adlı şarkıyı annelere ithaf etti. Elini taşın altına koyanların giderek azaldığı şu günlerde bunlar sahiden değerli katkılar. Umut, bunlarla artacak.