Güneş Batı'dan yükseliyor: Yok Oluş İsyanı ve etkileri
İnsanların çılgınca Kara Cuma’larda alışveriş yapma aymazlığı noktasına gelmesi denli ekolojik kriz habersizliğinden kurtaracak olan ne hükümetlerin iklim zirveleri ne de uluslararası resmi kurumların “kaygılı” çağrılarıdır. Yalnızca ve yalnızca bireylerin kendi öz gerçekleştirmesine dayalı, dorudan demokratik olarak örgütlenip bu gidişe bir dur demeleridir.
Erol Malçok
Gezegenimizin geleceği için acil adım atmamız gereken son on iki yılın içerisinde olduğumuzu belirten açıklamaların bilim insanlarının yanı sıra uluslararası resmi kurumlardan da gelmeye başladığı şu günlerde, bu duruma en anlamlı ve kapsamlı tepki, İngiltere yurttaşlarından gelmeye devam ediyor.
Küresel iklim krizine karşı Extinction Rebellion, Türkçeye Yok Oluş İsyanı olarak çevrilebilecek hareketten ve mottosundan önceki yazımda bahsettiğim için tekrarlamayıp hareketin ikinci evresi olan eylemliliklerin devamı ve dünyaya yayılması üzerine kelam edeceğim. Yok Oluş İsyanı, kimsenin yadsıyamayacağı yakıcılıkta bir konu üzerinden hareket ettiği gibi otonom olmasıyla da öne çıkıyor. Bu nedenle de din adamından öğrencisine ve yaşlısına her kesimden insanı içerisinde barındırabiliyor. Hiçbir kurumla ortaklık kurmayıp sponsorluk da kabul etmediği için eylemlerinde oldukça özgür davranabiliyor. İsyancılar ilk olarak İngiliz Parlamento binasının kapısına bin kişiyle dayanıp gözaltılar olduğunda herkes bu hareketin devam edip etmeyeceğini merak ediyordu. Gözaltılara karşı eylemcilerden “korkmuyoruz, asıl dünyayı bu hale getiren siz politikacılar yargılanacaksınız, hükümetinizi tanımıyoruz bu yargılamayı da halk meclislerine dayalı kuracağımız yeni demokrasi de biz yapacağız” açıklaması ve ardından enerji bakanlığının önünde gerçekleşen kitlesel eylem isyancıların bu kaygılara pratik cevabı oldu. Ardından 17 Kasım Cumartesi günü 6 bin eylemci Westminster Köprüsü dahil Londra’daki birçok merkezi noktayı işgal edip her yeri pankartlarla süsledi. O günden bugüne de üşüşme adını verdikleri yol kesme eylemleriyle de seslerini sürekli duyurmayı başarıyorlar. Öyle ki Londra polisi, eylemciler yolları tıkadığı için merkeze insanların araçlarıyla gitmemeleri yönünde uyarılar yapmak zorunda kaldı.
Yok Oluş İsyanı ismiyle ve üşüşme adı verilen yol kesmeler şimdi Almanya, İsveç, İrlanda, İskoçya, Fransa ve İspanya’ya da sıçramış durumda. Kolombiya’da ise böyle bir eylemlilik için hazırlık yapan gruplar var. Bunlara ek olarak Avustralya’da ortaokul ve lise öğrencileri 29 Kasım’da büyük bir greve hazırlanıyor. Onlar da iklim değişikliğine karşı greve çıkan İsveçli öğrenci Greta Thunberg’den etkilendiklerini söylemişlerdi. ABD’de ise değişik isimlerle kimi otonom gruplar bazı parlamenterleri de harekete geçirerek temsilciler meclisi başkanının odasını basmaktan tutun birçok eyleme imza attılar. Ek olarak Dakota Yerlileri’nin petrol boru hattına karşı direnişi zaten süreklilik kazanmış durumda.
Yalnız şunu belirtmeliyiz ki Fransa’da eylem halinde olan iki farklı grup var; birisi Yok Oluş İsyancıları diğeri ise Sarı Yelekliler hareketi. Bunları birbirinden ayırt etmek gerekiyor. Basında sıkça yer alan Sarı Yelekliler hareketi akaryakıt zamlarına karşı gelişen ve otomotivcilerin organize ettiği sağ popülist bir harekettir. Tamamen ekonomik kaygılarla hareket edilen bu hareketin sarı yelek esprisi de Fransa’da her sürücünün kaza durumlarına karşı aracında bir sarı yelek bulundurma zorunluluğundan geliyor. Yok Oluş İsyancıları ise tamamen ekolojik ve sosyal kaygılarla hareket eden bağımsız bir gruptur.
Bu hareketliliğin Sanayi Devrimi'nin beşiği olan İngiltere’den çıkıp Kıta Avrupa’sına oradan Kuzey ve Güney Amerika’ya yayılması çok anlamlı. Zira Trump etkisinin dışında şimdi de Brezilya’da faşist Bolsonaro’nun seçilmesi Yağmur Ormanları’nı büyük bir tehlikeyle karşı karşıya getirdi. Dünyada bütün bunlar olup biterken insanlarımızın enformasyonu maalesef bu ülkelerle ilgili İngiltere’de Brexit ve Fransa’daki akaryakıt zamlarına tepkilerle sınırlı. Türkiye hükümetinin Fransa’daki Sarı Yelekli eylemlere polisin orantısız güç kullandığını söylemesiyle bir de. Şimdi bu anlamlı, önemli ve gelecek vadeden ekolojik-sosyal isyanın bilgisini yayma ve değişik ülkelerdeki hareketlerin bir koordinasyon içerisinde hareket etmesi için azami çaba gösterme vakti. Çünkü küresel yıkım aktörü devasa şirketlerle baş etmenin tek yolu uluslararası bir dayanışma ağı oluşturmaktan geçiyor. Ayrıca potansiyelimiz bu yeni gelişmekte olan hareketlerle de sınırlı değil. Fransa’da ZAD Hareketi, Almanya’da Hambach Ormanı Direnişi, Patagonya Mapuche Hareketi, Meksika’da Zapatista Hareketi, Dakota Su Koruyucuları Hareketi Standing Rock, Uluslararası sosyal ekolojist çiftçi örgütlenmesi La Via Campesina, İspanya’da Marinelada otonom köyü ve Türkiye’de birçok ekoloji kolektifini de sayabiliriz. Umut verici bir gelişme olarak Türkiye’deki çeşitli ekoloji kolektifleri de Kır – Kent Ağı ismiyle bir koordinasyon kurdu.
İronik bir biçimde yazının başlığı olarak koyduğumuz "güneş Batı’dan yükseliyor"a dair bir örnek de ABD’den gelişti. Yok Oluş İsyancıları’ndan etkilenen ve çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu Doğan Güneş Hareketi ortaya çıktı ve ilk eylem olarak da kongre binası önünde kitlesel oturma eylemi yaptı.
Sanıyorum ki hal böyleyken insanların çılgınca Kara Cuma’larda alışveriş yapma aymazlığı noktasına gelmesi denli ekolojik kriz habersizliğinden kurtaracak olan; ne hükümetlerin iklim zirveleri ne de uluslararası resmi kurumların “kaygılı” çağrılarıdır. Yalnızca ve yalnızca bireylerin kendi öz gerçekleştirmesine dayalı, dorudan demokratik olarak örgütlenip bu gidişe bir dur demeleridir. İçine girdiğimiz antroposen* çağında kelimenin gerçek anlamıyla her yurttaş yeryüzüne yaptığı kötülüklerin sorumluluğunu alarak kadına, işçiye, hayvana, herhangi etnik köken veya renkten insana, çeşitli cinsel tercihlere herhangi bir baskının ve sömürünün uygulanmadığı doğayla uyumlu yaşamı örgütlemek zorundadır.
Kendi ellerimizle yaptıklarımız sonucunda ya kül olacağız güneşin büyük ateşinde ya da bizi ısıtacağı sıcaklıkta kalabilmemiz için büyük bir çaba göstereceğiz. Unutmayalım bunun için son on iki yılın içindeyiz.
*Antroposen: İnsan çağı