Bulutlar hep havada asılı gibi duruyordu Brezilya’da. Burada
film çekmeli diye düşündürüyordu insana. Şeker kamışı kesiyorduk o
sırada. Uzun ve keskin bıçak, yere yıkıyordu önce. Sonra toplamaya
geçiyorduk, yine hep beraber. Çok büyük değildi keseceğimiz yer.
Topraksızlar komünü, sadece kendi ihtiyacı kadar şeker kamışı
dikmişti. Bundan Brezilya romu -‘cachaça’ yapacaktık. Kendin ek
kendin içti…
Saat oldukça erkendi ama güneş pek farkında değildi bunun. Çok
sıcaktı hava. Halbuki bulutlar da vardı, hani havada asılı asılı.
İşe yaramıyorlardı sıcağa karşı. Seyirliktiler. İnce kesiklerle
doluydu elim kolum. ‘Senin yeni olduğunu anladı bizi hiç kesmez’
dedi Casia. Yüzünde derin bir bıçak yarası vardı. Şeker kamışı izi
değildi tabii ki. Bir kere sorduğumda boş ver demişti. Pek sormam
böyle şeyleri aslında ama çok kuvvetli oluyor buranın romu. İçince
saçma şeyler sorabiliyor insan. Utanınca daha çok içmek gerekiyor
sonra. İşe ama yarıyor bu sefer. Kendini daha az salak
hissediyorsun.
Güldü sonra. Gülünce daha da derinleşiyor bıçak yarası. Garip
bir şekilde yakışıyor yüzüne. Havada asılı bulutlar gibi. İçki
içmek gerekmiyordu onu güzel bulmak için. Herkes güldü sonra. Ne
kadar sıcak olsa da hava, herkes neşeliydi birlikte çalışırken.
Şeker kamışını, kendine rom yapmak için kestiğinden olabilirdi bu
neşe ya da ortada patron filan olmadığı için.
-Birlikte kesilen ot, yemyeşil olur diyordu Tolstoy-
Kapı çaldı bu yazıyı yazarken, kurye geldi.
- Özellikle günlük hayatın yabancılaşmasında ise son yıllarda
‘karşı devrim’ niteliğinde olan şey, hayatın sanallaşması. Bu her
şeyi internetten aldığımız ya da kendimiz için bulabildiğimiz trend
yollu bir işe, mesela moto kuryeliğe, sanal pazarlara girip,
fotoğraftan fotoğraf beğenip, evde hapis kalarak beklediğimiz saçma
sapan bir şeye döndü, her şey.
Eskiden; elmayı markette rafta yetiştiğini sanan yeni nesil
şehir çocuklarına, bir yandan gülüp, başımızı sağa sola sallayıp
tıht tıht yaparken şimdi raf ve ücreti ödediğimiz market kasası ve
mutsuz çalışanı bile geride kaldı. Elma ya da her nasılsa, bir
şekilde ‘imal’ edilmiş diyelim ki tavuk budu rafta bile değil,
sadece kapımızın çalınıp bırakılan bir madde. Ağzının kenarına
mesai saatleri esnasında tutuşturulmuş sahte tebessümleriyle
tezgahtarlar ve ‘ah çok yakıştı size’ diye kandırıkçı sözleri bile
yok artık. Kafasındaki motosiklet kaskı ile zaten hiç, yok
saydığımız, bize paketi verirken bile ödenecek ev kirasını ya da
akşamki maça oynadığı kuponu düşünen onlar ve sadece ‘no 57 kat 5’
den başka bir şey olmayan biziz, o karşılaşma ritüelinde yer
alanlar…
Sadece ödemeler değil bütün hayatımız temassız artık. –
Kesilmiş şeker kamışları, kesilmiş ve incecik kanayan ellerimiz
-benim ki daha çok-, çok önceden kesilmiş bıçak yarası -benim
yüzümden değil, şarkıdaki dediklerinin aksine-, eve döndüğümüzde,
-o komünün ortasında ki misafir evi benim kaldığım-, yanında şeker
kamışının damıtma kazanları yakılmayı bekliyordu.
Ve ‘cachaça’ vardı, 3 yıl önce yine birlikte yapılmış, fıçılarda
dinlenmiş, güneşten, havada asılı bulutlardan ve örgütlenmiş insan
emeğinden damıtılmış…