Öğrenmek her dem zor olmuştur. Eskiden daha da zordu: Bilmek
istediğimiz bir şeyi bulmak için olmadık şeyler yapardık. Google
yoktu, bilgi her dem elimizin altında değildi ve değerliydi.
Kütüphanelere gitmek, ansiklopedi karıştırmak, eski gazete ve
dergilerde yayımlanmış haber ve makaleler aracılığıyla olayların
peşine düşmek ve onları anlamaya çalışmak, şimdiki kuşağın aklının
almayacağı şeyler. Öncesini de biz anlamazdık. “Televizyon yoktu”
derlerdi büyüklerimiz, inanmazdık. Şimdi ben “internet yoktu”
diyorum, inandıramıyorum.
Bilgiye ulaşmanın zor olduğu zamanlarda, şarkılar, olur olmadık
yerde imdadımıza yetişirdi. Şili’de yapılan darbeyi, bütün
ayrıntılarıyla, meşhur Bulutsuzluk Özlemi şarkısında öğrendiğimi
hep söylerim. Hiroşima’ya atılan atom bombasıyla alakalı her şeyi,
yine bir Bulutsuzluk Özlemi şarkısı sayesinde bilirim. Üniversiteye
gelmeden Deniz Gezmiş adını duymuştum ama Şarkışla’da, Nurhak’ta,
Kızıldere’de yaşananları şarkılardan, türkülerden öğrendim. Mahir
Çayan’dan Ulaş Bardakçı’ya pek çok insanın adını Zülfü Livaneli,
Selda Bağcan şarkılarında duydum, memlekette olan biteni Cem
Karaca, Ruhi Su gibi isimler anlattı. Bulutsuzluk Özlemi’nden Grup
Yorum’a pek çok isim, yaşadığım günlerin şarkılarını yazdı,
yazıyor.
Bunların her biri, tarihe düşülmüş notlar, Bu yüzden memleket
tarihinin izlerini şarkılar üzerinden sürüyorum, yetmediği yerde
kitaplara, filmlere başvuruyorum. Tarih dersinde bize öğretilen
“resmî” bilgilerle yetinseydim, çoktan bambaşka bir insan olurdum.
Yetinmedim, ilerledim. Öğrendiklerimi, bu yazılar aracılığıyla
sizlerle paylaşıyorum. Bu bilgi çağında bunun bir mânâsı var mı,
bilmiyorum ama en azından yalan yanlış onca bilgi arasından
süzdüklerimi çapraz doğrulatmayla süzüyor, derli toplu bir şekilde
sizlere aktarıyorum. Burada bir kalıbın arkasına sığınarak
“sıkıştığım yerde şarkılar imdadıma yetişiyor” diyebilirim ama
yazıların eksenini genellikle şarkılar oluşturuyor.
Bugün de öyle olacak: Bir şarkı üzerinden ilerleyecek, sizlere
bir hikâye anlatacağım. Hikâye dediğim gerçeğin ta kendisi ama
bugün dönüp baktığımızda, yaşananlar sanki bir masalmış gibi
geliyor.
TERZİ FİKRİ MUCİZESİ
1981 yılının yaz aylarında, ailece çıktığımız Karadeniz
gezisinde etkilendiğim yerlerden biri Fatsa’ydı. Duvarda sloganlar,
yanlarında kurşun delkleri duruyordu. O seyahatte Terzi Fikri adını
duyup duymadığımı hatırlamıyorum ama birkaç yıl sonra, üniversite
okumak için geldiğim Ankara’da duyduğum ilk isimlerden biriydi
Fikri Sönmez. Lakabını sevmiştim: Terzi. Derslerde öğretilmeyen,
resmî tarihe “terörist” ya da o dönemdeki yaygın deyişle “anarşist”
olarak geçen insanlardandı. Gerçeği, bir şarkı ve buna bağlantılı
bir şiir sayesinde öğrendim.
Üniversite yıllarımda Ankara’da karşılaştığım “abi”ler Terzi
Fikri’den sitayişle söz ederdi. Efsanenin farkına varışım onlar
sayesindedir. Sonrası, Millî Kütüphane’de eski Devrimci Yol
dergilerinin peşine düşmem… Aradıklarım “yasak yayın”
kategorisindeydi ve çoğunu göremezdim ama gördüklerim bana yetti:
Terzi Fikri’nin bir rüyayı gerçek kıldığını bildim, o dönemde onun
çevresinde olamadığıma hayıflandım. Hâlâ hayıflanırım. Sonu kötü
belki ama bize olabileceğini gösterdiği için Terzi Fikri’yi ve ona
inanan, güvenen insanları tanımadan çok sevdim.
Dergilerde bulamadıklarımı, bir Mehmet Gümüş şarkısı bana
gösterdi: “Kıyıda rüzgâr dağlarda pınardı / O yüreklerimizde bir
çınardı / Onunla yörede başladı öykü…” dizeleriyle başlayan, şiir
gibi devam eden bir şarkıydı bu. “O Sönmez” adını taşıyordu:
“Kozasından kurtulan kelebek gibi / Yürümeye başlayan bir bebek
gibi / Yarınlarını alıp avuçlarına / Tırmanırlar güneşin al
burçlarına // Barut acısı ölüm bu / Sığar mı tabutlara / Sesimiz
bıçak gibi / Saplanır bulutlara…” Bu tanımlamayı o yıllarda
yaptığımda bunun sahiden bir şiir olduğunu bilmiyordum; şairinin 12
Eylül sonrasında yıllarca hapis yattığını da… Mehmet Gümüş, Ersin
Ergün’ün “Gülyangını Ömrümüz” kitabında yer alan bir şiiri
bestelemişti. Şarkı (ya da şiir) bize umut veriyor, nefesimizin
kesildiği anlarda hayata tutunmamızı sağlıyordu: “Şimdi bir ışık,
gecede yıldızdı / O yüreklerimizde bir filizdi / Anısıyla büyür
yeni bir öykü // Kozasından kurtulur uçar kelebek / Yürümelere
başlar güneşten bebek / Yarınlarını alıp avuçlarına / Tırmanırlar
güneşin al burçlarına…”
Yakın dönemde Sevinç Eratala tarafından da seslendirilen bu
şarkı, Terzi Fikri adını bugüne taşıyan tek şarkı değil ama
aklımdaki diğer şarkıyı anmadan önce, biraz o dönemden, Fatsa’da
yaşanandan söz edeyim.
SONUN BAŞLANGICI: NOKTA OPERASYONU
11 Temmuz 1980, Ordu’nun Fatsa ilçesinde asker ve polis
tarafından uygulanan nokta operasyonunun başlatıldığı gün. Halkın
katılımıyla oluşturulmuş yerel yönetim deneyimini başarıyla
gerçekleştiren, Fatsa’da büyük işler yapan Fikri Sönmez, nam–ı
diğer Terzi Fikri, o gün 300 kişiyle birlikte gözaltına alındı.
İlçede sokağa çıkma yasağı ilan edildi, bütün evler tek tek arandı,
polis ve jandarma görev başındayken “sayın muhbir vatandaşlar”
onlara yardım etti. Sadece Fatsa’nın değil bütün Türkiye’nin
kaderini değiştirecek kabus gibi günlerden biriydi bu. 12 Eylül’ün
ayak sesleri, o gün Fatsa’da duyuldu. Nitekim, Kenan Evren, darbe
sonrası yaptığı açıklamalardan birinde şu cümleyi kurmuştu: “Biz
gelmeseydik Fatsa’dakiler gelecekti.”
Fikri Sönmez’in hayatı, 1938 yılında Fatsa’nın Kabakdağ köyünde
başladı. Çok şey yaptı. Lakabı, Terzi Fikri. Bu lakap, onu
küçümsemek için, dönemin sağcı gazetelerinden Tercüman tarafından
takılmış. Fikri Sönmez, bu lakabı benimsemiş ve şu açıklamayı
yapmış: “Açıklamak isterim ki, ben otuz yıla yakın geçimimi
terzilik mesleğimle sağlamaktayım. Bana terzi olarak hitap edilmesi
beni küçültmez, aksine yüceltir. Ben adı geçen gazetenin
yöneticileri gibi ülkemde Amerikan emperyalizminin borazanlığını
yapıp da onlara kiralanmadım. Bu gazetenin, terzilik mesleğini ve
terzileri küçük görmesi, şahsımda ülkemde tüm sanatkarlara, alın
teri ve göz nuru döken milyonlarca emekçiye bir hakarettir..."
1960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi saflarında mücadeleye
katılan Fikri Sönmez, Karadeniz Bölgesi’nde emekçilerin ve yoksul
köylülerin örgütlenmesinde çalıştı. Samsun'dan Trabzon'a uzanan ve
büyük ses getiren “Fındıkta Sömürüye Son” mitinglerini
düzenleyenler arasındaydı. 1972’de THKP-C davasından yargılandı, 20
ay tutuklu kaldı. 14 Ekim 1979’da Fatsa’da yapılan yenileme
seçimlerinde belediye başkanlığına bağımsız olarak adaylığını
koydu, katılan tüm partilerin oylarının toplamından daha çok oy
alarak bu seçimi kazandı. [Fikri Sönmez’in aldığı oy, 3096. CHP
adayı Zeki Muslu 1.133, AP adayı Ali Rıza Özmaden ise 859 oyla
seçimi tamamladı.]
HALK KOMİTELERİ, DOĞRUDAN KATILIM, “BİRLİKTE”
HAREKET
Sönmez, göreve gelir gelmez icraata başladı. Önce halk
komitelerini oluşturdu, doğrudan katılımın sağlandığı bir yerel
yönetim modeli üzerinde çalıştı ve başarılı oldu. “Çamura Son”
kampanyası, icraatın ilk büyük adımı. Terzi Fikri, “yapılamaz”
denen şeyi yapan, her görüşten insanı çevresine toplayan bir büyük
insan. Bu yüzden, başkanlığı süresince çok sevildi. Bu,
iktidardakilerin hoşuna gitmedi. Çorum olayları sırasında dönemin
başbakanı Süleyman Demirel, “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın”
diyerek kendince tehlikeyi işaret ediyordu.
11 Temmuz 1980’de, asker ve polis bir araya geldi, Fatsa’ya
baktı. Ordu Valisi Reşat Akkaya’nın bilgisi dahilinde başlatılan
Nokta Operasyonu, büyük hasarla bitti. Operasyon sırasında yapılan
bir açıklama, Fikri Sönmez’in herkesin başkanı olduğunu kanıtlayan
cinsten. AP, CHP ve MSP Fatsa ilçe başkanları, toplu olarak bir
basın toplantısı düzenledi ve Terzi Fikri’yi savundu: "Her yerde
kan var, biz burada huzur içindeyiz. Fatsa'da komünist işgal
yoktur. Halk vardır. Halkın yönetimi vardır. Fatsa'da ateş ile
barut yok, böylesine huzurlu bir yerde olay çıkartmayı istemek
niye?" Ancak bu birliktelik bir işe yaramadı. Sönmez, onca itiraza
rağmen tutuklanarak Amasya Cezaevi’ne götürüldü. Uzun süre işkence
gördü, direndi. Ancak sağlığı, cezaevi koşullarına dayanamadı ve 4
Mayıs 1985 günü, geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
Fikri Sönmez, öldüğünde 47 yaşındaydı.
ŞİŞGÖBEK AVI
1980 yılında, 8 – 14 Nisan tarihleri arasında, Fikri Sönmez’in
himayesinde yapılan Fatsa Halk Kültür Şenliği sahnesine çıkan
enteresan bir koro var: Ali Asker’in çalıştırdığı Fatsa Çocuk
Korosu. Şenlik, memlekette yapılmış en güzel buluşmalardan biri.
Katılan isimleri saymayayım, mikrofonu koroya uzatayım: “Ayak yalın
baş açık / Durmadan çalışan biz / İşçi, köylü, emekçi / Bu yurdun
sahibiyiz…” dizeleriyle başlayan şarkı, en dikkat çekenlerden.
Nakaratı mânâlı: “Onlar bize her zaman / Çok tembelsiniz derler /
Tarlada fabrikada / Tüm çalışanlar bizler…” Sonrası da şöyle:
“Açlık sefillik bizim / Yaşamak hep onların / Soygunu defetmeye /
Savaşta ben de varım…” Burada bahsi geçen “savaş”, repertuvardaki
bir başka şarkıda karşımıza çıkıyor: “Çarşıya vardım / Yağ
bulamadım / Ağa aldı dediler / Şaşırdım kaldım / Onlar şiş göbekli
/ Ben cüce kaldım / Nideyim nideyim / Nerelere gideyim / Patron yağ
kaçırıyor / Ben nasıl edeyim…” Sonrası, ’80 öncesinde yaşananların
bir özeti gibi: Gazı karaborsacılar kapatıyor, ekmek ardı ardına
gelen zamlarla el yakıyor… “Onlar şiş göbekli, ben cüce kaldım”,
şarkının vurucu dizesi zira sonrasında, bambaşka bir yere
bağlanacak. Öncesinde, şu dizelere göz atalım ama: “Çarşıya vardım
halkı aradım / Direnişte dediler, sevindim kaldım…” Sonrası, elde
mavzer, “şişgöbek” avına çıkmak: “Soyguncular kaçıyor, ben
kovaladım / Gidelim gidelim nerelere gidelim / Bu yol iktidar yolu
hep beraber gidelim…”
Terzi Fikri, iktidar yolunu açan, olabileceğini gösteren
insandı. Fatsa’ya “öyle bir elbise dikti ki” adı hâlâ hayırla
anılıyor. Tırnak içindeki cümle, “Saykodelikdeşik” başlıklı Dinar
Bandosu albümünde yer alan “Terzi Fikri”nin açılış cümlesi. Sonrası
coşkulu: “Fatsa allegre, allegre Fatsa / Bir küçük Paris burada /
Bir masalım var sana ölümden bile gerçek // Hava döner kalpten eser
/ Tepe tepe ayazma / Saplanır bulutlara…” Şarkının vurucu dizesi
şu: “Hayallerin kadar varsın bu zalim dünyada!”
BİR 14 EKİM GÜNÜ…
Terzi Fikri, bir önceki belediye başkanı Nazmiye Komitoğlu'nun
ölümü üzerine yapılan ara seçimde Fatsa’nın bağımsız belediye
başkanı oldu. Seçim, 38 yıl 1 gün önce, 14 Ekim’de yapılmıştı.
Sönmez, göreve gelişini müteakip Fatsa'yı on bir ayrı bölgeye
ayırdı ve bu bölgeleri, oluşturduğu halk komitelerine emanet etti.
Komiteler, sadece belediye meseleleriyle değil, kumar sorunundan
kadına yönelik aile içi şiddete kadar günümüzde hâlâ çözülememiş
pek çok şeyle ilgilendi.
Fatsalı tarihçi Sinan Demirbilek’in “Terzi Fikri” adlı kitabında
enteresan bir bilgiye rastlıyoruz: “TSK, Kıbrıs Çıkarması’ndan
sonra ikinci amfibi harekatını Fatsa’ya yaptı. Operasyona üç
hücumbot, bir mekanize piyade taburu, üç jandarma komando birliği,
il alay komutanlığı takviye kuvvetleri ile çok sayıda polis
birimleri katıldı. Operasyonu yeni atanan Ordu Valisi Reşat Akkaya
yönetiyordu. O yılların bir başka yasa dışı kavramı olan ‘Devletin
Güvenlik Kuvvetlerine Yardımcı Güçler’ adı altında ülkücü hareketin
militanları, Vali Akkaya tarafından Fatsa’ya salındılar. Vali,
İçişleri Bakanı yerine düzenli olarak MHP Genel Başkanı Alpaslan
Türkeş’e bilgi veriyor, ondan silahlı militan desteği
istiyordu.”
1979 yılında göreve gelen, dokuzuncu ayda yapılan operasyonla
görevden alınan Fikri Sönmez’in kaybı, memleketi bir anda geriye
götüren hamlelerden. “Seçimle gelen seçimle gider” diyen, bugün
seçilmiş belediye başkanlarının istifasını istiyor. Kendine ait
olmayan belediyelere kayyum atayan, kendine zarar verebilecek
herkesi yok ediyor. Sorsanız, memlekette demokrasi var. Bir dönem
“demokrasi” dedikleri, bugünkü anlayışla çok örtüşüyor. Terzi Fikri
örneği, enteresan örneklerden. Memleketin nasıl da değişmediğini
gösteriyor. İktidarlar değişiyor, yönetenler değişiyor ama hırs ve
hınç aynı: Daha iyisi varsa yok ediliyor. Bugün Selahattin Demirtaş
ve arkadaşlarının cezaevinde olmasının sebebi tam da bu. Sadece
onlar değil, başta Ahmet Şık, pek çok gazeteci hâlâ içeride. Tıpkı
darbe dönemlerinde olduğu gibi.
Fikri Sönmez, bize çok şey öğretti. Devlet eliyle ve zorla
yalnız bırakıldı ama aslında yalnız değil. Yalnız değiliz. Bunu
gördüğümüz, anladığımız gün hayat daha da güzelleşecek.
Yazının başlığındaki soru, Sönmez’in belediye başkanlığı yaptığı
dönemde duvarlara yazılan bir slogana gönderme: [Kızıl] Güneş
Fatsa’dan doğacak! Engellendi ama olsun, bir daha yükselmemesi için
hiçbir sebep yok. Bunu bilmek bile güzel.