Güney Afrika’da yeni dönem: Siyahlar beyazlarla koalisyona zorlandı

Güney Afrika'da siyahlar, apartheid dönemi sermaye ve tarım arazileri birikiminin beyazların elinde bulunduğu eşitsizlikler sistemini değiştirmek için gerekli politik iradeyi ortaya koyamadılar.

Abone ol

Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 29 Mayıs’ta yapılan seçimler tarihsel bir önem taşımakta. “Apartheid” sonrası 1994’te yapılan ve siyahların çoğunluğu elde ettiği ilk demokratik seçimlerden bu yana iktidarda bulunan Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) 30 yıl sonra ilk kez çoğunluğu kaybederek, beyazlar ve iş çevrelerinin temsilcisi olarak bilinen Demokratik Birlik’le (DA) koalisyona gitme zorunda kalması, Güney Afrika’da siyahlar ve beyazların iktidarı paylaşacakları yeni bir döneme işaret etmekte.  

Bağımsız Seçim Komisyonu tarafından yayımlanan sonuçlar, 15 Şubat 2018 tarihinden bu yana devlet başkanlığı görevini yürüten, önceki seçimlerde olduğu gibi siyahların yoksulluğunu giderme ve ekonomik alanda gelişimini sağlama söylemlerini yineleyen, ancak beklenen gelişmeyi sağlayamayan Cyril Ramaposha’nın yıllara yayılan politik gücünün çok zayıfladığını ortaya koymuş oldu. Üniversite yıllarından beri “apartheid” direnişçisi olan, iki kez hapse giren, metal işleri sendikasını örgütlemeyi başaran, siyahlarla beyazlar arasında yürütülen müzakerelerde Mandela’nın baş müzakerecisi olarak rol üstlenen, ANC Genel Sekreteri ve 2014’te Zuma’nın başkanlığı döneminde yardımcısı olarak görev yapan,  siyahların iktidarı döneminde ülkenin varlıklı iş adamları arasında anılan Ramaphosa, şimdi artan eleştiriler ve oy kaybı nedeniyle tavizler vermeyi gerektiren kritik bir konuma gelmiş durumda.

ANC, Afrika Ulusal Kongresi’nin yüzde 40,18 oyuna karşılık, ikinci büyük parti durumunda olan DA, Demokratik Birlik’in yüzde 21,81 oyla 30 yıl sonra ilk kez iktidar ortağı olma durumuna gelmesi, siyahların ve Ramaposha’nın hazır olmadığı ülke için yeni bir dönemi başlatmış oldu. Kuruluşunda beyazların partisi olarak bilinen son yıllarda siyahlara da açılan ve ikinci parti durumuna gelen DA, ağırlıklı olarak beyazların yoğun olduğu güneyde Cape Town’un bulunduğu Western Cape eyaletinde iktidarını sürdürmekte. Zenginliğin büyük ölçüde beyaz azınlık elinde biriktiği ve 1994 sonrasından günümüze sermaye ve ekonomik varlıkların dağılımında radikal bir değişim olmadığı göz önüne alındığında DA’nın bölgesinde istikrarlı bir desteğe sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir.

ANC lideri Ramaphosa, 400 sandalyeli parlamentoda, çoğunluğu elde etme ve istikrarlı bir hükümet kurabilmek için, Demokratik Birlik Yanında, Zulu Inkata Freedom Parti ve Patriotic Alliance ve GOOD Parti ile koalisyona gitme durumunda kaldı.

Seçimlere katılan önde gelen diğer iki partiden önceki başkan Jacob Zuma’nın kurduğu yeni partisi MK yüzde 14,58 ve radikal söylemleri ile öne çıkan Julius Malema’nın partisi EFF yüzde 9,52 oranında oy alabildi. Her iki parti lideri de geçtiğimiz yıllarda ANC lideri Ramaphosa ile çatışmalar ve gerilimler yaşamış olmaları nedeniyle her iki partinin de siyahların partileri olsalar da yeni kurulan koalisyonun en sert muhalifleri olmaları beklenmekte.

Zuma’nın partisi MK’nın yüzde 15 oy alarak ülkenin üçüncü partisi konumuna gelerek beklenmeyen bir başarı göstermesi, seçimlerin sürprizi olarak ayrıca önem taşımakta. 2009-2018 yılları arasında başkanlık yapan, başkanlık dönemi değişik yolsuzluk iddiaları ve soruşturmalarla geçen, başkanlık yetkilerini kullanarak hakkındaki soruşturmaları çeşitli yollarla ertelemeyi başaran Zuma, Eylül 2018’de ANC’de yükselen tepkiler ve istifa çağrısı sonrası başkanlıktan istifa etmek zorunda kalmıştı. Yolsuzluk yargılamasında  mahkemeye çıkmaktan kaçınması nedeniyle 15 ay hapis cezası verilen, 2 ay sonra sağlık nedenleriyle tahliye olan, seçimlere katılması yargı tarafından yasaklanan 82 yaşındaki Jacob Zuma'nın seçimlerden altı ay önce kendi bölgesi KwaZulu-Natal bölgesinde kurduğu MK, uMKhonto we Sizwe (Ulusun Mızrağı) Partisi’nin, önemli ölçüde ANC seçmenlerinin oylarını alarak ANC’nin çoğunluğunu engelleyen konumuna gelmesi ayrıca dikkat çekmekte. Jacob Zuma, kendisi hakkında soruşturmalara izin vererek hakim karşısına çıkartan, mahkum ve yasaklı statüsüne sokan, yardımcısı iken kendisinin ardından Başkan olan Cyril Ramaphosa karşısında engelleyici bir muhalefet göstereceği anlaşılmakta. Örneğin; sonuç alamasa da, seçimlerde hile yapıldığı iddiası ile anayasa mahkemesine başvurarak, parlamentonun toplanmasını  engellenmesi talebinde bulundu.

Diğer parti lideri, ANC Gençlik Kolları Başkanlığı döneminde sol radikal söylemlerle ANC’nin politikalarını eleştiren, sistem muhalifi olarak partiden kovulan, kendi partisi Ekonomik Özgürlük Savaşçıları’nı (EFF) kuran Julius Malema ise; madenlerin kamulaştırılması, beyazların elindeki arazilere tazminatsız el konulması gibi radikal politikaları ve ‘’Boerleri vurun’’ adlı ırkçı şarkısı ile tanınan bir politikacı. Ayrıca Zuma’nın yolsuzluklarını gündemde tutarak yargı önüne çıkmasında önemli rolü olduğu bilinmekte,  Ramaphosa’yı ise beyaz varlıklı iş çevrelerinin ve yabancı grupların çıkarlarını koruyan politikaların temsilcisi olmakla ve kendisine çıkar sağlamakla suçlamakta.

Federalizme benzer bir bölgeler sisteminin hakim olduğu ülkede, ANC dokuz bölgeden beşinde yüzde 50’nin üzerinde oy alarak buralarda iktidarını sürdürme şansı bulsa da; diğer bölgelerde koalisyonlara gidilmesi gerekmekte. Bu arada 2009‘dan beri Western Cape yönetimini elinde bulunduran ve bu seçimlerde yüzde 53 oy alan DA, Demokratik Birlik’in bölgede iktidarını koruduğu da görülüyor. Önceki başkan Jacob Zuma’nın KwaZulu-Natal’da 6 ay önce kurulan partisi yüzde 46 ile en yüksek oyu alırken, ANC yüzde 18’de kaldı. Ülke dışında oy kullanan yaklaşık 39.000 seçmenin yüzde 75’i de DA’yı tercih ettiği görülmekte.

Diğer yandan 30 yıllık demokrasi deneyimi olan ülkede, bu seçimlerde en düşük katılım oranı ile 27.7 milyon kayıtlı seçmenin yalnızca yüzde 58,64’ünü oluşturan 16.2 milyon seçmenin oy kullandığı, 1999’da bu oranın yüzde 90, 2019’da ise yüzde 66 olduğu kaydedilmekte.

SÜRMEKTE OLAN SOSYAL VE EKONOMİK EŞİTSİZLİKLER

164 ülkeyi kapsayan Dünya Bankası Küresel Yoksulluk araştırmasına göre; Güney Afrika, en yüksek eşitsizliğin görüldüğü ülke olarak, nüfusun yüzde 10’unun zenginliğin yüzde 80’inesahip olduğu belirtilmekte. Raporda, GA’da apartheid döneminde belli alanlarda yoksul ve kötü koşullarda yaşamaya zorlanan siyahlara uygulanan ayrımcı politikaların günümüzde halen bir biçimde sürmesinin, eşitsizlikleri güçlendirmeye devam ettiği ifade edilmekte.

Al Jazeera tarafından derlenen bilgiler, 20 yıldır iktidarda bulunan ANC’nin sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri gidermede başarısız olduğunu ortaya koymakta. Afrika’nın en gelişmiş ekonomisi olarak bilinen Güney Afrika, sanayileşmenin yavaşlaması nedeniyle artan iş gücü talebine yanıt verememekte, dünyadaki en yüksek diplomalı genç işsizliğinin yaşandığı ülkelerden biri durumuna gelmiş bulunmakta. Genel işsizlik 2023’te yüzde 31 iken 2024’te yüzde 33’e yükselirken: bu kötü durum 15-34 yaş grubunda ülke ortalamasının çok üzerine, yüzde 45,5 oranına çıkmış durumda. Ayrıca, bölgeler arasında işsizlik oranları da büyük farklılıklar göstermekte. Örneğin en fakir bölge olarak bilinen Eastern Cape’te işsizlik yüzde 42,4, North West’te 40,5, Free State’te ise yüzde 38 olarak ölçülmekte. Buna karşılık, ağırlığını beyazların oluşturduğu Demokratik Birlik yönetimindeki Western Cape’te yüzde 21,4 ile ülkenin en düşük işsizlik oranı görülmekte. Northern Cape’te yüzde 28,3 ve KwaZulu-Nata’da yüzde 29,9 oranlarında işsizlik yaşanmakta.  

Ülkede, sınırlı gelişme sağlanmış olsa da, eğitimde de eşitsizlikler sürmekte, siyahların büyük çoğunluğu eksik altyapısı olan, yeterliliği tartışılan öğretmenlerle, internet vb. eksikleri olan okullarda eğitim görmekteler. Bir yanda hiç eğitim göremeyen çok sayıda siyah varken, yükseköğrenimi tamamlayan beyazların sayısının siyahların yaklaşık üç katı olması iyi bir tezat oluşturmakta. Böylece, eğitim ve beceri eksikliği siyahların daha fazla işsiz kalmasına neden olmakta.

Yaygın yoksulluk, işsizlik ve eşitsizlik görünür hale gelirken –doğal olarak- şiddete dayalı suçlar ve örgütlü suçlar da yıllar içinde artış göstermekte. 2022-2023 yıllarına ait polis raporlarına göre, ülke bütününde şiddeti de kapsayan suçlar önceki yıla göre yüzde 7,7 artarak 1,8 milyona ulaşmış durumda. Ortalama her gün 75 kişinin öldürüldüğü ülkede son 10 yıl içinde suçlarda yüzde 60, araba hırsızlığında da yüzde 200 oranında artış kaydedilmiş bulunmakta. İlginçtir, son on yılda hırsızlık ve soygun suçları yüzde 12 artarken, geçmiş yıllarda dünyada en çok taciz ve tecavüz suçlarının işlendiği ülkelerden biri olarak bilinen ülkede bu suçlarda yüzde 5,6 oranında azalma kaydedilmekte.

Öncelikli reform konularından biri olmasına karşın, konut alanında yaşanan eşitsizlik yıllardır giderilemeyen sorun olarak, eşitsizliğin en çarpıcı görünümünü oluşturmakta.  Beyaz azınlık nüfus arazilerin ve servet birikiminin çoğuna sahip kesim olarak yeterli konutlarda yaşarken siyahlar büyük oranda altyapısı olmayan “township” adı verilen basit barakalardan oluşan mahallelerde yaşamayı sürdürmekteler. Kısacası, ANC’nin apartheid sonrası temel amaçlarından olan tarım arazilerin yeniden dağıtılmasında ve ihtiyaç sahibi siyahlara uygun fiyatlı konut sağlanmasında geçen otuz yılda başarısız olduğu görülmekte.

Bütün bunların yanı sıra, siyahların yaşadığı zaten kötü olan konut ve yetersiz alt yapı sorunlarına ayrıca su ve elektrik yetersizliklerinin eklendiği ve kuraklıkla birlikte sorunun çok ciddi boyutlara çıktığı görülmekte. Elektrik sağlayıcı devlet işletmesi olan ve yolsuzluk ve kötü yönetimle anılan Eskom, artan enerji talebini karşılayamamakta, ülkede uzun yıllardır düzenli elektrik kesintileri uygulanmakta. 2023 yılında toplam 289 güne denk gelen 6.947 saat kesinti yapıldığı kayıtlara geçmiş durumda. Elektrik kesintileri doğal olarak ekonomiye çok ciddi boyutlarda zarar vermekte, olumsuz etkileri sosyal alanlara da yansımakta.

Kısaca özetlemek gerekirse; siyahların iktidara geçtikten sonra iş çevreleriyle yakın ilişikler içinde, ticaret alanına katıldığı yolsuzluk ve rüşvet sistemi içinde belli bir siyah zengin elit kesimin geliştiği, apartheid dönemi sermaye ve tarım arazileri birikiminin beyazların elinde bulunduğu eşitsizlikler sistemini değiştirmek için gerekli politik iradeyi ortaya koyamadıkları görülmektedir.

APARTHEİD’TAN GÜNÜMÜZE DEĞİŞİMİN KISA ÖZETİ

Güney Afrika’daki tarihsel gelişmelere ana başlıklar halinde bakıldığında, ırkçı beyaz azınlığın hakim olduğu “apartheid” sisteminin, Johannesburg yakınlarında 1886’da altın madeninin bulunması ile başladığı görülüyor. Kentin hızla büyümesi ve siyah-beyaz ayrımcılığı sonucu 1913 yılında siyahların kırsalda yaşayabilecekleri alanlar belirlendi, onların bağımsız ve kiracı olarak tarım yapma imkanları ortadan kaldırıldı, üstüne üstlük beyazların çiftliklerinde ücretli olarak çalışmaya zorlandılar. 1923 yılında ise bu kez kentlerde siyahların yaşayacağı alanların belirlenmesine geçildi.

1940’lara gelindiğinde çok sayıda siyahın kentlere yığılması ve istihdam yoğunlukları beyazlar arasında ırkçılığı körükledi ve yükselen ırkçı politik iklimde yapılan 1948 seçimlerini ‘apartheid’ı slogan yapan Milliyetçi Parti kazandı. Bu parti, apartheid’ı ekonomik ve sosyal yaşamın her alanına yerleştiren yasalarla beyazlar dışında kalanları ırksal temelde belli bölgelerde yaşamaya zorlayarak ve göç ettirerek büyük sosyal sorunlara yol açtı. 1953 yılında postane, otobüsler, park alanları, tuvaletler gibi kamusal alanlardaki tesis ve araçlar siyah ve beyazlar için ayrı ayrı düzenlendi.

ANC 1912’de kurulmuştu ama 1944’te Anton Lembede, Nelson Mandela, Oliver Tambo öncülüğünde Gençlik Örgütü de kurularak güçlendi. ANC bu örgütle direniş eylemlerine başladı ve beyazlara ait alanlara girme, siyah kimlik kartlarını taşımayı reddetme gibi sürekli eylemler örgütledi.

Irkçı rejime karşı mücadele eden kuruluşların birlikteliğiyle 1955 yılında siyahların politik ve sosyal alanda eşitliğini dile getiren “Özgürlük Bildirgesi” kabul edildi. Irkçı iktidar tarafından vatana ihanet olarak görülen bu olay nedeniyle Nelson Mandela ve ANC’nin 156 üyesi yakalanarak 1956’dan 1961’e kadar yargılandılar. Bu uzun yargılanma yıllarının ardından tüm yargılananlar beraat etti.

21 Mart 1960 günü, Sharpeville’de siyah kimlik taşımayı protesto eden siyahların üzerine ateş açıldı ve 69 kişi öldü, 180 kişi yaralandı. Katliam siyahların yoğun protestolarına yol açtı. Hükümet olağanüstü hal ilan etti ve ANC’yi yasaklama kararı aldı. Bu gelişme üzerine, kuruluşundan elli yıl sonra, ANC silahlı direnişe geçme kararı aldı. Nelson Mandela ve Oliver Tambo liderliğinde oluşturulan silahlı birim 1961-1963 arasında çok sayıda sabotaj eylemi yaptı; ancak, 1963’te tüm lider kadrosu yakalandı; yargılandılar ve ömür boyu hapse mahkum edildiler. Mahkum olan liderler arasında, Nelson Mandela, Walter Sisulu, Govan Mbeki gibi öncü isimler vardı.

1960 yılında BM apartheid’ı insanlığa karşı suç olarak ilan etti, 1970’lerde Güney Afrika’ya karşı ekonomik ambargo çağrısı yaptı, 1980’lerde ise spor, kültürel aktiviteler ve akademik alandaki boykotlar başladı. Bu boykotlar belli bir baskı oluşturdu, ama asıl boykot baskısı ABD’nin 1986’da ekonomik ve mali yaptırımlar uygulaması sonucu görüldü. Güney Afrika ekonomisi ciddi biçimde sarsıldı ve Ulusal Parti, ANC ile müzakere etme olasılığını değerlendirmeye başladı.

1970’lere gelindiğinde siyahların direnişinde gençler ön plana çıktı. Steve Biko tarafından 1969’da kurulan, Siyah Bilinç adlı öğrenci örgütü birçok direnişe öncülük etti. Ancak, lideri Biko, 1977 yılında tutuklandı ve işkence ile öldürüldü. Siyahların kenti Soweto’da, 1975 yılında siyah öğrencilerin bazı dersleri Afrikaaner dilinde almaları istendi. 16 Haziran 1976’da yapılan protestolar polis tarafından ateş açılarak bastırıldı. Soweto ayaklanması siyahların direnişine yeni bir ruh getirdi. Soweto ayaklanması sonrası politik iklim büyük ölçüde değişti; direniş hareketleri şiddetlendi; binlerce kişi öldü; olağan üstü hal ilan edildi. Yurt dışı ve uluslararası kuruluşların baskıları, ekonomik kriz, grevler ve sosyal sorunlarla ülke giderek yönetilemez hale geldi.

1989’da başkan olan, F. W. de Klerk demokratikleşme adımlarını başlatmak zorunda kaldı. Siyahların direnişlerinin belli bir güce ulaşması, sivil toplumun demokratikleşme talepleri, ANC’nin yurtdışı örgütünün uluslararası alanda artan gücü, uluslararası demokratik kuruluşlardan gelen baskılar ve ekonomik güçlükler hükümeti siyahlarla müzakereye zorladı. Diğer yandan, 1980 sonu itibariyle ırkçı yönetimin siyahların direniş güçlerini kıracak güçte olmadığı ortaya çıkmıştı.

Şubat 1990’da, siyasi yasaklar kaldırıldı, siyasi mahkumlar ve bu arada Mandela 27 yıllık tutukluluk sonrası serbest bırakıldı. Apartheid sistemini düzenleyen yasalar iptal edildi. ANC ve diğer partilerle müzakerelere başlandı. Çatışmaların sürdüğü, binlerce siyahın öldüğü bu süreçte, zaman zaman kesilen müzakere ve görüşmeler sonucunda 1993’te geçici anayasa ve seçimler konusunda anlaşmaya varıldı. 27 Nisan 1994’te ilk kez siyahların oy kullandığı seçimler yapıldı ve Mandela demokratik seçimle gelen ilk başkan oldu. Mandela’nın başkan yardımcılıklarına F. W. de Klerk ve Thabo Mbeki getirildiler.

Nelson Mandela, Autobiography, Long Walk to Freedom. Little, Brown and Company, NewYork, 1995

David Welsh, The Rise and Fall of Apartheid, Jonathan Ball Publishers, Johannesburg & Cape Town, 2009

Aparyheid Museum, Understanding Apatheid, Oxford University Press, Cape Town, 2007