Cemal Süreya, bir güvercinin yarılan yüreğinden bir Akdeniz
şehri çıkabileceğini söyler “Cigarayı Attım Denize” şiirinde. Bir
Ortadoğu şehrinin karşımıza çıkması için ise yollara bakmamız
gerekecek. Antep’ten Sana’ya saçılan petrol ve türevi maddelere
bulanmamız gerekecek. Bütün şehirler yolların iki yanına
dizilmiştir. Yolların üstünde ve kenarlarında kirli üstüpüler, yağ
tenekeleri, yakıt deposu iskeletleri, tekerlek parçaları, katran
gölcükleri, hortum kesikleri, “güneşte bir şarkı gibi parlayan”
hurda kalıntıları vardır. Böyledir Ortadoğu. Ama yine de bu dış
görünüş demek.
İç görünüş için çeyrek asır önceye gidilebilir. Avrupa’da
yaşayan Kürt parti liderleri, Günay Aslan’ın yönettiği açıkoturum
için Med TV’nin stüdyosuna toplanmışlardır. Böylesi programlarda
konukların, hatta sunucuların konuşmasına nadiren izin veren
Abdullah Öcalan, telefonla katılıp stüdyodaki liderleri tek tek
selamlar. Hemreş Reşo’ya ise uzun uzun iltifat eder. Sonra Reşo
sözü alıp emperyalizm hikâyesine dalınca Öcalan, Reşo’nun stüdyoyu
terk etmesine yol açan sözü söyler: “Hemreş, Hemreş, hepiniz
Avrupa’ya gidip beni bu Ortadoğu cehenneminde yalnız
bıraktınız!”
Bu Ortadoğu cehenneminde siyaset yapmak, hatta var olmak daha
yaratıcı siyasî hamleler gerektirir. Ancak son yüz yıllık süreç
içinde en büyük yenilgiyi Ermeniler yaşamışsa, en mükerrer
yenilgileri Kürtler yaşamıştır diyebiliriz. Son süreçte Güney’de
yaşanan “yenilgi”yi ise partizan medyalardan okuduk. Bir medyaya
göre PDK (Türkçesi KDP), bir medyaya göre YNK (Türkçesi KYB), bir
medyaya göre ise ikisi birden ihanet edip yenilmişti. Tam o sırada
Sırrı Süreyya Önder de çıkıp “yenilen aslında Kürt sağıdır” diye
buyurdu.
Önder’in sağ dediği PDK pek de sağ değil. Bir kitle partisi. Hem
Güney de öyle buradan bakılıp görülen bir yer değil. İdris
Küçükömer’in sağ-sol formülasyonunun Kürdistan ayağından da söz
edilebilir. Mesela burada Menderes’in DP’si CHP içinden çıktı, ama
Güney’de sosyal demokrat ve sosyalist partiler PDK’nin içinden
çıktı. Burada solun içinden sağ, orada kitle partisi içinden sol
çıktı. Yani ne sağı yaw? Şu kadarını söyleyeyim; laik İzmir
düğünleri bazı PDK’li düğünlerinin yanında türbanlı dolu Bayburt
Grand Manolya Düğün Salonu düğünleri gibi kalır.
Elbette Kürdî çerçeve esastır, ama Kuzey nasıl Türkiye’nin genel
macerasının bir “parça”sı ise Güney de Irak’ın genel macerasının
bir parçası. Bu iki parçada aradaki bütün çatışma, uzlaşma ve
etkilenmelere karşın birbirinden son derece farklı iki sosyoloji
işler. Bu aşamada iki örnekle yetineyim. Kuzeyli Kürt dinciler
IŞİD’den İhvan’a dolaşıp ümmet ve Kudüs aşkıyla cami avlularında
yaka bağır yırtarken Güney İhvan’ı sayılan Yekgirtû, Şengal’deki
Êzidî Kürtler için canını veren kişilerle doludur. Güney
referandumu sürecinde ne kadar solcu olduğuna şahit olduğumuz ÖDP
(“dipnot”a bir bakınız) birinin adını bilmediğimiz iki eşbaşkanla
yönetilirken, PDK Sovyetik bir parti gibi politbüro ve
sekreterlikle yönetilir.
“Tartışmalı bölgeler”, yani Güney Kürdistan’ın işgal edilmiş
bölgeleri, IŞİD’e karşı savaşan pêşmerge tarafından alınmıştı.
IŞİD’in önünden kaçan Irak ordusu bu bölgelerin sınırına tekrar
yaklaşırken, aynı dönemde IŞİD’in önünden kaçan pêşmerge kuzeyden
destek vermişti. Ancak Musul düştükten sonra Şia IŞİD’i olan Haşdi
Şabi söz konusu bölgelerin içine daldı. Pek gösterişli Güney
medyası ise pêşmergeyi küçük düşüren rezil bir sınav verdi.
Rakip taraflar ile her iki tarafı hain ilan eden medyaların
gürültüsünden sıyrılıp bakarsak, Güney’in fiili olarak da ikiye
bölünmesi olgusunu göreceğiz. Güney’i doğu ve batı şeklinde ayırmak
isteyen bu girişimde PDK ve YNK, kendi sınırlarına dönüyorlardı.
PDK 1996’da Saddam’ın Sovyet menşeli tanklarıyla Hewlêr’i nasıl
ezmişse YNK de 2017’de Abadi’nin Amerikan menşeli tanklarıyla
Kerkük’ü eziyordu. Bir tür rövanş! Bu iki partinin tebessümle
anmadıkları bir ortak tarihleri var. Bu tarihin nasıl PDK-Türkiye
uzantısı varsa YNK-İran uzantısı da var. İşte Güney’de iki minik
Kürdistan kurma denemesi, çok daha büyük bir yıkım ve bölünmeye yol
açacak bir “birakujî” (Kürt siyasî lügatinde “kardeş katli/kardeş
kavgası”) girişimiydi. Tuhaf belki ama geri çekilme bunu önledi.
Yani Güney’de birakujî yenildi. Bu durum, rövanşist eski siyaset
tarzının son manevrasıydı diyebiliriz. Güney bu girişimcileri
sessiz sedasız tasfiye ediyor şimdi.
Bu iki partinin ne kadar sağ, ne kadar sol oldukları tartışılır.
İnsanları trafik ışığı direklerine asan medenî İran ile BAAS ve
onun yerli malı versiyonu ulusolculukla kurulduğu iddia edilen
“direniş ekseni” esas alınırsa YNK bu eksende gerçekten. Buna sol
derseniz, Güney’de yenilenin Kürt solu olduğunu söylemeniz
gerekecek. PDK ise Kürt burjuvazisinin bağımsızlıkçı kanadını
teşkil eder. Dolayısıyla sol teoriye göre PDK soldur, ilericidir.
Nihayet ulusal pazar, ulusal burjuvazi filan. Yani Önder iki kere
yanılıyor: 1) YNK kendi küçük Kürdistan’ı için direniş eksenindeki
Abadi ve İran’la anlaştı ve Kürdistanî saflardan ayrıldı; yani
yenilen Kürt solu oldu. 2) Önder PDK’yi sağ sayıp yenik ilan etti,
oysa PDK soldur.
Ortadoğu’da son yedi sekiz yıldır savaş siyaseti yürütülürken
Kürtlerden tek boyutlu bir siyaset yapmalarını beklemek en hafif
deyimle saflık olur. Birbiriyle çıkarları çatışan Kürt
hareketlerinin eskiden iştahla sarıldıkları birakujînin artık bir
“seçenek” olmaktan çıkması, bu süreçten her şekilde galip
çıkacaklarını gösteriyor. Siyasetin farklı imkânlarıyla geniş bir
mecrada akmaları, Kürtlere kazandıran şey olacak. Bir yenilgiden
çok bir geri çekilme var. Tekrar ileriye yüründüğünde karşıda ve
saflarda kimlerin olacağı belli olmaz.
DİPNOT: ÖDP Eş Genel Başkanı Alper Taş,
Güney’deki referanduma yağız bir devrimci olarak Twitter dağlarında
karşı koydu. Partisi de emperyalizmin, emperyalistlerin kurduğu
Irak’ı bölmeye çalıştığını beyan eden bir beyanat yayınladı. Oysa
hikâye şu: Suriye çölünde Faysal diye biri varmış, dört zevcesiyle
beraber Ege’de bir sahil kasabasına yerleşme hayaliyle yaşarmış.
Ama aksilik bu ya, bir gün İngilizler dört yengeyi dört, kendisini
bir deveye bindirerek Bağdat’a getirip Irak’ı kurdurmuşlar. Bonus
olarak da Güney Kürdistan’ı vermişler. Irak dediğimiz yer bu imiş.
Önder ise, yukarıda aktardığım sözlerinin devamında “Kürtlerin
kendisini yönetebilme ihtiyacı olduğunu” söylüyor. Demek hak değil
ihtiyaç. Suret-i haktan görünmek diye buna derler. Tam heval
Sırrı’yı ayakta alkışlarken Taş’ı, rahmetli Lenin’in “Ulusların
Kaderlerini Tayin Hakkı” kitabını kanepeye uzanmış, yakın gözlükle
okurken gördük. Egemen ulusa intisap etmiş olmanın konforuyla hem
bilgili hem de sevimli olduğunu düşündü. Ama burada da farklı bir
hikâye var, arz edeyim: Yerli ve millî solcular pek o kıratta değil
ama ulusların kendi kaderini tayin hakkını (UKKTH) savunmak sadece
solcuğun değil, sağcılığın da ölçütüdür. Hatta UKKTH’yi kabul
etmeyen sağcı olamaz, o derece. Kısaca şöyle diyeyim: Marks
UKKTH’yi savunuyordu. Bazı ulusların bu hakkı sol mücadeleye zarar
verse bile ortadan kalkmıyordu. Mesela Sırp milliyetçiliği, Çarlık
Rusya’sının etkisini Orta Avrupa’ya yaklaştırdığı için olası Alman,
Fransız ve İngiliz işçi devrimlerini tehlikeye atıyordu. Ama bu
durum, söz konusu hakkı ortadan kaldırmıyordu. Marks’ın İrlanda
milliyetçiliğine bakışı ise, ittifak temelliydi. İrlanda’nın ulusal
devrimi İngiliz işçi devrimini hızlandıracaktı. Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği’nin kuruluşunda da bu şablona uyuldu. Hatta
Finlandiya kendi kaderini tayin ederek ayrıldı. Ancak 1936 “Stalin
anayasası”nda ulus olmaya bir ton ölçüt kondu. “Ortak dil”, “ortak
kültür”, “ortak ekonomi” diye uzayan ölçütler, hem tekleştirme hem
de Yahudileri ulus sayıp özerklik vermemeyi esas alıyordu.
Komünistler herkese UKKTH’yi bol keseden dağıttığında kapitalistler
geri kalmamak için 1945’te Birleşmiş Milletler’in ana metnine
UKKTH’yi koydular. Dolayısıyla komünistlerin yavaş yavaş kemküm
ettikleri mevzuya kapitalistler kemkümsüz hak olarak bakmaya
başladı. Yani ki bırak solculuğu, sağlam sağcı olacaksan önce
UKKTH’yi kabul etmen lazım. Velhasıl o gözlüklü solcular
İngilizlerin tahsis ettiği o güzel develere binip Bağdat’taki
direniş eksenine katılabilirler tabii. Biz de bu şekilde solcunun
taşına, sağcının minnoşuna kalmış oluruz!