Günlük dertlerin içinde, zamanı geldiğinde

Erinç Seymen’in “Kīpuka” başlıklı kişisel sergisi, izlediğiniz çok iyi bir film gibi; bütün eserlerin alt metinleri detaylıca birbirlerine düşünülüp bağlanmış. Zaten tüm sergiler böyle hazırlanılıp kürate ediliyor diye düşünebilirsiniz ama bu incelikte kesinlikle olmuyor. Sergideki tüm hikayeleri sırayla anlatmaya kalksam, edebiyat, film referanslarıyla sağlam bir kitapçık olur.

Irmak Özer heyirmako@gmail.com

Yurt dışında okuduğum zamanlarda tanıştığım, Medellín, Kolombiya’da doğmuş ve yaşayan bir arkadaşım gelmişti İstanbul’a. Bir meyhanede sohbet muhabbet ederken, yan masadan arkadaşımın Medellínli olduğunu yakalayıp Netflix’te biraz da güzellemesi yapılan Pablo Escobar’ın hikayesi olan 'Narcos' dizisinden bahsetmişlerdi. Kolombiyalı arkadaşım çok sinirlenmişti. Çocukluğunu, ailesinin, o şehirde yaşayan herkesin gençliğini kabusa çeviren bir suçlu, şimdi hikayesinin üzerinden para kazanılmak üzere güzelleniyordu; 'Açın gözlerinizi', demişti 'Narcos' dizisini övenlere. Açmak zor. Biz, bize uygun görüleni görürüz çünkü.

Bir şeyler yapıyoruz hep. Bir şeylerle meşgulüz. Kafamızı kaldırıp etrafımıza bakamayız. Etrafa baktığımızda göremeyiz ya da bize gösterilmek istenileni görürüz. Çalışırız ve harcarız. İstenilen şekilde. Erinç Seymen, Galeri Zilberman’daki son sergisi Kīpuka’da gezerken, insanın içinde felaket ve acı görmekten zevk alan "vahşi bir eğlence hayvanı" olduğundan bahsettiğinde bu anlattığım an aklıma gelmişti. Birileri felaket seyretmekten zevk alırken, diğerleri de felaketi paraya çevirmekten zevk alıyor.

Aynı dizide Pablo Escobar, kaçak döneminin sonlarına doğru kızının ısınması için para yakıyordu mesela... Önce bu hikayenin bizzat kendisi, sonra sahnesi efsane olmuştu. Escobar’ın o uğruna suçlar işlediği, insanlar öldürdüğü, ülkeyi birbirine kattığı parayı yakmak zorunda kalması... Konu hayatta kalmak olunca, en çok sevdiğin şeyi bile yakarsın. Her materyal anlamsızlaşır bir anda... Erinç Seymen’in sergisine de yakılan bir piyano heykeli ile giriyoruz. "Kontrol edemediğimiz bir felaket halinde, en değer verdiğimiz, en kıyamayacağımız eşyalarımız bir anda 'Iskarta'ya çıkar" diyor, Seymen.

Hikayeye biraz ortasından girdim ama; Seymen’in sergisi 'Kīpuka', ismini Hawaii dilinde kaos ve felaketin ortasında hayatta kalan ve korunan, magma akıntılarının arasında oluşan kara parçalarından alıyor. Patlayan yanardağlar arasında hayatını sürdürüyor halk. Aslında bütün dünya bir nevi patlayan krizler arasında hayatımızı sürdürüyoruz. Ekolojik, sosyolojik felaketler, sağlık sorunları, iklim felaketleri yakamızı bırakmıyor. Tüm dünya nüfusu olarak metaforik lav akıntıları arasında mahsur kalmış gibiyiz. Birileri bu felaketler zinciri içinde algımızı kontrol ediyor, bizi çeşitli masal ve meşguliyetlerle "uyutuyor". Sergideki kocaman bir yastık heykelinin içerisinde, resimde hamakta huzurla uyuyan bir çocuk görüyoruz, arkasında lavlı yanardağlar... "Kıyamet dini kitaplara göre bir günde olacak ama biz fark etmeden, yavaş yavaş felakete gidiyoruz", diyor sanatçı. Kıyameti kontrol altına almak için safsatalarla avutuluyoruz çoğu kez. Seymen, 16. yüzyılda yaşamış yayıncı Pieter van der AA'nın sipariş verdiği gravürleri referans alıyor. Sanatçılarını ne yazık ki bilmediğimiz bu gravülerin her biri üzerinde yaklaşık 4 ay çalışarak kağıt üzerine mürekkepli kalemle gravürleri kopyalayıp Tanrılar ve Felaketler, Tantalus'un Kolları olarak yeniden adlandırıyor eserleri. Kopyalanan tarafta günlük hayat sürüp giderken, tepede Seymen’in yeni kurgulayıp eklediği renkli figürler, güneş ve ay, tanrılar savaşıyor. Akıl ve duygu, bankalar ve dini teşkilatlar savaşırken insanlar fani, gündelik işleriyle meşguller hep diyor Seymen.

Sergide anlatısal olarak en etkilendiğim işlerden biri, Gençlik Neşesi. Seymen, gamsız olarak gençlerin durumuna istatiksel olarak olarak baktığımızda dehşete düşülecek rakamlara dikkat çekiyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2019’da yayınladığı istatistiğe göre 15-29 yaş arası gençlerde dördüncü ölüm sebebi intiharmış. Eser, adını ironik bir biçimde anlamı gençlik şansı, neşesi olan Jugen-Glück isimli bir çocuk dergisinden alıyor. Gençlik Neşesi’nin hemen yanı başında çizgi filmlere gönderme yapan başka bir eser bulunuyor hikayenin devamını getiren. Çizgi filmlerde ne olursa olsun gerçek dışı bir tatlıya bağlanma hali olur. Kedili, fareli, kuşlu çizgi filmlerde kedinin kolu kopar, farenin canına okunur ama herkes tek parça hayatına mutlu mutlu devam eder. "Devletler de felaketler karşısında bu şekilde bir tavır takınıyor" diyor, Seymen. Uzuvlarımız kopsa acayip şeyler olsa da hiçbir şey olmamış gibi davranmamız bekleniyor.

Bu sergi, izlediğiniz çok iyi bir film gibi; bütün eserlerin alt metinleri detaylıca birbirlerine düşünülüp bağlanmış. Zaten tüm sergiler böyle hazırlanılıp kürate ediliyor diye düşünebilirsiniz ama bu incelikte kesinlikle olmuyor. Sergideki tüm hikayeleri sırayla anlatmaya kalksam, edebiyat, film referanslarıyla sağlam bir kitapçık olur. Ben son iki esere değineceğim, gerisini sizlere gezip görmek için bırakacağım. Sondan birinci, sanatçının önceki eserlerini bilenlerin yakalayabileceği tam bir Erinç Seymen imzası; mitolojide Tartarus’un hikayesinden referans alan bir sandalye resmi. Bu sandalyede işlevini kaybetmiş bir iktidar görüyoruz; hareket kabiliyetini kaybetmiş, sadece kolları kalmış bir baba figürü, sandalyeye yapışmış duruyor ve hükmediyor. Diktatörlükleri daha iyi ne anlatabilir? Seymen’e bu resimdeki kişisel tarzına yeni eklenen renkleri soruyorum; "20’li 30’lu yaşlarımda keşiş gibi sürekli çizim yaptığım dönemler birleşti ve bir patlama yaptı" diyor. Bu resimdeki patlama hoşuma gidiyor, yerleştirmeler için henüz çok emin değilim... Erinç’in tarzına o kadar alışmışım ve sevmişim ki yeni deneyimler, hem beni biraz zorluyor hem de biraz pişmesi gerekiyor sanki... Mesela bahsettiğim Kipuka işinde yastık küçülse, resim daha ön plana çıksa daha iyi olur diye düşünüyorum. Ya da gravür üzerine yapılmış resimlerin yerleştirmeleri galeri mekanında hikayenin atmosferini hissettirmek için o mekanda doğru bir iş ama mekan dışında gerekli mi, emin değilim. Bu yorumları, sanatçıyı uzun zamandır izlediğim için yapıcı bir yorum olarak yapıyorum; yoksa bir sanatçının yeni deneylerine tanık olmak, aynı kalmadığını bilmek her zaman güzel.

Ve böylece geliyoruz serginin sonuna: Plan C. A ve B opsiyonlarını tükettiysek her zaman bir C planı var. Uzun zamandır sivil toplum kuruluşlarında yer almış Erinç, hayata, topluma karşı umudunu koruyor; ortak akla dönüşe inanıyor. Bir erkek sırtı uğurluyor bizi galerinin kapısından çıkarken. Rengarenk bir blueprint var sırtında bize LGBTİ+ bayraklarını hatırlatan. "Dert çeksen de işkence görsen de renkli bir örgütlenme ile tekrar düze çıkabiliriz, betonu delen bir bitki çıkarabilir, hayata dönebiliriz" diyor Erinç Seymen. Son raddeye gelmek biraz zordur; hayata bakışımı değiştirmek, genişletmek kendi adıma ancak hayatın kıyısına geldiğimi fark ettiğim kişisel bir mücadelenin sonunda oldu. Toplumsal olarak bu raddeye gelmek evet çok daha zaman alıyor ve evet, günlük dertlerdeyiz ama beraberiz; zor de olsa, gerçekten vakti geldiğinde beraber hareket edebiliriz...

Erinç Seymen’in "Kīpuka" başlıklı kişisel sergisini 2 Ağustos’a kadar Beyoğlu, Mısır Apartmanı, Galeri Zilberman’da.

Tüm yazılarını göster