Anderson’ın beni kalbimden vuran sergisi, fotoğrafçının üç kitabını Family Triology – Aile Üçlemesi adı altında sergiliyor. Atlas, Pia, Marion. Oğlu, kızı ve eşi. Evlerindeyiz; günlük bir hayata bakıyorsunuz. Kahvaltı ediyorlar, balkondan bakıyorlar, ders çalışıyorlar, oyun oynuyorlar… Güneşin yüzlerine yansıması, vücutlarının kıvrımları, öylesine kumsalda yatışlar…
Gerçekten birini sevmek, birine sevgiyle bakmak nedir? Birinde küçük detayları görmek ve özellikle onları sevmek bence. Birilerini sadece ailemiz olduğu, bir şekilde arkadaş ya da sevgili oluverdiğimiz için sevmemiz oldukça eksik bir kavram. Sevdiğimiz insanların kendilerine has hareketleri, küçük alışkanlıkları neler, kahkahalarını düşündüğümde duyabiliyor muyum, üzüldüklerini yüzlerinden anlayabiliyor muyum, neye mutlu olurlar, nasıl giyiniyorlar, ne yaparken en mutlular… Ben bu insanların günlük hayatlarını, küçük alışkanlıklarını, yüzlerindeki bir kıvrımı fark edecek kadar dikkatimi, ilgimi verdim mi onlara?
Bugün anlatacağım sergiyi görüp kalbimden vurulduktan bir hafta sonra Tara Westover’ın Talebe kitabını okumaya başladım. Sergi de kitap da bir nevi aileyi anlatıyor. Birinde fotoğraflara bakarken yayılan dalga dalga sevgiyi hissederken, diğerinde yıkıcı, parçalayıcı, hükmedici bir sevgiye tanık oldum. Talebe isimli kitapta, aşırı bağnaz bir aileden gelen Tara Westover’ın ailesine rağmen kendini eğiterek tamamen kendi vizyonu ve olağanüstü çabasıyla (inanılmaz ama gerçek) Cambridge’ten doktoralı bir tarihçi olmasına giden gerçek hikayeyi okuyorsunuz. Kitap boyunca yazarın, kendisini engellemeye çalışan, kendisini sürekli tehlikeye atan, hatta kendisini istismar eden ailesine olan kırık sevgisine ve bir türlü bundan kopamamasına tanık oluyoruz. Ailesi de inandıkları akıl almaz dogmaları “sevgiden” Tara’ya dayatmaya çalışıyorlar ve onun ruhunu şeytandan kurtarmaya çalışıyorlar. Bu kitabı okurken dehşete düştüğüm kadar sevgi hakkında da düşündüm. Birini sevmek, onu tamamen olduğu gibi sevmek, özgür bırakmak, kendini gerçekleştirmesini desteklemek aslında…
SEVGİNİN İFADESİNİN GÖRSEL KAYITLARI
"Bu hiçbir zaman bir tür yaratıcı deneme olmadı. Bu fotoğraflar sevginin ifadesidir... o ifadenin bir kaydıdır. Onlar, anılardan daha fazlasıdır."
Christopher Anderson
Fotoğrafçı Christopher Anderson Magnum Photos’un tanımına göre “duygusal açıdan yüklü, ustalıkla çizilmiş” fotoğraflarıyla tanınıyor. 1970 doğumlu Anderson, fotoğrafçılık kariyerine yerel gazetelerde başlamış. Fotoğrafçının üne kavuşması, 2000 yılında New York Times Magazine'de görev aldığı sırada 44 Haitiliyle birlikte ABD’ye yelken açmaya çalışan ve yolculuk sırasında batan küçük bir ahşap tekneye binmesiyle olmuş. Olaylar sırasında çektiği fotoğraflarla prestijli bir altın madalya ödülü alan Anderson, bunun ardından Newsweek ve National Geographic için çalışmış ve haber ve savaş fotoğrafçılığından başka bir safhaya evrilen kariyeri, Barack Obama’dan Lady Gaga’ya kadar ünlü isimlerin portrelerini çekmeye kadar uzanmış. Magnum Photos'un üyesi olan Anderson, dört fotoğraf monografisinin de yazarı.
Anderson’ın beni kalbimden vuran sergisi, fotoğrafçının üç kitabını Family Triology – Aile Üçlemesi adı altında sergiliyor. Atlas, Pia, Marion. Oğlu, kızı ve eşi. İsviçre’nin göl kıyısının en çok tadına varabileceğiniz yerlerinden biri olan, iki senede bir fotoğraf festivali (Images Vevey) düzenleyen tatlı şehri Vevey’de, bahsettiğim festivalin organizatörlerine ait L’Appartement isimli bir mekandaydı sergi. L’Appartement isminden de anlaşılabileceği gibi bir ev. Tren garının üst katında, muhtemelen eskiden lojman, şimdi sanat alanı olarak kullanılan, pencerelerinden baktığınızda gelip geçen trenleri, bekleme salonundaki insanları izleyebileceğiniz pek hoş bir mekan. Bir aile hikayesinin bu mekanda anlatılması, sanki ailenin iç dünyasına giriyormuşsunuz gibi hissetiriyor. Her odada bir aile üyesinin fotoğrafları var. Hatta tuvalette de köpeklerinin… Aile üyelerinin fotoğraflarda özel yaptıkları hiçbir şey yok… Evlerindeyiz; günlük bir hayata bakıyorsunuz. Kahvaltı ediyorlar, balkondan bakıyorlar, ders çalışıyorlar, oyun oynuyorlar… Güneşin yüzlerine yansıması, vücutlarının kıvrımları, öylesine kumsalda yatışlar…
Christopher Anderson, 2008 yılında ilk çocuğu Atlas’ın doğumundan sonra gazetecilik ve dergi çalışmalarından uzaklaşarak daha çok kişisel deneyimine yakın konulara yönelmiş. Bu konular arasında ailesi yokmuş aslında. Doğumundan sonra oğlunu bir fotoğrafçı olarak değil, bir baba olarak fotoğraflamış. Yiyor, içiyor, uyuyor, birşeylere ilgi duyuyor… Bildiğiniz kareler. İki yıl sonra aslında bu fotoğrafların da sanatsal üretiminin bir sonucu olduğunu fark etmiş. “Başkalarının duygusal deneyimlerini belgelemek için uzun yıllar boyunca yoğun bir şekilde seyahat ettim. Sanki fotoğrafını çektiğim her şey beni bu projeye hazırlamış gibi geliyor. Bu fotoğraf serisinin benim en önemli çalışmam olduğunu düşünüyorum, onlar sevginin bir kaydı ve hayatın mevsimsel doğasının bir yansıması,” diyor Anderson. Böylece Son (Oğul) kitabı ortaya çıkmış. Anderson’ın kızı Pia doğduğunda, zamanı durdurma ve bu yeni hayatının bir anının bile kayıp gitmesine izin vermeme çabasını sürdürmeye karar vermiş fotoğrafçı. Son kitaba ve sergideki odaya geldiğimizde bu albümlerde anne ve ortak olarak yer alan Marion’ın artık başrole geçtiğini, kadınlık hallerinin ve eşinin ona olan aşkının yansımasını görüyoruz. Sanki kapının arasından özel hayatlarına, mahremiyetlerine bakıyoruz biraz da.
Aile üyelerinin karakter farklılıklarını fotoğraflardan çok rahat seçebiliyorsunuz; dolayısıyla üç kitap da hem aynı hafiflik ve hoşlukta, hem bambaşka. Fotoğrafları favorim olan Pia’nın zaman zaman doğal halinden çıkıp fotoğraf çekilmeyi bir oyun haline getirmesi, pozlara girmesi yansımış sergiye. Pia, kendi karakterinin kontrolünü ele alırken, görüntüler bir baba-kız ilişkisinin yanı sıra fotoğrafçı-konu işbirliğini de yansıtıyor, demiş Christopher Anderson. Bir yandan da bu fotoğrafları melankolik de bulmuş. Zaman geçiyor hakikaten, güneş batıp yeniden doğuyor ve biz büyümüş çocuklara, değişmiş insanlara uyanıyoruz.
Hayatta en gıcık olduğum şeylerden biri elalemin hiç ilgilenmediğim çocuklarının fotoğraflarının burnuma sokulmasıdır. Vallahi dümdüz çocuk işte; o çocuk sana aşırı şirin, sana aşırı ilginç, bana değil. Anderson’ın fotoğrafları, asla “Alın da bakın, ne süper çocuklarım var,” hissiyatını yaratmıyor. Fotoğraflar, aileyi bir realite şov gibi de sergilemiyor. Bir babanın, bir eşin sevgisinin çok naif, teninize değen ipek gibi tatlı bir his uyandıran yansıması hakikaten de. Pek hoş, akşamüstü güneşi hissiyatı yaratan kısa bir film adeta. Seven bir insanın gözünden sevdiklerinin günlük hayatlarının, sevdiği küçük detaylarının yansıması. Eğer ben bir aile kuracaksam, işte böyle sevgi dolu, özenli olsun dedirten bir kısa film. İzlemez misiniz?
Pia (2020), Son (Genişletilmiş Baskı:2021) ve Marion (2022) kitapları, Stanley/Barker Limited yayınevinden çıkmış. Favorim Pia çok hızlı, diğerleri de bir hayli hızla tükenmiş, şimdi tek tük birkaç sitede altın fiyatına bulabiliyorsunuz. Yeni baskıları hevesle bekliyor ve tavsiye ediyorum.