Günü mü kurtaracağız geleceği mi?

Şimdi bir uyanış şart. Özellikle 14 Mayıs seçimleri öncesinde bu dönüşümü konuşmak ve istemek için tam da doğru zamandayız. Toplumun çoğunluğu bu değişimi istiyor, bunun gerekliliğine katılıyor.

Abone ol

Eser Atak*

Yaşadığımız depremle bir uyanış başladı, içimizdeki insanlığın uyanışı...

Tek tek bireyler olarak ve tüm toplum olarak sorgulamaya başladık. Neden öldük? Kim sorumlu? İçinde yaşadığımız binalarımızı neden sağlam yapamadık? Şehirlerimizi niye yanlış kuruyoruz? Şehir toprakları ve içindeki yapılar sadece alış satışa konu edilen yerler mi olmalıdır? Neyi yanlış yaptık da bu kadar büyük bir acı ve yıkım yaşadık ve şimdi ne yapmalıyız ki tüm bunlar bir daha yaşanmasın?

Ben eminim ki 6 Şubat tarihi itibariyle tüm Türkiye’de herkesin aklında bu sorular var ve kendine şunu söylüyor; “Bir dönüşüm, değişim şart! Yeni bir şeyler yapmak gerekiyor.”

Peki ne yapacağız?  

AFETİN DOMİNO ETKİSİ

Aslında içimizde kabaran bu dönüşme arzusu yeni de değil, tarihte pek çok örneği var.  1755’de yaşanan Lizbon depremi… Tarihte bilinen en yıkıcı depremlerden biri…

9.0 büyüklüğündeki o depremde 50 binin üzerinde insan yaşamını yitirmiş, 200 bin olan şehir nüfusunun dörtte biri yok olmuş. Hemen sonrasında yaşanan tsunami ve onları tetikleyen yangınlar, dönemin metropol ve liman şehri Lizbon’un yüzde 85’ini yıkmış ve hatta tüm Avrupa’yı etkilemiş. Bu kadar can kaybı ve bu kadar önemli bir şehrin neredeyse tamamen yıkılmasından sonra insanlar tıpkı şu anda bizlerin kendi kendine sorduğu soruları sormuş. Neyi yanlış yaptık? Bir daha böyle bir acı ve yıkım yaşamamak için ne yapmalıyız?

İşte Avrupa’daki büyük toplumsal değişim de bu sorulara yanıt arama çabalarıyla başlıyor. Lizbon Depremi, Avrupa tarihinde felsefi, teolojik ve doğa bilimleri açısından önemli bir dönüşümün de başlangıcını oluşturuyor. O tarihe kadar depremlerin Tanrının insanlara cezası ve bir “kader planı” olduğuna inanılırken bu felaketten sonra, Avrupa’daki kilise kurumu dahil neredeyse tüm toplum, bu tür afetlere “akıl ve bilim” çerçevesinde yaklaşarak araştırmak ve incelemek gerektiğini kabul ediyor. Hatta bazı kaynaklara göre, modern yer bilimlerinin temellerinin atılışı; Jean-André de Luc, Horace-Bénédict de Saussure gibi bilim insanlarının “jeoloji” terimini kullanışı ve bu bilimin popüler oluşu bu dönem ile başlıyor. Depremin yıkıcı etkisi sonrası herkes kendine bir ders çıkarıyor, toplumda bu depremin etkileri konuşuluyor, kulaktan kulağa sorunların çözümü için çareler aranıyor. Kısacası her aşamada sorgulama devreye giriyor. Sanayi Devrimi, Aydınlanma Çağı ve Fransız Devrimine giden bu süreçte eleştirel düşüncenin temelleri atılıyor ve her tür güç ve iktidar kavramını sorgulayan, hesap soran yurttaş dönemi başlıyor. Hatta, kıta Avrupa'sının devletin yurttaş için var olduğu düşüncesini içselleştirmesinin temellerinin Lizbon Depremi’nden sonra atılmış olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Voltaire gibi bir aydınlanmacı, Kant gibi bir eleştirel felsefeci, Lizbon depreminden hareketle, depreme ilişkin geleneksel bakış açısını, iktidar kavramını, hatta o dönem tüm gücü elinde tutan kilise kurumunu hedefe koyarak, bu yıkımın toplumsal yönüne dikkat çekiyor. İşte böylece bir nevi Avrupa için aydınlanma çağı başlıyor. Tüm bunların yaşandığı tarih 1700’lü yılların ortaları!

Maalesef her afet, Lizbon Depremi gibi hızlı ve temelden toplumsal değişimleri tetiklemiyor. Bizim yaşadığımız 1999 Marmara depremi örneği… Afetin hangi koşullarda meydana geldiği, değişmesi gerekenlerin değişimin önünde ne kadar güçlü durduğu/inat ettiği, bu değişim konusunda yurttaş iradesinin ne kadar istekli olduğu ve sürekliliği gibi birçok faktör var elbette… 1999 depreminden hemen sonra, depremin basında nasıl ele alındığını inceleyen akademik araştırmalar, toplumda yoğun bir farkındalık ve dönüşüm için istek yaşandığını ama sonrasında ne yazık ki bu sürecin beklenen bir toplumsal değişime yol açmadığını gösteriyor (Akgüngör; 2010). Baktığımızda, 99’dan sonra değiştirilen sadece İmar Yönetmelikleri oldu. Oysa değiştirmemiz gereken o yönetmelikleri uygulayacak ve uygulatacak insanlardı, yani yurttaştı, yani toplumdu. O gün o dönüşüm yaşanabilmiş olsaydı, belki 24 yıl sonra bugün tüm ülke olarak bir depremin daha büyük acısını yaşamazdık.

KÖKLÜ ADIMLAR ŞART

İşte bu yüzden tam da şimdi bir uyanış şart. diğer bir açıdan özellikle 14 mayıs seçimleri öncesinde bu dönüşümü konuşmak ve istemek için tam da doğru zamandayız. toplumun önemli bir çoğunluğu bu değişimi istiyor, bunun gerekliliğine katılıyor. Anlaşamadığımız, hangi konu/başlık nasıl değişecek ve ‘benim mevcut konumumu bozan bir şey var mı?’ soruları... İşte buralarda herkesin “tamam” dediği ve taşın altına elini koyacağı topyekün bir ortam sağlayabilmek ve bu yükü toplumsal bir rıza ile hep birlikte paylaşmamız gerekiyor. Toplumsal değişim böyle oluyor.

Tüm bunlardan yola çıkarak gerçek bir iyileşme ve dönüşüm için atılması gerekli ilkesel köklü adımlar var;

- Öncelikle tüm toplum olarak kentsel toprakları ve üzerindeki yapıları sadece üzerinden para kazanılacak yerler olarak gören rantçı-kapitalist politikalara karşı şehirlerin yaşam değerini esas alan, kamu yararını çoğaltan, yaşanabilir kentlerden yana tavır almalıyız.

- Mesleklere ve uzmanlıklara saygı duyup bunları siyasetçilerin ve güçlülerin müdahalesine açık olmaktan uzaklaştırmalıyız.

- Eğitim sistemimizi baştan sona gözden geçirerek akıl ve bilimi esas alan, öğretmenleri iyi yetiştiren ve bu mesleğe hak ettiği değeri veren niteliğe kavuşturmalıyız.

- Toplumsal kabullerimizi, alıştığımız davranış biçimlerini sorgulamamız ve her alanda doğru, eksiksiz, düzgün, çalmadan, kaçırmadan iş yapmayı öğrenmemiz gerekiyor. Bu da erdemli insanı önceleyen bir eğitimin yanı sıra kuralların herkese eşit uygulandığı bir sistemi kurmamızı kaçınılmaz kılıyor.

- Son olarak esas ve kalıcı çözüm ise büyümeye ve daha çok kâr etmeye dayalı bu ekonomik sistemi değiştirerek gelir dağılımındaki eşitsizlikleri ortadan kaldıracak, varlıkların ve üretilen değerlerin adil paylaşıma olanak verecek yeni bir düzen kurmaktan geçiyor.

TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM HEP BİRLİKTE MÜMKÜN

Aslında tüm olan biten, kamusal alanda ve gözümüzün önünde gerçekleşiyor ve yurttaşımız birçok şeyin farkında. Şimdi, kalıcı değişiklikler ve toplumsal dönüşüm için sahip olduğumuz tüm yetenek ve becerilerimizi birleştirerek tüm gücümüzle mücadele etme zamanı! Dönüşüm ve kalıcı değişim istiyorsak ödenmesi gereken bedelleri hep beraber ödeyeceğiz. Yasa koyucular, sivil inisiyatifler ve yurttaşlar olarak bunu hep birlikte yapmalıyız. Ya hep beraber uyanacağız ya da hep beraber büyük bir enkazın altında kalacağız.

Yurttaşlar olarak bugün bizlerin, ileride çocuklarımızın ve torunlarımızın güven içinde yaşayabileceği bir Türkiye için bugün, hemen toplumsal olarak dönüşmeye başlamak mı, yoksa daha kolayı seçerek hep alıştığımız “normale” dönmek mi?

Yapmamız gereken, tüm olan bitenin sorumluları olup ama hiç utanmayanların karşısında HEP BERABER DEĞİŞEREK/DÖNÜŞEREK, HEP BERABER ELEŞTİREREK, HEP BERABER İNATLAŞARAK, korkmadan mücadele etmek!

*Y.Şehir Plancısı / TİP İzmir Milletvekili Aday Adayı