Günümüz Türkiyesi'nde kent nasıl inşa edildi?
Bülent Batuman'ın görsel olanı mekânla buluşturup kentsel politika çalışmalarını zenginleştirmenin imkânına işaret eden kitabı 'Kentin Suretleri' raflarda yerini aldı. Batuman’ın çalışması sunduğu detaylı tartışmanın ötesinde, sunuş ve araştırma biçimiyle kent mekânına ilişkin eleştirel düşüncenin üretimine dair iyi bir model sunuyor. Bunu yaparken de hem akademik niteliği koruyup hem de genel okuyucu kitlesince anlaşılabilir bir dil kullanmayı başarıyor.
Yiğit Acar
Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak günümüze kadar gelen bu incelemede, Bülent Batuman, film, fotoğraf, kartpostal, karikatür gibi gündelik hayatın birer parçası olan görsel kültür ürünlerinin arkalarında yatan üretim süreçleri ile Türkiye’nin mekân üretim pratiklerini paralel bir biçimde okuyarak mekan-politik tezler sunuyor. Kentin Suretleri, mekân, görsel kültür, politika ve toplum ilişkileri üzerine çalışmalara dünya literatüründe sıklıkla rastlasak da, Türkçe yazında benzeri yok denebilecek kadar az olan bir çalışma. Hatta aynı kapsamda Türkiye üzerine, İngilizce üretilmiş yayınların daha fazla olduğunu söylemek de abartılı olmayabilir.
KENTSEL TAHAYYÜL, MEKAN TEMSİLLERİ VE GÖRSEL POLİTİKA
Bu üç kavram kitabın izleğini oluşturuyor. Kitabı oluşturan her bir makalede birbirine paralel işlenen bu temalar iç içe geçmiş bir biçimde birbirlerini dönüştürerek gelişiyorlar. Toplumun aklındaki kent imgesi biçim değiştirdikçe, popülist veya toplumcu siyaset söylevleri değişiyor; söylev değiştikçe hem kültür endüstrisince hem de siyasilerce kullanılan temsil biçimleri değişiyor, tüm bu döngü içinde toplum ve kent birbirini biçimlendirerek varlıklarını sürdürüyor. Batuman bu döngüyü dönemlere ve görsel kültür ürünlerinin türlerine göre birbirinden ayrılan altı bölümde inceliyor.
GENÇ TÜRKİYE'NİN RESMİ VE GAYRİ RESMİ TEMSİLLERİ
İlk bölüm Cumhuriyet'in ilk yıllarında devlet eliyle oluşturulmaya çalışılan kent imgesine değiniyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu yıldönümü anısına Sergey Yutkeviç ve Lev Arnstam’ın yönetmenliğiyle üretilmiş, Ankara: Türkiye’nin Kalbi filmi ve Othmar Pferschy’nin Sergi Evi’nde 1936’da sergilenen Ankara’da Yeni Mimari sergisi bu bölümün ana inceleme konularını oluşturuyor. Batuman, bu iki çalışmanın hem içerikleri hem de üretim ve sunum biçimlerini inceleyerek genç Cumhuriyet'in kendi kendini temsil edişi üzerine bir tartışma geliştiriyor.
Batuman ilk bölümde devletin geçmişten gelen mekânlarını, insanlarını ve yeni mekanlarını ilişkilendirmek ve sunmak konusundaki çelişkilerini tartıştıktan sonra, ikinci bölümde yerel kartpostallar ve kartpostalın bir alt türü olarak fotokartlar üzerinden yine aynı döneme dair başka bir anlatı geliştiriyor. Devletin temsillerinin aksine küçük ölçekli girişimciler tarafından üretilen fotokartlar bizlere aynı döneme daha özgür bir bakış açısı sunuyor.
Birinci ve ikinci bölümün birlikteliği bizlere devletin kendi kendini temsili ve bireylerin devleti temsiliyle ilgili bir tablo sunuyor. Devletin temsil çabasındaki bazen tuhaflaşabilen ciddiyet bize genç Türkiye’nin kendi vatandaşları ile kurduğu ikircikli ilişkiye dair ipuçları sunarken, vatandaşların kendi yazıları ve devletten bağımsız temsil biçimlerinin bazen bilinçli bazen bilinçsiz serbestliği belki de daha objektif bir gerçeklik resmediyor.
TOPLUMSAL BELLEKTEKİ YARALAR
Batuman üçüncü bölümde Türkiye Cumhuriyeti’nin belki de günümüzün şekillenmesinde en önemli etkileri olan dönemini, 1950 sonrasını, bu sefer Yeşilçam sinemasının ürünleri üzerinden okuyor. Acı Hayat, Gurbet Kuşları, Sevmek Zamanı gibi klasik filmler üzerinden hızlı kentleşme, sosyal-eşitsizlik, sınıf çatışması ve doğu-batı çatışması gibi derin kavramların dönemin popüler kültürünce nasıl ele alındığını inceliyor. Önceki bölümlerdeki gibi sadece filmlerin içeriği değil, bu sefer aktörlerin kendi hayatlarını ve yaşadıkları mekânları temsil etme çabaları üzerinden toplumun mekâna dair arzu ve tahayyüllerini tartışmaya açıyor.
Yetmişlere gelindiğinde ise Batuman çalışmasının ana odağını dönemde büyük izler bırakmış olan toplumcu siyaset tartışmalarına kaydırıyor. Ana objesi karikatürler olan bu bölümde 1950’lerin sonu ve altmışlar boyunca köyden kente göçün temsilleri ile başlayan anlatının önce çarpık kentleşmenin ve siyasetçilerin basiretsizliğinin bir eleştirisi halindeyken, yetmişlerin sonuna gelindikçe karikatürlerin içeriğinin sınıfsal bir içerik kazanması anlatılıyor. Tan Oral ve Selçuk Demirel gibi dönemin tanınmış mimar-karikatüristlerinin üretimlerinin yanı sıra mimarlar odasının kente ve meslek pratiğine dair söylevlerinin toplumsal bir zemine kayması ve bu süreçte Mimarlar Odası’nın ürettiği yayınlar bölümün ana nesnelerini oluşturuyor.
Üç ve dördüncü bölümler birlikte ele alındığında kentsel adaletsizliğin temelleri ve buna karşıt mücadeleye ilişkin bir anlatı ortaya çıkıyor. Türkiye’nin toplumsal belleğinde derin izleri olan bu dönem köyden kente göç, kentli-köylü, zengin-fakir, patron-emekçi, gibi kavramların arasındaki gerilimin zirveye çıktığı bir dönem. Tüm bu çelişkiler içinde arabesk kavramının ortaya çıkması da tesadüfi değil. Aynı gerilimin mekânsal yansımasının ise gecekondu-apartman ikiliği olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönemi Batuman bir tarafta popülist-popüler kültür üretimi üzerinden okurken, mimarlar odasının bir Yeşilçam ürününe kıyasla çok daha küçük bir kitleye yayılan kültürel üretimleriyle yan-yana koyarak kitle siyaseti-medya ilişkisine dair önemli bir tartışmanın kapısını aralıyor.
Beşinci bölümde bu sefer tartışma günümüz siyasi ortamının bir “altlığı” olarak doksanlara odaklanıyor. Batuman bu bölümde nostalji kavramının araçsallığına değiniyor. Svetlana Boym’un nostalji tartışmasına paralel biçimde nostaljiyi tarihin yeniden üretiminin bir metodu olarak ele alarak bu sefer kurumların ürettirdikleri kent albümlerini inceliyor. Her siyasi cenah tarafından üretilen bu albümlerin, üretim süreçlerindeki seçkinin nasıl politik söyleve göre biçimlendiği ve aslında böyle bir seçkinin ve biçimlendirme çabasının toplumsal belleğin kalıcılığı karşısında beklenilen değişimi yaratmakta nasıl başarısız olduğundan bahsediyor.
Altıncı ve son bölüm ise 2000’lere ve değişim ivmesi gittikçe artan mekân-kimlik-siyaset tartışmalarına ayrılmış. Kentsel dönüşüm ve Gezi Parkı, Atatürk Kültür Merkezi, Atatürk Orman Çiftliği gibi önemli kamusal mekân tartışmalarına değinen bu bölümdeki odak ise dijital medya ve yeni görsel kültür. Bölüm boyunca Batuman iktidarı elinde tutanların nasıl gittikçe kentsel mekânın temsilleri üzerine daha fazla bilinçli değişim kararları aldığını ve buna karşıt eleştirinin ortamını dijital dünyaya kaydırdığından bahsediyor.
Kitabın son iki bölümü aslında ilk iki bölümün sunduğu tartışmanın çağdaş bir haline ilişkin bir tartışma içeriyor. İlk bölümdeki resmi temsilin yerini bu sefer Cumhuriyet'in ilk yıllarına bir öykünmenin alışı aslında öykündüğü temsil zihniyetinin başarısızlıklarını yeniden üretmeye mahkûm. Buna karşıt yeni iktidar yapısı ürettiği ve kendini üreten yetmişlerdeki popüler kültürün toplum belleğinde bıraktığı izleri çok iyi okuyabilme ve süratle yeni kültürel üretimlerle toplumun düşünce dünyasını değiştirme gücüne sahip. Batuman bu duruma karşıt dijital üretimin özgürlüğünü ise olası bir çıkış yolu olarak işaret ediyor.
BÖLÜNMÜŞ AKLIN SURETLERİ
Cumhuriyetin başından günümüze kadar mekân-toplum-görsel kültür üçlüsünün sürekli değişimini konular arasında ustaca geçişlerle işledikten sonra sonuç bölümünde Batuman toplumsal bellekteki bölünmüşlük algısına işaret ediyor. Çalışmasının sonunda aslında bu bölünmüşlüğün doğal ya da bilinçsizce ortaya çıkmış bir durum değil, çalışması boyunca temsil biçimleriyle ilgili her bir okumasında sunduğu gizil bilinçli tercihler gibi, siyasi süreçlerin bir sonucu olduğuna değiniyor.