Günümüzde dünyada göç olgusu
Gelişmiş kapitalist ülkeler daha çok kendilerinin neden olduğu göç hareketlerine karşıymış gibi görünmekten geri durmayacak. Ancak bütün bu karşı çıkışlar göçmenlere mecbur oldukları gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Hasan Kaya
Göçten, göçmenlikten söz edildiği her seferinde, savaş veya bir iç savaştan kaçan insanların yaşadıklarından çok bizim onlarla ne yaşadığımız aklımıza geliyor. Oysa herkes biraz düşündüğünde bir savaşın, iç savaşın ne türden acılar yaşatabileceğini bilebilir. Aslında ona da gerek yok, ajanslara düşen haberler, sosyal medya ağlarında gördüğümüz birkaç kare fotoğraf bile o acılar hakkında bir fikir vermeye yetiyor. Ancak insan yaşadığı sorunlardaki kendi sorumluğundan kaçmak için hep başkalarını suçlamayı yeğler. Göçmenler konusunda yapılan da bu.
Aylardır işsiz olan biri, birdenbire göçmenler geldiği için, işsiz olduğunu keşfeder. Evine ekmek götüremiyorsa bunun sorumlusu, göçmenler olur. Bindiği vapurda, otobüste oturacak yer bulamadığında göçmenleri arar oturanlar arasında. Olur ya biri gelmiş son kalan yeri kapmış da olabilir…
Oysa kiminle konuşsanız, herkesin bir göçmen geçmişi vardır. Giritlidir mesela, mübadeleyle zorla koparılmıştır, Kafkasyalıdır sürülmüştür topraklarında. Uzak dedeleri, hatta kiminin babası başka yerlerden gelmiştir. Dili pek dönmez Türkçeye.
Sonra artık kimse ölmüyor doğduğu yerde…
Küreselleşme ile ortaya çıktı ki, göç olgusu dünya ekonomik sisteminin var ettiği bir şey. Dünya servetlerinin eşitsiz paylaşımı ve dengenin gelişmiş kapitalist ülkeler lehine sürekli artan bir oranda değişmesi sonucu göçler oluyor. Birleşmiş Milletlerin verilerine göre 1970–2010, aralığında dünyadaki göçmen sayısında 2,5 kat artış olmuş. Buna göre 1970 yılında 84 milyon olan uluslararası göçmen sayısı 2010 yılında 214 milyon [1] ulaşmış. Yine aynı kaynaktan okuduklarımız, 2010 yılında dünya nüfusunun 3,1’i göçmen konumunda. Dünyada ki toplam göçmenlerin %32,6’sı Avrupa’da %23,4’ü Kuzey Amerika’da bulunuyor. ABD’nin bu oran içindeki payı ise %20.
Göç olgusunun vardığı boyutları araştıran Harvard Üniversitesinin ulaştığı sonuçlar oldukça ürkütücü. Buna göre, ABD’de 1960 ve 1990 yılları arasında yaklaşık 70 milyon kişinin iş aramak için iç göçe katıldığını görüyoruz. Özellikle 1994 yılı göz önüne alınarak yapılan çalışmada Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu’nda 27 milyon kayıtlı göç yaşamış kişiden 14 milyon kişinin mülteci olduğu, 13 milyon kişinin de iç göç yaşadığı tespitine ulaşıyor.
Ulusal çapta ülkelerin servetleri her geçen gün artan bir biçimde daha az sayıda kişinin elinde toplanıyor. Bu durumun bir benzeri dünya ölçeğinde de yaşanmakta. Örneğin: “dünya nüfusunun beşte biri günde bir dolar ya da daha az parayla yaşamaya çalışırken dünyanın zenginleri, obezite gibi aşırı beslenmenin yol açtığı sorunlarla karşı karşıya.” [2] Yine dünyada “üç kişinin toplam serveti, 1997’de olduğu gibi dünyanın en yoksul 48 ülkesinin ulusal ekonomilerinin toplamına eşit.” [3] Bu dengesiz, adil olmayan dağılım sürdüğü sürece göçün önlenmesi bir yana, artarak sürmesi kaçınılmaz gözüküyor.
Son güncellenen veriler ile olay daha da dramatik bir hal almış gözüküyor. Örneğin Oxford Üniversitesi bünyesinde 1942 yılında kurulmuş olan Oxfam’ın yayınladığı raporu 20 Ocak 2014 tarihinde haberleştiren Alman Dergisi Der Spiegel’in internet sayfası, Spiegel Online dünya üzerinde 85 zenginin mal varlığının 3,5 milyar insanın toplam mal varlığına eşit olduğunu bize gösteriyor. Yine aynı raporda 2009’dan itibaren ABD’deki yüzde 1’lik en zengin nüfus daha zenginleşirken, dünyadaki yoksul nüfusun daha da yoksullaştığını gösteriyor. Bir örnek de İspanya’dan veren rapor en zengin 20 kişinin 77 milyar avro toplam varlığı ile ülkedeki en yoksul nüfusun yüzde 20’sine eşit olduğunu gözler önüne seriyor. [4]
Bu dengesiz gelişimin nedenleri arasında, sermaye hareketlerinin gelişmiş ülkeler içinde ve doğrudan dış yatırımların belli başlı gelişmiş ülkeler arasında kalmasındandır. “En fazla doğrudan yabancı yatırım çeken ve en fazla doğrudan yabancı yatırım ihraç eden 10 ülke listesi, birkaç istisna (Çin, Meksika ve Hong Kong) dışında tamamıyla gelişmiş ülkelerden oluşmaktadır” [5] Doğrudan yabancı yatırım yapan ve çeken ülkeler sıralamasında ABD başı çekmekte ve onu hemen Avrupa ülkeleri ve Japonya izlemektedir. AB ülkeleri birlikte alındığında ise birinci sırayı AB çekmektedir. Doğrudan yabancı yatırım çeken ülkelerle, doğrudan yabancı yatırımı yapan ülkeler neredeyse aynıdır. Sermaye hareketi belli bir alanda, gelişmiş ülkeler arasında devinmektedir. Dönemsel olarak bizim gibi ülkelere uğradığı da söz konusu olmakla birlikte bunun uzun süreli olmadığı, son yaşanan gelişmelerle görülmekte. Siyasal istikrarın ve ekonominin kırılganlığı, demokrasinin geri düzeyi sermaye hareketleri için yeterli güveni sağlamıyor.
Göç olgusunu zorunlu kılan etmenler bunlarla sınırlı değil. Çevre sorunları ve buna bağlı olarak daha sağlıklı yaşam alanlarının süratle yok olması da göçü zorunlu kılan bir başka etmen. “Bugün dünyada bir milyarın üzerinde kişi güvenli içme suyu bulamıyor ve yaklaşık 3 milyar kişi uygun temizlik koşullarından uzak yaşıyor.” [6] Dünyamızda azalan zorunlu yaşam kaynakların arasına su da girmiş bulunmakta. Kirlenen içme suyu havzaları ve yapılan HES (Hidro Elektrik Santralleri) ve barajlar, yanlış sulamalarla, mevcut su kaynaklarının kullanılamaz hale getirilmesi, bilinçsiz kullanımıyla rezervlerinin kuruma noktasına getirilmiş olması başlıca nedenler olarak öne çıkıyor. Önümüzdeki dönem su ile ilgili sorunların, hatta savaşların yaşandığına tanıklık etmemiz pek de şaşırtıcı olmayacak. Geçtiğimiz yüzyıl içinde yapılan barajların sulamada ve elektrik üretiminde sağladığı tüm yararlara rağmen eleştirildiği ve artık cazip olmadıkları bilinen bir gerçek. Kasım 2000’de bağımsız Dünya Barajlar Komisyonu’nu yüzyıl içinde inşa edilen barajlar hakkında eleştirel bir çalışma yayınlayarak, bu barajların sulama ve elektrik üretimi açısından sağladığı yararları belirtirken “son yüzyılda 40 milyonla 80 milyon arasında insan göçe zorladığı” [7] tespitini de yapmakta.
Göç olgusunun diğer bir boyutu da siyasaldır. Hala dünyanın birçok ülkesinde diktatörlükler hüküm sürmektedir. Bu baskıcı rejimlerin yanı sıra birçok ülkede dini, etnik sorunlar ve buna bağlı olarak baskı gören kesimler mevcuttur. Siyasal, dini ve etnik baskılar yüzünden göçe zorlananlarında sayısı hiç de küçümsenecek düzeyde değildir.
Bütün bu saydıklarımızın yanı sıra göç olgusunu var eden bir başka etmen de: Gelişmiş kapitalist ülkelerin demografik yapısıdır. Giderek yaşlanan bir nüfusa sahip gelişmiş ülkelerde artarak devam eden doğum oranlarındaki düşüş ve yaşam ortalamasının uzamasıyla çoğalan yaşlı nüfus söz konusu. Bu da göçmen işçi gereksinimini artıran nedenlerden biridir. Ülkede yaşlanan nüfusun yerini alacak hizmet ve üretim sektöründe çalışacak işgücünden başka bu yaşlı nüfusun emeklilik ödeneklerin karşılanması için aktif çalışan nüfus oranının dengede tutulması gerekmektedir. Buna göre “AB’nin aktif çalışan nüfusun emekli nüfusa oranını koruyabilmesi için 2025 yılına kadar 135 milyon göçmen işçiye ihtiyaç duyacağı tahmin ediliyor!” [8] AB’nin Suriyeli göçmenlere karşı çıkışı iki yüzlü bir politikanın sahnelenmesinden başka bir anlama gelmiyor. AB göçmenler olmadan varlığını sürdürebilecek durumda değildir. Şu an için Avrupa Birliği ve İsviçre ye baktığımızda -ki İsviçre her ne kadar AB içinde değilse de bütün bu söylenenlerle doğrudan ilgili ve bütün söylenenler İsviçre içinde geçerlidir.- “Bugün AB ülkelerinde toplam 19 milyon göçmen işçi bulunmaktadır. Bu sayı AB’nin toplam nüfusunun %5’ine eşittir. Bu miktara bir de 3 milyon olarak tahmin edilen “kaçak” statüsündeki işçiler katıldığında ortaya 22 milyon gibi bir sayı çıkmaktadır ki, bu sayı birçok AB ülkesinin toplam nüfusundan daha fazladır.” [9] Bu sayının önümüzdeki dönem arması zorunlu gözüküyor.
Son olarak kalifiye işgücü ve beyin göçünü de bu göç olgusuna eklemek gerekir. Son zamanlarda Avrupa ülkeleri ve ABD ile Kanada’nın çok sayıda bilgisayar uzmanına gereksinim duyduğu ve bu gereksinimlerini Hindistan, Pakistan, Rusya ve Türkiye’den karşılamaya gittiklerini de biliyoruz. Ayrıca birçok Bilim insanı kendi uzmanlık alanlarında maddi ve manevi yeterli çalışma olanakları olmadığı için gelişmiş kapitalist ülkelere göç etmek zorunda kalmaktadırlar.
Kapitalist ülkelerin her alanda olduğu gibi, göçmen işçi edinme ve çekmede aralarında bir rekabetin olduğunu görmekteyiz. Bu gerçeği de Alman Sanayiciler Birliğinin 2001 başında yayımladığı Göç Tezleri Raporunda görmek mümkün: “Almanya kalifiye eleman arayan tek ülke değil... Şu an ABD her yıl ortalama 327 bin, Japonya 609 bin, İngiltere 114 bin ve Fransa 99 bin kalifiye göçmeni ülkelerine getiriyor. Almanya ancak kendini göçmenler için çekici, yabancı dostu ve uyuma hazır bir ülke olarak gösterebilirse bu rekabette bir şansı olabilir.”
Bütün bunların ışığında çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki: Gelişmiş kapitalist ülkeler daha çok kendilerinin neden oldukları göç hareketlerine karşıymış gibi gözükmekten geri durmayacak, gündelik politikalarda göçmenleri kullanmaya devam edeceklerdir. Ancak, bütün bu karşı çıkışlar ve ikiyüzlü politikalar onların göçmenlere mecbur oldukları gerçeğini de ortadan kaldırmamakta...
[1] Terrazas (2011;1–2) ve UN (2011/A)
[2] Gerry Gardener, Dünyanın Durumu 2002, TEMA Yayınları. Sf. 2
[3] Gerry Gardener, Dünyanın Durumu 2002, TEMA Yayınları. Sf 1
[4] Spiegel Online (20 Ocak 2014) Ein Prozent der Menschheit besitzt Hälfte des weltweiten Reichtums
[5] Özgür ÇALIŞKAN, DPT Uzman Yardımcısı Ekonomik Araştırmalar ve Değerlendirme Genel Müdürlüğü
[6] Gerry Gardener, Dünyanın Durumu 2002, TEMA Yayınları. Sf. 6
[7] Gerry Gardener, Dünyanın Durumu 2002, TEMA Yayınları. Sf 7
[8] Nazım Yıldırım, Marksist Tutum Dergisi İnternet sayfaları.
[9] Nazım Yıldırım, Marksist Tutum Dergisi İnternet sayfaları.