Üstünde çalıştığı son işi ve yaptığı seyahatleri anlatırken sanatçı arkadaşım Serkan Taycan soktu kafama bu fikri. Yoksa gazetecilerin boşalttığı alanı sanatçılar doldurabilir mi?
Sanatın ve gazeteciliğin birbirlerinin yöntemlerini kullanmaları, ortak işler üretmeleri yüzlerce yıllık bir tarihe sahip. Kimilerine göre Goya’nın, İspanya’daki Fransız işgalini anlatan Savaşın Felaketleri gravür serisi bu işbirliğinin en eski ve en ünlü örneklerinden biri. Gazetelerin haberlerini daha etkili vermek için sanatçıların illüstrasyonlarından, resimlerinden hatta edebiyatçıların kaleminden yararlandığını biliyoruz. Bugün de geçerli yöntemler bunlar. Bizde pek yok, ama batılı gazeteler ve onların web siteleri pek çok sanatçıyla ortak işler yapıyor, onların hazırladığı videoları paylaştıkları alanlar açıyor.
Sanatçı ve gazeteci, her ikisi de her tür iktidarın müzmin muhalifi. Yerleşik olanı sarsan, üstü örtüleni ortaya döken, eleştiren ve insanların gözünü açan onlar. ‘Aslında gazeteciler ve sanatçılar aynı şeyi yapar, bize yaşadığımız toplum hakkında duymak istemediğimiz şeyleri anlatırlar’. İktidarların bu yüzden sevmediği ama demokrasi ve kültürün sürekliliği adına tahammül etmek zorunda olduklarını bildikleri ve tahammül ettikleri insanlardır onlar.
Son yıllarda dünyanın her yerinde basının işi her zamankinden daha zor olmaya başladı. Otokrat liderler, kendilerini eleştiren, yanlışlarını ortaya döken gazetecilere karşı artık demokratik kuralları filan tanımayan sert bir üslupla tavır alıyor. Medya, internet çağının üstünde bıraktığı şaşkınlıkla bu baskılara karşı biraz da zayıf anında yakalanmış olduğu için, yeterince direnemiyor. Gazetecilik geriliyor. Belki de o nedenle şu sıralar sinemalarda oynayan The Post gibi gazeteci filmlerinden her yıl bir yenisi çıkıyor ve bizleri mest ediyor.
Belgesel nitelikli videolar, fotoğraflar, toplumsal araştırmalara dayanan belgelerden oluşan işler bienallerin ve sergilerin uzunca bir süredir baş tacı. Unutulmuş, kıyada kalmış bireylerin anlatılarını, tanıklıklarını aktaran görüntüler, üstü örtülmüş trajedileri, felakete maruz kalmış coğrafyaları anlatan ‘belgesel’ nitelikli videolar seyircisini sanat sergilerinde buluyor. Sinemada ‘dökümanter’ film festivallerin vaz geçilmez bölümlerinden biri oldu ve her yıl sarsıcı filmler televizyonlarda değil buralarda izlenebiliyor. Yani sanat bizi ‘aymaya’, ‘farkında olmaya’ ve hatta bilgilenmeye her zamankinden daha fazla çağırıyor.
GAZETECİ SANATÇININ DA STARI VAR
Tam da bu konuyla ilgili Michael Blending imzalı bir yazı, ilginç biçimde İstanbul konulu pek çok işten söz ediyor. Alfredo Cramerotti’nin Boğaziçi Köprüsü’ne odaklanan 2003 tarihli işi ISTAN-BUL ve 2013’te Gezi Olayları’nın görüntülerini Istanbul Streets Then and Now adlı bir işe dönüştürüp dünyaya yayan Santiago Mostyn gibi… Ama gazeteci sanatçı denilince günümüzün en tanınmış ismi hiç tartışmasız Molly Crabapple. Hakkında sayısız yazı ve haber bulunan Crabapple, Occupy Wall Street’i izlemiş, Gazze’den Guantanamo’ya kadar dünyanın her yerini dolaşmış ve çizerek gördüklerini anlatmış. Çalışmalarını kitap olarak da yayımlayan Crabapple New York Times, Vanity Fair, The Guardian gibi önemli yayınlarla işbirliği yapmış bir Amerikalı sanatçı. Boynunda fotoğraf makinesiyle gezmekten daha kolay olduğunu anlatıyor bir sanatçı için sıcak noktalarda dolaşmanın. Ve yaptığı resimlerin, duyguları, yaşananları çoğu kez fotoğraflardan daha iyi aktardığını da savunuyor…
Gazetelerin sanatçılarla yaptıkları işbirliklerinin bir güzel örneği, Jennifer Crandall’ın Washington Post için çektiği videolar. Sıradan insanlarla yapılmış röportajlar toplumsal yelpazenin kıvrımları arasında dolaşan harika bir işe dönüşmüş.
Crandall’ın videolarını seyrederken bizde çok yıllar önce Kutluğ Ataman’ın çektiği Peruk Takan Kadınlar’ı ya da Küba’yı ve benzer diğer işlerini hatırladım. Köken Ergun’un, Salt Galata’da izlediğim Ashura’sı da neredeyse belgesel bir işti. Son yıllarda Ali Kazma’nın tahnitçiden saatçiye, cam ustalarına garip işler yapan insanları belgeleyip içine kattığı görsel güçle bize ulaştırdığı videoları da öyle. Bu işlerin tamamının en büyük özelliği onları izleme biçimimizle de bizde yarattıkları etkiyi güçlendiriyor olmaları. Yani gazetecinin bizi olabildiğince olguyla baş başa bırakma, tarafsız olma gayretinin sanatçılar için geçerli olmaması. Bilakis sanatçı, çoğu kez kendi duygularını ve tarafgirliğini hiç gizlemeden eserine katarak bize sunar. Sanat eserini, bir haberden daha güzel ve daha etkili kılan da budur aslında.
Gazeteci sanatçı meselesinde bizde muhakkak anılması gereken isim sanıyorum Burak Arıkan. Medyadan kentsel dönüşüme kadar ilişkiler ağlarını sergileyen grafik düzenlemeleri ve yazılımından ekranına bu grafikleri izleyiciyle buluşturduğu sergileme biçimiyle büyük bir emek ve ön araştırmaya dayanan işlere imza atan çok özgün bir sanatçı.
O BOŞLUK KOLAY KOLAY DOLMAZ
Sanatçıların bize anlatacağı çok şey var. Biz de onları merakla izleyeceğiz. Ama peki gazetecilerin yarattığı boşluğu doldurabilecekler mi? Bu tabii kolay iş değil. Ve aslında bu sanatın işi değil, ya da önceliği olamaz.
Evet medyadaki boşluk, bizlerin haber açlığı, sanatçıların bu duruma tepkisi önümüzdeki dönemde belki de daha fazla ‘jurnalistik’ yani gazetecivari iş göreceğimizi düşündürüyor. Eminim bütün bu işler bir gazete haberinden daha açık sözlü olacaktır; ama anlayana…
İktidar sahiplerinin önce gazetecilerle uğraşmasının sebebi onları kitlelerin izliyor olması. Bir ülke gündemini bir haber kolayca değiştirebilir, ama bir sanat eserinin bunu yapması kolay değil Ne olursa olsun sanat eserleri, kendilerine ayrılan salonlarda, onların yerini bilen dilini anlayan insanlara ulaşabiliyor. Bu noktadan bakınca durum biraz daha güçleşiyor. Çünkü gerçekler yine yeniden onlara zaten yakın duran insanlara ulaşacak. Gazetecilik ile sanatın arasındaki fark kapanırken, gerçeklere vakıf olanlarla olamayanlar arasındaki mesafe biraz daha genişleyecek. Bunun panzehiri ise internette sosyal medyada ve internet gazeteciliğinde yatıyor.