Bugün 17 Şubat. Yılın 48. günü. Tarihine bakacak olursak, bir hayli kalabalık. Biraz kurcaladığımızda, zaman içinde tekrar tekrar karşımıza çıkan pek çok tuhaf şeyin bir örneğini bugünde görüyoruz: Sürgünler, garip kavgalar, tartışmalar, enteresan yasaklar, memleketin kaderini etkileyen kongreler, kazalar, cinayetler… Anlayacağınız, pek de öyle masum bir gün değil. Bugüne bir şarkı ithaf etmek gerekirse ilk akla gelen, “Masum Değiliz”. Bir Sezen Aksu şarkısı bu: Sözlerini Meral Okay’la birlikte yazmışlar, bestesini Uzay Heparı’yla birlikte yapmışlar. Yazık ki Okay ve Heparı artık aramızda değil. Aramızda olmayan bir başka isim, “Firuze”den “Ünzile”ye, “Sen Ağlama”dan “Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam”a unutulmaz Sezen Aksu şarkılarına imza atmış Aysel Gürel, Bundan on bir yıl önce, bir 17 Şubat günü aramızdan ayrıldı. Gürel, sadece Sezen Aksu şarkılarına değil, nice unutulmaz şarkıya imza attı.
Aysel Gürel’in yazdığı sözlerin bir kısmı, geçtiğimiz yıl Tekin Yayınevi tarafından çıkartılan “Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam” adlı kitapta toplandı. Kitabın başında, “şiir” serüvenini şöyle anlatıyor: “Şarkı sözü yazarı, konuştuğu, yazdığı dilin müziğini duyan, duyuran bir şairdir. Şarkı sözü yazarlığı, şairliğin en büyük payesi, en yüksek mertebesidir. Yarım yüzyıllık şairlikten sonra bu kademeye geçişim uzun yıllar çalışmamla gerçekleşti.”
1974 yılında Güzin ile Baha tarafından plak yapılan “Gençlik Başımda Duman”, Aysel Gürel’in yayımlanan ilk şarkı sözü. Halk arasında “ateşböceğim” olarak bilinen şarkı bu. Bir dönemin en büyük “hit”lerinden biri… Yola böyle çıktı, sonrası geldi. Şarkılarını saymaya kalksam, satırlar yetmez. İyisi mi, yine onun sözlerini buraya alayım: “Ben şarkı yazar, şarkı satar, ekmeğimi, peynirimi, sütümü satın alırım. Yazarken güzelleşirim, gencecik olurum. Kalbim hızlı hızlı çarpar, gözlerim yıldız yıldız parlar. Çok iyi bir tiyatro oyuncusu olduğum için onları yazarken sahnedeymiş gibi oynar, seste volüm ayarlamaları yaparak etkenliklerini çoğaltırım. Her şarkım adeta üç perdelik bir tiyatro eseri gibidir. Ve bütün bu oyun üç dakika içinde oynanır.”
Üç dakikaya dünyaları sığdıran, gerçek hikâyeleri bize aktaran Aysel Gürel’in varlığı, bizim için bir armağan. Ne yazsam az, ne söylesem gereksiz. Timur Selçuk bestesi, Ayşegül Aldinç yorumuyla hafızamıza kazınan, canımıza okuyan şarkılardan “Gözlerin Su Yeşili”ni anayım, bir başka Timur Selçuk şarkısını hatırlatayım: “Ekonomi Bilmecesi”. Hani, “Ekonomi tıkırında / Kriz var, kriz var, bunalım var!” diye başlayan şarkı… 1981 – 82 sezonunda Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından sahneye konulan “Küçük Adam Ne Oldu Sana” adlı oyun için yaptığı şarkılardan biri bu. Zaman kriz zamanı ama bunu hatırlatmam bugünle alakalı değil. Düne gideceğiz: 1923 yılının 17 Şubat günü İzmir’de bulunan Banka Han’da başlayan İzmir İktisat Kongresi, 4 Mart’a kadar sürmüş. 1135 delege, kurulacak “yeni” Türkiye’nin iktisat politikasını tartışmış. Kongre sonrası alınan kararlar, iktisadı yani ekonomiyi geliştirmek için “millî” bir çerçeve çizilmesi yönünde: Üretimde yerli malı ve buralı işgücü kullanmak, küçük imalat atölyelerinden büyük işletmelere geçmek, girişimcilere kredi sağlayacak bir devlet bankası kurmak ve yabancıların kurdukları tekellerden kaçınmak… Bugün baktığımızda bunların neredeyse tamamından vazgeçmiş olduğumuzu görüyoruz. Ekonominin içinde bulunduğu sıkıntının sebeplerini/sonuçlarını yorumlamak beni aşar. Onun için yine geçmişe döneyim ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında çiftçinin belini büken aşar vergisinin bu kongreyle kaldırıldığını, ameleden işçiye geçişin bu kongreyle sağlandığını ve işçilere sendika hakkının bu kongreyle verildiğini söyleyeyim.
Sendika hakkı verilmiş ama hemen sonrasında baskılar başlamış. 1967 yılının 17 Şubat günü karşımıza çıkan haber, buna örnek: Türkiye Öğretmenler Sendikası Genel Başkanı Feyzullah Ertuğrul, Milli Eğitim Bakanının talimatıyla Elazığ’ın bir köyüne atanmış. Aynı gün, radyo sanatçıları, seslerini duyurmak için büyük bir yürüyüş yapmış ve boykota başlamış. Netice güzel: Ücretleri, yüzde 150 – 200 oranında artırılmış. Yine o gün, bazı milletvekilleri, meclise mini etekle gelen ziyaretçilerden şikayetçi olmuş. Ertesi yıl, aynı mecliste, Türkiye İşçi Partisi milletvekili Çetin Altan, Adalet Partili milletvekillerine “çoğunluğunuz var ama ağırlığınız yok” demiş, kavga çıkmış. Baktığımızda, bugün örneklerini gördüğümüz şeyler bunlar… Şunu söyleyeyim ama: Yürüyüşlere artık pek izin verilmiyor.
1956 yılında, Çoruh ilinin adı Artvin olarak değiştirilmiş. Ondan 30 yıl sonra, Bebek Belediye Gazinosu yıktırılmış. 1984’te Neşe Erberk, Avrupa güzeli seçilmiş. Üç yıl sonra, 12 Eylül darbesi sonrasında toplatılan 39 ton kitap, SEKA’da yakılarak imha edilmiş. 1994’te, Özgür Gündem gazetesi, 1 ay süreyle kapatılmış. 1 yıl önce, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’i taşıyan uçak, Yenimahalle’ye düşmüş. Şaibeli kazada, Bitlis’in yanı sıra beş kişi hayatını kaybetmiş… Tarihte, 17 Şubat gününe denk gelen bir başka uçak kazası var. Bu, dünya tarihine yazılan kazalardan çünkü düşen, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes’i taşıyan uçak! 1959 yılında İstanbul’dan havalanan Türk Hava Yolları’na ait SEV isimli uçak, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuracak olan Londra Antlaşması’nı imzalamak üzere Londra’ya giden kafileyi taşıyordu. Sabah 9:30’da yolculuğuna başlayan SEV, Roma’da yaptığı yakıt ikmalinin ardından yoluna devam etti ancak sis yüzünden Heathrow havaalanına inemedi. Uçak, diğer havaalanı Gatwick’e yönlendirildi ancak oraya da inemedi. 16:58’de, fırtınanın da etkisiyle, yakındaki Jordan Ormanı’na düştü. Menderes kazadan kurtuldu ancak uçakta bulunan 24 kişiden 14’ü olay yerinde hayatını kaybetti. Başbakan, bir süre London Clinic’te tedavi gördü ve antlaşmayı orada imzaladı. Bu esnada bir konuşma yaparak bunun radyolardan yayınını sağladı… Bu konuşma, idamının ardından yayımlanan ve onun sesini içeren iki plaktan birinde dinleyiciye sunuldu. Plak, Ağustos 1967’de yayımlanan, Duran Ofset Basımevi imzalı “Fotoğralarla Menderes Albümü”nün eki olarak verilmişti. Bu plakta, London Clinic’ten gönderilen mesajın yanı sıra “Bir Protokol Konuşması” ve 1 Mayıs İşçi Bayramı vesilesiyle “Türk İşçilerine Hitabesi” de yer alıyor. Bütün konuşmaların başında, hisli bir kadın sesi, Menderes’i anlatıyor.
Yazının başında, bugünün tarihinde karşımıza çıkan tuhaf yasaklar olduğunu söyledim. Bunlardan biri, kimi kaynaklarda karşımıza çıkan ve 1935 yılında İstanbul’da yürürlüğe giren kartopu yasağı. O dönem hızla yayılan difterinin önüne geçmek için alınan önlemlerden biri bu: Kartopu oynamanın salgın hastalıkları körüklediğini düşünenler, bu yasağı devreye sokmuş. Bu yasaktan seksen yıl sonra, hayatı boyunca yasaklara karşı olmuş ve onlara direnmiş bir arkadaşım, Nuh Köklü, İstanbul sokaklarından birinde kartopu oynadığı için öldürüldü. 2009 yılında Sabah-atv grevini başlatan isimlerden olan Nuh, grev sırasında yaptıkları bir basın açıklamasında Hasan Hüseyin Korkmazgil’in bir şiirini okumuştu. Eski arkadaşımdı. Yan yana geldiğimizde müzikten söz ederdik. Son karşılaşmamız, o yılın 19 Ocak günü: Kabataş’tan (Agos’a yürümek, Hrant Dink’in öldürüldüğü noktada bulunmak için) Taksim’e çıkarken fünikülerde karşılaşmış, sarılmış, “kar kalkınca buluşalım, rakı içelim” demiştik. Kar kalkmadan Nuh aramızdan ayrıldı. Canımı yakan kayıplardandır.
Canımı yakan bir başka hadise, üç yıl önce Ankara’da düzenlenen bombalı saldırı. Resmî rakamlara göre 28 kişinin öldüğü, 61 kişinin yaralandığı bu saldırı yazık ki tek değildi. Son dönemde çor arkadaşımızı böyle kaybettik.
Bugün 17 Şubat. Yılın 48. günü. Başta da söyledim: Hiç masum değil. Bu yazıyı yazarken, iki dönem hafta içi her sabah 94.9 Açık Radyo mikrofonlarından yayımlanan Şarkılarla Memleket Tarihi başlıklı programımın 17 Şubat 2017 tarihli bölümü için yazdığım metinden faydalandım. Bitirmeden önce, Nuh’un, Aysel Gürel’in, bugün kaybettiklerimizin anısı önünde saygıyla eğilir, yazılarımda ve programlarımda her dem tekrarladığım bir temenniyi yeniden dile getirmek isterim: Barış dolu günler bizimle olsun. Şu ara en çok ihtiyacımız olan şey bu.