24 Temmuz 1920’de dönemin savunma bakanı, Harbiye mezunu Yusuf
El Azme 12 bin kişi ile Lübnan’dan Şam’a ilerleyen General Guro
komutasındaki Fransız ordusuna karşı koymak üzere yaklaşık 2 bin
kişilik bir kuvvetle yola çıktı. İki ordu Meyselun’da karşı karşıya
geldi. Yusuf El Azme savaş meydanında hayatını kaybetti. Öleceğini
bile bile gitmişti. Ama ilk kurşunu atmak istemişti. “Şehir
direnişsiz teslim edilmez” diyordu. Bu savaştan sonra Suriyelilerin
kızlarına “Meyselun” adını vermeye başladığı anlatılır.
Fransa Suriye’de bulunduğu yıllarda şimdiki Lübnan’a benzer bir
sistemi kurmaya çalışmıştı. Yani Büyük Suriye’nin mezhep esaslı
devletçiklere bölünmesi.
İlk önce güneyde Dürzi Sultan Paşa El Atraş’a gittiler “bize
katılın size devletçik verelim” dediler. El Atraş öneriyi reddetti
ve Fransızlara karşı savaştı. Hatta Guro’ya suikast girişiminde
bulunan kişiyi yanına aldı ve korudu.
Kuzeyde Alevi şeyh Salih El Ali (Atatürk’ün kendisine silah
yardımı yaptığı söylenir) de Fransızların ahlaksız teklifini
reddetti ve “Alevilik Sünnilik yok, Suriyelilik var” dedi. Şam’daki
Meclis binasının ilk taşını koyarken Suriye halkına birlik çağrısı
yaptı.
Kürt İbrahim Hanano ise direnişi Halep taraflarında sürdürdü ve
Fransa Suriye’de istediği sistemi kuramadı. Ama bir Arap yazarın
dediği gibi “laikliğin anavatanı sayılan Fransa, Lübnan’da mezhep
temelli siyasi yapının temellerini attı.” Kendi ülkelerinde laik,
sömürgelerde ise fitne unsuru olarak kullanılması da dahil dinin
temel alınması!
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 1 Eylül gecesi Beyrut’a
indi. Yani Lübnan’ın Büyük Suriye’den ayrılması ve Büyük Lübnan’ın
ilan edilmesinin yıl dönümünde.
Muhammed Nurettin El Haliç gazetesindeki makalesinde Macron’u
Guro’ya benzetirken hiç de haksız değil: “Ziyaretlerin ilki Beyrut
Limanı patlamasından sonra, diğeri de Lübnan’ın bugünkü
sınırlarıyla Fransa’nın Lübnan Özel temsilcisi General Guro
tarafından 1 Eylül 1920’de Büyük Lübnan adıyla ilan edilmesinin yıl
dönümünde gerçekleşti.”
Çanakkale Savaşı'nda da görev yapmış olan General Guro (Henri
Joseph Etienne Gouraud) direnişçileri cezalandırmak ve “ülkesinin
gücünü göstermek üzere” Şam’ı bombardımana tuttu ve şehrin önemli
bir bölümünün yerle bir ettikten sonra Selahattin’in mezarına
giderek ayağını mezara koydu ve “bir daha gelemezler demiştin. Bak
işte geldik” dedi.
Guro, Selahattin’in mezarına basarak direnişçilerin
psikolojisini çökertmeyi düşünmüştü. Macron da ilk olarak Lübnan’ın
sembolünü ziyaret edip Lübnan halkının psikolojisini etkilemeyi
düşündü.
Bir ara kendisini Guro sanmış olmalı ki Lübnan Cumhurbaşkanı
Mişel Avn’ın önünde “ben de ısrarla siyasi yetkililerin bağlı
kalacakları şekilde 15 günü geçmeyen bir süre zarfında hükümeti
kurmaları talebinde bulundum” deyiverdi. Utanmazlığın zirvesi ise
“Lübnan’da halihazırdaki sistemi eleştirmesiydi. Sistem bizatihi
kendi ülkesi tarafından oturtulmuştu.
Guro’nun ordusu vardı Macron ise modern silah ekonomiyi
kullanıyor. Bir yandan Feyruz’u ziyaret ediyor diğer yandan
“Lübnan’ın kuruluşunun (yani kendi elleri ile Büyük Suriye’nin
parçalanmasının) yüzüncü yıl dönümü” diyor ama sopa göstermeyi de
ihmal etmiyor: Yetkililer ekim ayı sonuna kadar bir ilerleme
kaydetmezse sonuçları ve cezaları üstleniriz. Lübnan makamları bir
şey yapmazsa uluslararası toplumun mali yardımlarının önü
açılmayacaktır.
Batı’nın oryantalist bakış açısıyla Doğu’yu, Doğuluyu,
Ortadoğulu Hıristiyanları, İslam’ı, Türk’ü, Arap’ı, Kürt'ü sersem
sanma huyu belli ki değişmiyor. Guro ile Macron arasında yüz yıl
zaman farkı var ama kibirleri aynı.
Tarih birbirine benzer örneklere sahne oluyor. Geçmişten ve
bugünden iki örnek:
“Biz Fransızlar siz Suriye Hıristiyanlarını korumak üzere
geldik. Ülkenizde kalmamızı sağlayın.”
Dönemin Suriye Başbakanı Hıristiyan Faris El Huri Fransız
komutanın bu sözlerine Cuma günü Emevi Camisi'nde minbere çıkarak
cevap verdi: Demek siz Fransızlar Suriye’ye biz Hıristiyanları
korumak üzere geldiniz. Hıristiyan topluluğun manevi lideri olarak
Kelime-i Şahadet getiriyorum. Eşhedü en la ilahe illallah ve
eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü. Artık Suriye’de
koruyacağınız Hıristiyan olmadığına göre işgalci askerlerinizi alıp
ülkenize dönebilirsiniz.
Feyruz Macron’dan çok daha büyük. Tıpkı Lübnan’ın Fransa’dan çok
daha köklü bir tarih ve birikime sahip olması gibi. Feyruz Macron’u
“kabul etti.” Macron da çok iyi bilir ki Feyruz Lübnan’ın,
direnişin şarkılaşmış halidir. Ama utanmadan elinde Fransa yüksek
nişanı, ayağının tozuyla Feyruz’un evine koştu. Feyruz ne yapsın?
Bir nezaket abidesi olarak misafiri geri çevirecek hali yok.
Gülümsediği neredeyse hiç görülmemiş Feyruz’un gülümsemesi
letafetindendir, Macron’u onayladığı için değil.
Feyruz’un tavrını tahlil için asıl diyalog sırasındaki sözlerine
bakmak lazım.
Emmanuel Macron Fransızların daha önce Suriyelilere defalarca
yaptığı ahlaksız tekliflere bir yenisini ekledi, hem de bu kez
“Lübnan’ın anası” Feyruz’a. “Gelin ülkemizde yaşayın.” Feyruz’un
cevabı “ülkemde öleceğim” oldu. “Ülkemde ölmek istiyorum” değil,
ülkemde öleceğim!