Gürsen Özen: Doğa öykülerimde irdelediğim bir tema

Gürsen Özen'in öykü kitabı 'Lokumlu Masa', Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlandı. Özen, "Öncelikle öykülerin özünü taşıyan çekirdeği hafıza heybesinden çıkarma, seçme işini gerçekleştiriyorsunuz. Bazı öykülerinizde kullandığınız motifler uzun yıllar içinden süzülerek yanınıza geliyor. Yazmaya karar verdiğinizde aktif adımlar atmaya başlıyor, öyküleme teknikleri ve kurgulama aşamasında yazı masasına geçiyorsunuz" dedi.

Abone ol

Meltem Dağcı

DUVAR - 'Seke Seke Uçtu Öyküler' kitabıyla tanıdığım Gürsen Özen, edebiyat öğretmenliği birikimini öykülerle bir araya getiriyor. Özen'in yeni kitabı 'Lokumlu Masa', birbirinden farklı 9 öyküden oluşuyor.

Çocukların olduğu her yerde hayal dünyasından ve gelecekten bahsetmek mümkündür çoğu zaman. 2020 yılında Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan 'Lokumlu Masa' adlı öykü kitabının yazarı Gürsen Özen ile konuştuk.

2015 yılında yayımlanan 'Seke Seke Uçtu Öyküler' adlı öykü kitabıyla tanıdık sizi. 2020'de 'Lokumlu Masa' ile yeniden merhaba dediniz. Bu süreçte neler yaptınız ve öykülerin yazım süreci nasıl gelişti?

Bu öykülerin yazılma süreci yayınlanmasından çok öncesine dayanır. Öncelikle öykülerin özünü taşıyan çekirdeği hafıza heybesinden çıkarma, seçme işini gerçekleştiriyorsunuz. Bazı öykülerinizde kullandığınız motifler uzun yıllar içinden süzülerek yanınıza geliyor. Yazmaya karar verdiğinizde aktif adımlar atmaya başlıyor, öyküleme teknikleri ve kurgulama aşamasında yazı masasına geçiyorsunuz.

Ben öykünün iskeletini iki üç günde kuruyorum. Sonra onunla gezmeye, yatıp kalkmaya başlıyorum. Sonra yeniden bir iç ve dış gözlem devresi başlıyor. Duyduklarımız, gördüklerimiz, okuduklarınız arasında öyle tesadüfler oluyor ki. Bir de yanınızdan hiç ayıramadığınız hayal gücünüzle öykü kendiliğinden beslenmeye başlıyor bu süreçte. Ona hiçbir zaman bitti gözüyle bakamıyorsunuz. Gel git yeniden yeniden dokunuyor, ekleyip çıkarıyorsunuz. Öykünün yürek atışlarını duymaya başladığınızda ete kemiğe büründüğünü görüp son gezinmelerle makyajını tamamlayıp yayınevinin yolunu tutuyorsunuz.

Benim gibi şanslı biriyseniz değerli bir yayınevi ve değerli bir editörle karşılaşıyorsunuz. Editörüm sevgili Müren Beykan’la çalışmak bana çok keyifli anlar yaşatıyor. Birlikte öykülerin son kılçıklarını ayıklıyoruz. Bu titiz çabaların çocuklar adına ne kadar gerekli olduğuna inanıyorum. Bu süreçler sonucunda bir bakıyorsunuz hooop kitap elinizde. Ve şimdi kitabınızın sadece yazarı değil, iyi bir okuru oluyor, yer yer gülüp eğleniyor, yer yer hüzünleniyorsunuz ve iyi ki yazmışım diyerek haklı bir gurur duyuyorsunuz.

'ÇOCUKLAR TABLET BAŞINDA YALNIZLAŞMA VE BUNU ALIŞKANLIK HALİNE GETİREN OYUNLARI TERCİH EDİYOR'

"Saklıkent On İki Kilometre" öykünüzde bir kanyon macerasına şahit oluyoruz. Öykünün final kısımları bana çok güzel çocukluk anılarımı anımsattı. Hatta günümüzden örnek vermek gerekirse eşekli kütüphaneci, mendilci kızlar vesaire. İçerisinde bulunduğumuz pandemi zamanlarında ailece oynamak için eski çocuk oyunlarından hangilerinden bahsetmek istersiniz? Bu öyküyü çocukluğunuza duyduğunuz bir özlem hikâyesi olarak da yorumlayabilir miyiz?

Ben an’ı yaşamayı tercih edenlerdenim. Geçmişi özlemekten çok geleceği hayal ederim. Her dönemin kendine özgü atmosferi, araç gereçleri vardır. Çocukluğunuzu yanınızda gezdirirseniz oyun ve eğlence yeni zamanlarda da niye olmasın. Her dönemin geçmişler için “bizim zamanımızda”ları vardır. Ama değişim doğaldır. Kimi, nasıl eski yaşam biçimlerine döndürebiliriz ki.

Gelelim oyunlara… Şimdi birçok projede eskiden oynanan oyunlar güncelleniyor. Okullarda seksek, yağ satarım, istop, ip atlama vb. oyunlar sürmekte. Torunumla belki sokakta değil ama evde az saklambaç oynamadık. Onların gözlerini kapattıklarında saklandıklarını sanmaları ne eğlencelidir.

Bizler ev içi oyunlarında; sessiz sinema, kulaktan kulağa, tıp, isim-şehir gibi oyunlar oynardık. Bugün ise tablet başında yalnızlaşma ve bunu bağımlılık, alışkanlık haline getiren oyunları tercih ediyor çocuklar. Bunu da yok saymadan kontrol ve ölçü sınırları içinde dengelemek gerekiyor. Onları mümkün olduğunca yaşıtlarıyla açık alanlarda bir araya getirmeli, paylaşacakları aktivitelere yönlendirmeliyiz. Bu konuda biz büyüklere ve eğitimcilere yine büyük sorumluluklar düşüyor.

Lokumlu Masa, Gürsen Özen, 144 syf., Günışığı Kitaplığı, 2020.

Kitaba adını veren "Lokumlu Masa" öyküsü çocukların isim koyduğu bir masadır aslında. Okudukları kitapları elden ele değiştiren çocuklar düştü aklıma. Bir nevi kütüphanecilik görevini üstlenen çocuklar kitabın yanında lokum ve iğde ikramıyla karşılaşıyorlar. Çevrenizde kitabı sevdirmeye teşvik edici durumlarla ilgili nelere tanık oluyorsunuz?

Çocukların lokumlu masasında lokum tadıyla iğde kokusu birbirine karışıyor. Bu iştahla alışkanlıklar değişiyor. Sonra kitaptan alınan lezzet diğerlerinin önüne geçiyor.

Günümüzde sadece çocuklar için yazılmış, yayınlanmış çoğu kitapta ilgi çekici görseller de kullanılıyor. Büyükler renkli seslendirmelerle çocukların o kitaplarla tanışmasını sağlayabilirler. Drama çalışmaları, özendirici yarışmalar, hediye alınan kitaplar, büyüklerin okuma örnekliği, seviyelerine ve ilgilerine dönük kitap seçimleri çocuklarımızı okumaya yönlendirebilir. Birçok öğretmenimizin bu konuda değerli gayretleri yadsınamaz. Ayrıca kütüphanelerde düzenlenen etkinliklerle, kitap fuarlarının, okullarda yazarla buluşmaların da okumaya teşvik anlamında yararlı olacağını deneyimlerimle söyleyebilirim. Çevrimiçi okul buluşmalarında bile çocukların öykülerimle ilgili izlenim ve soruları, gayretlerimizin karşılığını alacağımızı gösteriyor.

"Dilek Ağacı" öyküsündeki Naci karakteri Dilek Ağacı Derneği’nde yöneticidir. Çocuklar bu ağaca dileklerini yazıyor ve derneğin gönüllüleri de gerçekleştirmek için çabalıyor. Bir edebiyat öğretmeni olarak çocuklar için yeni yılda nelerin gerçekleşmesini dilersiniz?

Bu pandemi günlerinde öncelikle sağlık. Sonra sağlıklı ilişkiler... En çok bir arada sohbetlerimizi özledik. Sevgili çocuklarımızın artık ”şimdi okullu olduk/ sınıfları doldurduk” şarkısını bağıra çağıra, ellerini çırpa çırpa söylemelerini diliyorum. Varsın itişsinler, düşüp kalksınlar, öğretmenlerine, anne babalarına şikâyet etsinler yaramaz arkadaşlarını (kendileri hiiç değildir ya). Yeni yıl tüm çocuklara kendi hayal dünyaları zenginliğinde armağanlar sunsun. Normal günlerimize döndüğümüzde toplum olarak çocuklar için bu sorunlu süreci telafi edebileceğimiz pek çok “Dilek Ağacı” projesine gerek duyacağız. Özellikle eğitim eşitliği konusunda tüm çocukları kucaklayacak etkin çalışmalar, sadece dilek değil bir zorunluluk ve sorumluluk olmalıdır artık.

"Sadece Ba" öyküsü çocuklara şiiri sevdirecek bir sınıf hikâyesini anlatıyor. Şiiri nasıl sevdirmesin ki. . .Cahit Sıtkı Tarancı, Edip Cansever, Cahit Külebi, Attila İlhan gibi şairlerimizin isimlerini öğreniyor çocuklar. Şiirin çocuklara ilkokul sıralarında sevdiren öğretmen hakkında neler söylemek istersiniz?

O öğretmeni çok iyi tanıyorum. O, derslerine sığmadı hiç. Sahnelere, mikrofonlara, yarışmalara, törenlere, anma günlerine, duvar gazetelerine, basılı dergilere taştı durdu. Tevfik Fikret’in “Yağmur” şiirini yağmurlu bir günde işledi. Yıllar sonra karşılaştığı bir öğrencisi ona onu anlattı. “Şairlerle yazarlarla onların yüzyılına, ortamına girerdik. Yahya Kemal’le ‘Açık Deniz’lere çıkar, İstanbul’a bir başka tepeden, bakardık. Aşık Veysel’le Anadolu’nun mis kokan çiğdemlerini getirirdiniz sınıfa. Sait Faik kulağımıza eğilip ‘Hişt Hişt’ derdi sanki.” Bu sözler öğretmenlik madalyasıydı onun için. Öğretmenliği böyle bir atmosferde yaparsanız hem yorulmaz hem de keyifli zamanlar geçirirsiniz. Özellikle Türkçe ve edebiyat öğretmenleri ve bütün öğretmenler sanatın sihirli değneğiyle dokunuşlar bırakabilmeli öğrencileri üzerinde.

Doğa sevgisi, şiir, kasaba yaşantıları, aile bağları, kardeşlik gibi çağrışımları öykülerinizde görebiliyoruz. Dosya öykülerini bir araya getirirken temalar hakkında ayrı bir çalışmanız oldu mu?

Doğa, öykülerimde fon olarak kullanılırken bir yandan da “önce ve şimdi” karşılaştırmalarıyla irdelenen temalardan biri oluyor kendiliğinden. Yaşadığım yer Fethiye. Bir turizm merkezi olmasına karşın yerel özelliklerini de koruyor hâlâ. Özellikle pazarlarımız ne kadar doğala yakın yaşadığımızın somut göstergesi. İnsan ilişkileri de büyük şehirlerdeki gibi kaybolup gitmiyor.

Eşinizle dostunuzla hoş vakitler geçirirken kuşaklar da birbirini tanıma, çekirdek ailenin dışına taşma fırsatı buluyor. Bu da öykülerimize tema ve karakterler açısından bol bol fırsat sunuyor. Gözlemleriniz, bu ortamlara ilişkin yaratılarınız hayatlarınızdan iz düşümler olarak satırlarınıza yansıyor.

Çocukluk ve gençlik döneminde Gürsen Özen’in kitaplığında hangi yazarlar yer alıyordu?

Gürsen Özen, çocukluğunda yerde gördüğü gazete kağıtlarını bile okumaya bayılırdı. Okul yolundaki kütüphaneye aboneydi. Resimli çocuk kitapları ilgisini çekiyordu önce. Sonra Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu ve Jules Verne okundu. Reşat Nuri, Halide Edip, Yakup Kadri, Sait Faik’ler okundu. Yanına dünya klasikleri eklendi. Balzac, Dostoyevski, Victor Hugo, Charles Dickens, Jack London… Bir de branşınızın kattığı değerleri sindirmek için okunanlar vardı. Mevlânâ-Mesnevi, Evliya Çelebi-Seyahatname, Fuzuli, Nedim Divanları. Hele o 'Dede Korkut Hikâyeleri'… Yunus Emre, Âşık Veysel, Karacaoğlan…

Dinmeyen bir okuma susuzluğuyla sürdürdüm okumalarımı. Yayınları ve yazarları günü gününe izledim. Onlar benim her zaman en yakın arkadaşlarım oldu. Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Refik Erduran, Attilâ İlhan, Adalet Ağaoğlu, Ayla Kutlu, Füruzan, Erendiz Atasü, Buket Uzuner, Nezihe Meriç hep yanımdaydı geçmiş günlerde. Ve Murathan Mungan…

Bu adları yazarak umarım haksızlık etmiyorumdur kitaplığımın diğer nadide adlarına. Günümüzde yine okumalarımı ve genç başarılı yazarlarımızla tanışmalarımı sürdürüyorum. Özellikle öyküde çok başarılı gençler görüyor, seviniyorum. Ömür İklim Demir, Mahir Ünsal Eriş, Aslı Erdoğan, Murat Özyaşar ve Şermin Yaşar… Ne güzel dokunuyorlar yüreklere. Bu arada son yıllarda okuduğum 'Tatar Çölü' -Dino Buzzati, 'Ama Fareler Uyurlar Geceleyin' - Wolfgang Borchert ve 'İza’nın Şarkısı'- Magda Szabo okuma sevdama derinden karşılık veren eserler oldu.

Emekli olunca kaynak kitaplarımı okul kitaplıklarına ve edebiyat öğretmenlerine armağan ettim. Şimdi de okuduğum kitapları mutlaka çevremdekilere verip okumalarına katkıda bulunduğum için kendimi bir çeşit “Eşekli Kütüphaneci” sayıyor bundan da çok mutlu oluyorum.

Son olarak, yeni kitap çalışmalarınız var mıdır?

Kendimi yazma konusunda sınırlamak ve zorlamak istemiyorum. Emeklilik gibi zaman zengini bir dönemi keyifli anlarla süslemek istiyorum. Yine heybemdeki anıları ve aldığım notları gözden geçiriyorum. Duyduklarımı, gördüklerimi, okuduklarımdan esintileri, öykü belleğimin köşelerine kaydediyorum. Kitaplarıma girememiş öykülerim var elden geçecek. Öykülerimdeki yan karakterlerden ve olaylardan da yeni öykülere yol alabileceğimi düşünüyorum. Sizin de değindiğiniz mendilci kız bir öyküde niye başkişi olmasın. Şerife yeni okulunda nelerle karşılaşacak?

Sonra torunumla geçirdiğim neşeli zamanlardan da öyküler doğabilir bir bakarsınız. Başlanmıştır belki de. Böylece iki kitabımın yanına üçüncü bir kardeş ne de yakışır değil mi?