Karantina döneminde yazdığım ilk çevrimiçi sergi yazısı, Whitney Museum of Amerikan Art’ın Amerikan Hayatı: 1925–1945, Meksikalı Duvar Ressamları Amerikan Sanatını Yeniden Yaratıyor (Vida Americana: Mexican Muralists Remake American Art, 1925–1945) isimli sergisiydi. Sergi, Meksikalı duvar resmi sanatçılarının kuzey Amerika sanatının üzerindeki güçlü etkilerini konu alıyordu. Sergi yazısında da belirtmiştim, çevrimiçi sergiyle ilgili en hoşuma giden şeylerden biri, Meksika’nın şehirlerinde sanki birini takip ediyormuş gibi sokaklarda dolaşıp pazar yerlerinden geçtiğimiz, kalabalığa karıştığımız, ve sokak aralarındaki muhteşem duvar resimlerinin önünde durup onları izlediğimiz video olmuştu. Özledik sokaklara çıkmayı, sokaklarda iz aramayı, ararken farklı yollara saparak kaybolmanın keyfini çıkarmayı... Dolayısıyla biraz sokak sanatı herkese iyi gelir!
Aklıma gelen sokak sanatı şehirlerinden hangisine yoğunlaşacağımı düşünürken Avrupa’nın boyut olarak en büyük duvar resimlerine sahip olan Lyon’un duvar sanatı hikayesinin de Meksika etkisiyle şekillendiğini okuyunca, Meksika’dan çıkıp ABD’ye uzanan hikayeyi Avrupa’ya taşımaya karar verdim bu hafta.
LYON: BİR DÜNYA MARKASI
Duvarlarının hikayesini anlatmaya başlamadan önce neden-sonuç ilişkisini açıklamak üzere kısaca bir şehrin hikayesine, özelliklerine bakalım... Fransa’nın üçüncü büyük şehri olan Lyon, bir İstanbullu gözüyle bakıldığında ilk başta oldukça derlitoplu, küçük bir şehir gibi gözükse de içinde geniş bir zenginlik barındıran, kültürel olarak birçok konuda öncü olan bir şehir. 19. yüzyılda Avrupa’nın en büyük ipek üreticisi, sinematografın (film makinesi) icadı sebebiyle sinema tarihinde ayrı bir yeri olan (ve tabii ki bu sebepten bir sinema müzesi de barındıran), Küçük Prens’in yazarı Antoine de Saint Exupery’nin doğum yeri (ki, havaalanı da adını ünlü yazardan alıyor), “bouchon”ları (sosis, ördek pate ve rosto domuz eti gibi geleneksel Lyon mutfağı sunan bir restorant türü) ile ünlü, Fransız mutfağının gerçek yerel merkezi, dünyanın en önemli gastronomi noktalarından ve gizli geçitlerle dolu eski kent merkezi UNESCO Dünya Mirası olan, pek hoş vakitler geçirebileceğiniz, dolu dolu, size sunacağı şey bol olan, çok hoş bir şehir.
Merkezi konumu sebebiyle bankacılık, kimya, ilaç gibi büyük sanayilerin de toplandığı yer haline gelmiş şehri, zamanla bu endüstrileşme harap etmiş. Endüstrileşme ile genişleyen şehre eklenen yeni işçi mahalleleri egsoz dumanı altında ve oldukça gri kalmış. Endüstrileşme, eşitsizlik yaratırken dezavantajlı yeni gruplar da doğuruyor haliyle... Şehrin bir kısmı refah ve güzellik içinde yaşarken diğer kısmı gri ve tatsız mahallelerde hayatını sürdürdüğü için bir grup sanat öğrencisi 1978 yılında birşeyler yapmaya, harekete geçmeye karar vermişler.
SANAT İLE KENTSEL GELİŞİM
Bu öğrenci grubu, şehirde sadece ayrıcalıklı kesimin ulaşabildiği sanatı halka yaymayı (popülarize etmeyi) ve sanatı bir kentsel gelişim aracı olarak kullanmayı hedeflemişler. Fakir mahallelere bahşedilmeyen bir kavram olan “güzelliği”; şehrin zengin tarih, kültür, sosyal hayat ve kimliğinden referanslar alan duvar resimleri ile bu mahallere getirmeyi amaçlamışlar. Böylece hem çehreyi değişecek, hem sanatı müzelerden çıkarıp ücretsiz olarak herkese sunacak, hem de bu mahallelerdeki halk için mutluluk, gurur ve aidiyet duygularını canlandıracaklarmış. Peki ya bu fikri nereden almışlar? (Bu yazımda da bahsettiğim gibi,) tabii ki duvar sanatında uzman olan, 1920’lerde duvar resimleri sayesinde parçalanmış ülkelerinde bir kimlik oluşturmada en büyük aktörlerden biri olan Meksika duvar sanatçılarından...
Fransız öğrenciler, 1983’te işçi sınıfı mahalleleri arasında bir kültürel diyalog kurma ve duvar resmi sanatını hamilerinden öğrenmek üzere Meksika’ya giderek Tepito bölgesinde günlük yaşam unsurlarını kullanarak anıtsal duvar resimleri çizmeyi öğrenmişler. Çalıştıkları Meksikalı sanatçılar, öğrencilere ayrıca sadece izlemenin değil, diyalog kurmanın da önemini aktarmış. Halkı çizmek istiyorsan, halkla konuşmanın, onları dinlemenin önemini kavramış Lyonlu grup. Bugün artık Kanada’dan Çin’e dünyanın birçok ülkesine duvar resimleri yapan, kurumlarla çalışan büyük bir sivil toplum kuruluşu olarak hala çalışmalarına devam eden CitéCréation bu fikirlerle, bir öğrenci kolektifi olarak böyle kurulmuş.
YENİ BİR KİMLİK
Altı ay sonra Fransa'ya dönen sanatçılar, Lyon’un daha izole, unutulmuş alanlarında birkaç denemeden sonra şehrin duvarlarını boyamaya girişmişler. Bir oyun gibi şehrin birçok yerinde izini sürebileceğiniz dev duvar resimlerinden en ünlüsü, 1196 metre karelik Mur des Canuts (İpek İşçilerinin Duvarı) grubun ikinci işi olmuş. Bu dev resmin yer aldığı Croix-Rousse mahallesi, 19. yüzyılda şehrin ünlü olduğu ipekçilik endüstrisinin merkeziymiş. Bu sebepten sanatçılar bu mahallenin tarihini hatırlatmak ve şehrin ekonomisine büyük katkıda bulunan işçilere bir saygı duruşunda bulunmak istemişler. Bir tepede yer alan mahalledeki bu resmin konumu öyle bir ayarlanmış ki, tepeye çıkan dar sokakların ve merdivenlerin sonu bu duvar resminde bitiyor. Devasa resim nispeten küçük bir meydanda olduğu için tamamına bakabilmek için zorlanıyorsunuz diyebilirim. Resmin tamamının fotoğrafını çekme(ye çalışma)k için yolun karşısına geçip iki büklüm olan turistlerin en büyük eğlencelerinden biri de, standart insan boyunda olan resim karakterlerinin yanında poz vererek resmin bir parçası olmak. Gözü yanıltan, hiperrealist bir eser olan duvar resmi, sanki apartmanları, dükkanları ve günlük hayatı yaşamaya devam eden insanları ile şehrin ve şehir mimarisinin bir parçası... Renkli binalar, pastel tonlarda yüksek pencereler, taş bir merdiven, küçük bir Guignol (ünlü Fransız kukla karakteri – Hacivat Karagöz gibi düşünebilirsiniz) tiyatrosu ve bir ipek dükkanı barındıran resimde, La Croix-Rousse sakinleri geziniyor. Zaman geçtikçe resim de yenileniyormuş; farklı dönemlerde resme ekler ve ihtiyacı olan yerlere bakım da yapılan, yaşayan bir eser Mur des Canuts.
Bu arada duvar resimleri sadece sıradan insanları konu almıyor, bahsettiğim gibi şehrin kimliğini oluşturmak için birçok tarihsel referansa değinen resim de mevcut. Bunlardan en ünlüsü, Fransız ve dünya tarihinde konu olmuş 30 Lyonlu ünlüyü içeren La Fresque des Lyonnais. Bu duvarın önünde dikilip gastronomi dünyasının pirlerinden ünlü şef Paul Bocuse’den, sinematografı icat eden Lumière kardeşlere, şehirden yolu geçmiş Roma imparatorlarından yanında Küçük Prensi ile St-Exupéry’e kim kimdir tahmini yaparak hem biraz dünya hem biraz Fransa tarihi öğrenebilir, bildiklerinizi tazeleyebilirsiniz.
Şehir her adım attığınızda farklı bir konuya değinen acayip güzel birçok duvar resmiyle dolu. Örneğin; ünlü Lyonlu mimar Tony Garnier için duvar resimlerinden bir açıkhava müzesi yaratılmış. Mimarın eserleri bir mahallenin tüm duvarlarına çizilmiş. Mahalle bu resimlerle kendini öyle özleştirmiş ki, mahallenin adı Tony Garnier olarak değiştirilmiş! Bugün dünya üzerinde 750 projesi bulunan, 1980’lerin başında bir öğrenci projesi olarak kurulan CitéCréation’ın amacına ulaşmış olduğunu söyleyebiliriz; çünkü yazılanlara göre suçun fazla, insanların mutsuz olduğu fakir mahallelerin sakinlerinde duvar resimleri (ve artık turist akınıyla) bir gurur ve şehre aidiyet hissiyatı oluşmuş ve kendilerini daha mutlu ve sorumluluk sahibi hissettiklerini belirtmişler.
Virüslerin etkisini yitirdiği, sınırların açıldığı, istediğimiz ülkede istediğimiz zaman özgürce sokaklarda gezdiğimiz başka bir yeni dünyada tek derdimiz, Lyon’un sokaklarında yürürken dar sokaklarda bile karşınıza çıkıveren duvar resimlerinin hiçbiri kaçırmamak için sürekli yukarı bakarken takılıp düşmemek olsun!