İstiklal’de canlarımızı alan terör saldırısı kadar gerçek olan
bir ulusal güvenlik sorunu var. Çapsızlık, pervasızlık ve siyasal
oburluktan gelen bir sorun. Evet öfkeyle yazıyoruz ama aklımıza
mukayyetiz.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ziyadesiyle tüketilmiş “kokteyl
terör” sıfatlandırmasına girmeden temkinli bir açıklama yapması
dikkat çekti. Kendileri yola çıkıyordu, senaryoyu yazmak İçişleri
Bakanı Süleyman Soylu’ya kaldı. O da olayı layıkıyla aydınlatmaktan
çok paratoner gibi şüpheleri çekti. Mesel hayli tuhaflaştı.
Bakana göre Suriyeli terörist Ahlam Alsharif (Ehlam el Şerif)
Afrin-İdlib hattından Türkiye’ye sızdı. Talimatlar Kobani’deki
PYD-YPG’den geldi. PKK’den istihbarat eğitimi aldı. Saldırıyı
planlayanlar bombacıyı Yunanistan’a kaçırıp güzergahta
öldüreceklerdi. Saldırganın önce Esenler’de ele geçirildiği
söylendi, ardından Küçükçekmece diye tashih edildi. Türkiye’nin
sınırlarında ‘terör koridorları’ oluşturulduğu için bu tür
tehditler gelmekteydi. İstiklal’e kadar 200’ün üzerinde de saldırı
önlenmişti.
Bakana göre bunun arkasındaki güç ABD. O yüzden taziyesini alıp
başına çalmalıydı. Gerçi Erdoğan, Soylu’nun reddettiği taziyeyi G20
zirvesinde Başkan Joe Biden’dan muradına ermiş bir vaziyette kabul
etti. Üstelik Twitter’dan diğer ülkelerle birlikte ABD’ye de
teşekkür etti. Soylu sıklıkla temas, faaliyet ve söylemleriyle
Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve Cumhurbaşkanı’nın sorumluluk
alanlarına giriyor. Bu dert de Saray’ın olsun!
PKK ve YPG’den gelen yalanlamalarla saldırı şimdilik ‘sahipsiz’
kaldı. Elbette geçmiş sicilinden hareketle “PKK yapmaz” diyecek
halimiz yok. PKK ile ilintilendirilen TAK’ın 2016’dan bu yana
üstlendiği birkaç saldırı malum. Ne var ki teyit edilebilir bilgi
olmayınca spekülasyonların sonu gelmiyor. İktidar-medya-parti
sarmalından kurtulup da gerçeği yakalamak güç. Bu işi hızlıca
İsrail ve İran’a bağlayanlar da çıktı. Bir de Ümit Özdağ “Benim
edindiğim bilgi, Soylu’nun paylaştığı bilgiden oldukça farklı”
diyerek istihbaratıyla da bakana meydan okudu. Artık Soylu da altta
kalmayıp “Aldık” dediği mesaj neyse açıklar mı?
SALDIRGANLA İLGİLİ KAFA KARIŞTIRAN BİLGİLER
Zanlının giysisindeki New York yazısından Amerikan bağlantısı
kuranlar aynı kafayla cep telefonundaki arama kayıtlarından
hareketle bir MHP ilçe başkanının kapısına da gidebilirler. En
hızlı senaryoyu tekmili olması gerekenler diziyor.
Zanlı nereli mesela? Tam kimliği nedir? PYD-YPG fedai olarak bir
Arap’ı mı göndermiş? Zanlının bir geceliğine gittiği evin sahibi
olan Afrinli kadın, Ehlam’ın Arap olduğunu söylüyor. Askeri
kamuflajla bomba bırakmaya gitmesi de tuhaf değil mi? Afrin’den ne
zaman sızmış? 4 ay önce mi geldi? Yoksa komşusunun dediği gibi en
az 1 yıldır Esenler’deki evde mi yaşıyordu? Bağlantıları nedir? 50
kişinin gözaltına alınması soruşturmanın derinliğini mi gösteriyor
yoksa manipülasyonun büyüklüğünü mü? Bu olayı Kobani davası gibi
siyasal bir linç hareketine dönüştürebilirler mi?
Görüntülere bakınca zanlı öyle bir örgütün tornasından geçmiş
birine benzemiyor. Bilgi kirliliğiyle görüntü fluya düşüyor. İşin
kriminal soruşturma boyutuna dair inançsızlık, elbette emniyetin
imkan ve kapasitesiyle ilgili değil. İktidar aygıtlarının manipüle
etme marifeti gerçeği yamultuyor. İmkan ve kapasite zanlının kısa
sürede yakalanmasında kendini kanıtlıyor. Ama önlemeye sıra gelince
bu kapasite ya tökezliyor ya da köreliyor. “Kim saldırdı”
sorusundan sonra sorulması gereken soru “Neden önlenmedi?”. Sorunun
muhatabı olay sırasında İdlib’de komşu ülkenin topraklarına nasıl
hükmettiklerine dair ahkam kesiyordu.
SİYASAL İKLİM NE ANLATIYOR?
Fakat bu sefer Soylu senaryoyu yazarken hükümetin diğer
üyelerinin geride kalmasına ne demeli? Onlar neden çekingen?
İktidarın MHP kanadı saldırının hemen ardından HDP’nin neden hâlâ
kapatılmadığı ve Suriye’de güvenlik koridorunun neden yarım
bırakıldığına dair gündeme hızla döndü. MİT’in güdümündeki Suriye
Milli Ordusu (SMO) komutanları Ankara’dan gelecek emirle Menbic,
Kobani, Ayn İsa ve Tel Rıfat’ı yıkmaya hazır oldukları mesajını
veriyorlar. Emret yapsınlar!
Bu hızlı kampanya tek bir senaryoyu canlandırıyor: 2015’tekine
benzer bir seçim çalışması. Karanlıkta kalan ve sonuç çıkarmayı
güçleştiren hususlar var. Saldırıyla ilgili ortaya çıkmasını
umduğumuz gerçeklerden bağımsız olarak olaya bir fırsat
penceresinden bakıldığı aşikar. En azından Soylu kendi hikayesini
hızla yazarak bunu gösterdi. Erdoğan da yine “Allah’ın lütfu mu”
diyecek? Seçime doğru sivil darbe mekanizması mı devreye
girecek?
Bu sorulara yanıt ararken bombanın nasıl bir siyasal ortamda
patlatıldığı da önem kazanıyor. 2015’te şiddete yatırım yapıp
ikinci kez kurulan sandığın yönünü değiştiren iktidar şimdi daha
farklı bir açmaz içinde. Birkaç gün geriye gittiğimizde dikkat
çeken iki gelişme var: Demans teşhisi konulan eski HDP Milletvekili
Aysel Tuğluk’un bırakılmasını önleyenler aradan çekildi. Ardından
iktidar anayasa değişikliği için ‘terörist’ diye yaftalamadan
anmadığı HDP’nin kapısını çaldı. Son olarak Selahaddin Demirtaş
hasta babasını görmesi için helikopter aktarmalı özel jet
yolculuğuyla Diyarbakır’a götürüldü. Yaygın çıkarım; iktidar seçim
mühendisliğinde yeni bir denemeye girişiyor. Peki iktidar bu
denemeden umduğunu buldu mu? Bulmadıysa bu patlamadan sonra yeniden
2015 bandına dönülür mü? Ya da Erdoğan’ın ortakları bu denemeden
rahatsız mı oldu? Bu patlama onlara Erdoğan’a istikamet verme
fırsatı mı sunuyor? Erdoğan’ın G20 zirvesinden dönüşte izleyeceği
rotaya bakıp anlayacağız.
GÜVENLİ DİYE SATILAN GÜVENSİZ BÖLGE
Şimdi sorunun kaynağına bir bakalım. Daha önce 200 saldırının
önlendiğinden bahseden Soylu bunlarla ilgili kaç zanlının
yakalandığını, örgüt bağlantılarının ne olduğunu, kaçının
yargılanıp ceza aldığını ya da bırakıldığını açıklayabilir mi?
Etkin pişmanlık ya da (soruşturma eksikliğine bağlı) delil
yetersizliğinden kolayca bırakılan IŞİD zanlılarını kanıksadık.
Soylu saldırının kaynağından hareketle halledilmesi gereken yerlere
işaret ediyor. Tekmili birden 30 kilometre derinliğindeki güvenli
şeridin tamamlanmasının ne denli elzem olduğu üzerinde
duruluyor.
Evet Türkiye Suriye’deki mevcut durumdan kaynaklı birincil
dereceden tehdit altında. Dürüstçe altını çizmek gerekirse
Türkiye’nin güvenlik çemberini kırılganlaştıran iki ters müdahale
var:
Bir tarafta 2011’den beri rejim değiştirme, ABD’nin hegemonya
oyununa taşeronluk yapma ve araya Osmanlı heveslerini sıkıştırma
hesabıyla onbinlerce cihatçıyla örgütler ve ordular kuruldu. Sınır
kapıları bunlara teslim edildi. Eğit-donat programları yürütüldü.
Binlerce ton silah ve fon aktarıldı. Bu felaket senaryosunun
birincil sorumlusu bu iktidar. Bu yolda durmak da bilmiyorlar.
İkincisi bir siyasal tercih olarak Suriye’de Kürtlerin
öncülüğündeki ‘demokratik özerklik’ projesine savaş açıldı. Sınırın
altındaki kuşağı düşmanlaştıran çok boyutlu bir müdahale sürüyor.
Karadan top atışları, havadan SİHA’larla suikast saldırıları.
Erdoğan’ın açıkça deklare ettiği güvenlik şeridi, İdlib ve
Afrin’den başlayıp Suriye sınırlarını aşarak İran-Türkiye-Irak
üçgenindeki Kandil dağlarına kadar gidiyor. Plan bu. İstiklal’deki
saldırının kaynağı dedikleri gibi Afrin ise bu da askeri
operasyonlarla güvenli kuşak oluşturulduğu iddiasını boşa
çıkartıyor. Askeri operasyonlar dostluk ve komşuluk potansiyelini
dinamitliyor; ortak geçmiş ve geleceği paylaşan halklar arasında
diyalog kanallarını yok ediyor; insanları ötekileştiriyor ve
düşmanlaştırıyor. Bu tür bir kuşaktan güvenlik beklenmez.
Reuters’a konuşan bir yetkili demiş ki, "PKK'ya yönelik Irak'ta
devam eden bir operasyon var. Bu tamamlandıktan sonra Suriye'de de
belirli hedefler söz konusu.”
Suriye tarafında Rus-Amerikan kırmızı çizgileri yüzünden
yapılamadığı için Irak tarafına ağırlık verildi. Irak tarafında
operasyon iyi gitmiyor. Seçim öncesinde ekonomide gidişat iyiye
yönelmezse operasyon meselesini sıcak tutabilirler.
İKİ AÇMAZ VAR AMA SADECE BİRİYLE MÜZAKERE MÜMKÜN
Güvenlik şeridi çözümse saldırganın Afrin’den geldiği izahatını
da izah etmeleri gerekmez mi? Afrin 2018’den beri Türk ordusu ve
müttefik bellediği SMO milislerinin kontrolünde. Sınırlar duvarla
örülü. İdlib’in çeperlerinde de Türk ordusu, içinde HTŞ hakim. Evet
paranın delemeyeceği sınır hattı yoktur. Fakat kast ettiğim
geçilebilirlik değil “Suriye’de güvenli bölge kuralım da terör
saldırılarını önleyelim” önermesinin geçersizliği.
Saldırının faillerinden bağımsız olarak şunu vurgulamak lazım:
Kürtlerin düşmanlaştırıldığı, İslamcı örgütlerin de müttefik haline
getirildiği ikili bir süreç Türkiye’yi bir çıkmaza sürükledi.
Kürtlerle oluşan düşmanlığı istenirse diyaloga çevirmenin koşulları
oluşturulabilir. Ya ötekiler? 10 yıldır altını çizdiğimiz şeyi yine
tekrar etmek durumundayız: Desteklenen örgütler fişlerini
çektiğinizde dönüp sizi vuracak. Bu iktidarın yaptığı en büyük
kötülük ülkeyi böylesi açmazlarla karşı karşıya bırakmış olması.
Şimdi Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatıyla kontrol edilen
bölgelerdeki silahlı muhalif güçleri yeniden dizayn etmenin
peşindeler.
Uzatmadan özetleyeyim: 11-13 Ekim tarihlerinde HTŞ yanına birkaç
muhalif gücü alarak Afrin’e girdi. Azez’e yöneldiğinde MİT devreye
girerek 14 Ekim’de SMO grupları ile HTŞ arasında bir anlaşma
sağladı. Anlaşma özünde HTŞ’nin nüfuz alanını İdlib’in dışına
taşımanın yolunu açıyordu. Türkiye bu gelişmeyi kullanarak Zeytin
Dalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı bölgesindeki muhalifleri
yeniden organize edip yekpare bir ordu kurmaya çalışıyor. 14 Ekim
anlaşmasından sonra Türk istihbarat ve askeri yetkilileri hem HTŞ
hem SMO grupları ile görüşmeler yaptı. 2 Kasım’da Gaziantep’teki
görüşmede SMO komutanlarına ortak ordu, tek sivil yönetim ve
birleşik emniyet teşkilatı oluşturulması için iki ay süre verildi.
Taleplere uyulmadığı takdirde bu grupların alternatifsiz
olmadıkları belirtildi. Yani ortak çatıyı kabul etmeyenlerin
üstünün çizileceği, HTŞ’nin sivil ve askeri idareyi ele almasının
önünün açılacağı mesajı verildi. HTŞ ile de Atme ve İdlib’de
görüşmeler gerçekleştirildi. HTŞ Türkiye’nin de terör örgütleri
listesinde. Yoğrulan bu hamur yeterince zehirli ve tehlikeli.
Netice olarak Zeytin Dalı ya da Barış Pınarı harekatları
isimleriyle müsemma olmadı. Ne barış geldi ne huzur. Fırat Kalkanı
da Türkiye’ye değil ‘cihatçı’ tayfalara kalkan oldu. İstiklal’deki
bombayı Suriye politikasının ürettiği sonuçlardan bağımsız ele
almak ölümcül hata olur. Reyhanlı, Reina, Diyarbakır, Ankara-Gar,
İstanbul Havaalanı ve Sultanahmet saldırıları da yanlış Suriye
politikasıyla ilintili sonuçlardı.