'Güz Sancısı’dan 'Kulüp’e: Sinemada 6-7 Eylül olayları

Üzerinden 67 yıl geçen bu kara günleri ısrarla yok sayarak, görmezden gelerek yıllarımızı geçirdik. Son derece trajik insan hikâyelerinin olduğu bu konuyla ilgili yeni çekilen 2 dizideki birer bölümün yanında 1 tane de filmimiz var. Tomris Giritlioğlu’nun "Güz Sancısı" filmi. 67 yılın özeti, yeni çekilen iki dizide birer bölüm, bir de sinema filmi...

Rıza Oylum r_oylum@hotmail.com

Netflix’te yayımlanan "Kulüp" dizisi, 2. kısmıyla birlikte büyük ses getiren bir projeye dönüşmüş durumda. Dizi, daha önce sinemamızda olmadığı kadar İstanbul’da yaşayan Yahudi bireylerin gündelik yaşamlarına odaklanıyor. 1950’lerin toplumsal fonunda, bir gece kulübü çevresindeki insanların yaşamlarını, Matilda ve kızı Raşel’in odağında anlatan yapım, güçlü sinematografisi ve başarılı sanat yönetimiyle öne çıkıyor.

Dizi, 2. kısmında gösterdiği 6-7 Eylül olayları sahneleriyle de politik bir tartışmanın müsebbibi oldu. Devlet aklının organize bir projesi olan olaylar zinciri, İstanbul’daki azınlık unsurlarının ülkeyi terk etmesinin hedefleyen 2 gün süren bir katliamlar silsilesiydi. BluTV platformunda yayımlanan Çağan Irmak’ın yönettiği "Yeşilçam" dizisinde de 6-7 Eylül olaylarını resmeden bir bölüm 2021’in Mart ayında yayımlanmıştı. Üzerinden 67 yıl geçen bu kara günleri ısrarla yok sayarak, görmezden gelerek yıllarımızı geçirdik. Son derece trajik insan hikâyelerinin olduğu bu konuyla ilgili yeni çekilen 2 dizideki birer bölümün yanında 1 tane de filmimiz var. Tomris Giritlioğlu’nun "Güz Sancısı" filmi. 67 yılın özeti, yeni çekilen iki dizide birer bölüm, bir de sinema filmi.

DİZİLERDE 1 BÖLÜMLÜK 6-7 EYLÜL

Çağan Irmak’ın Türk sinemasının 1960’lardaki halini anlattığı dizisi "Yeşilçam"da, genç yapımcı Semih Ateş, henüz genç bir makinistin çırağıyken 6-7 Eylül olayları patlak verdiğinde Rum makinist ustasının evine girip hırsızlık yapmaya kalkar. Toplumsal vahşete kişisel hırslarıyla ortak olur. Böylece yönetmen sıradan insanların da bu kitlesel vahşete ortak olduklarının göstermeye çalışır. İstiklal Caddesi’ndeki yağmayı da yansıtan yönetmen, yerde kalan biri delinmiş bir çift ayakkabıyı kadrajına alarak imgesel olarak öldürülen gazeteci Hrant Dink’e zamanlar ötesi bir gönderme yapmış olur.

.

"Kulüp" dizisinin ilk kısmında Varlık Vergisi’nin yoksullaştırdığı bir Yahudi ailenin kızı olan Matilda’nın ayakları üzerinde durma mücadelesini izlemiştik. 2. Kısım'da Matilda konumunu kurumsallaştırmaya çalışırken fonda karşımıza 6-7 Eylül olayları çıkar. Organize şekilde nasıl kitlelerin hareketlendirildiğinin gösterilmeye çalışıldığı dizide gerginlik başarılı bir sinema diliyle yansıtılmış. Matilda ve arkadaşları kargaşanın içinde kulübe sığınıp kendilerini kurtarsalar da gece kulübünde çalışan genç Rum Tasula, tıpkı gerçekte de bu vahşetten kurtulamayan çok sayıda Rum vatandaş gibi sokakta saldırıya uğramaktan kurtulamaz. Dizi 6-7 Eylül olaylarını büyük bir organizasyonun parçası olarak gösterip sermaye gruplarının devlet baskısıyla el değiştirme süreçlerini de resmeder. Türk olmayanlar gidecek, yerli sermaye eğlence sektöründe egemen olacaktır.

TOMRİS GİRİTLİOĞLU'NUN GÜZ SANCISI

Tomris Giritlioğlu, filmleriyle azınlıkların sinemaya yansımasında bir milat sayılabilir. Azınlıkların İstanbul’da yaşadıkları iki trajik ve travmatik olay olan Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olaylarının ikisini de beyazperdeye taşıyan yönetmen, bu özelliğiyle bütün yönetmenlerden ayrı bir yerde durur. Ne var ki ticari kaygılar bu olayların layıkıyla sinemada buluşmasının önünde engeller yaratmıştır.

11 Kasım 1942’de TBMM'de kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu, azınlıkların yüksek vergiler ödemek zorunda kalmalarıyla sermaye ve gayrı mülk birikimlerinin kaybına neden olmuştu. Yılmaz Karakoyunlu’nun aynı isimli romanından 1999’da Giritlioğlu tarafından çekilen "Salkım Hanımın Taneleri" bu süreci anlatıyordu. Filmde kumaş dükkânı sahibi Levon (Uğur Polat) ve onun psikolojik travmalar yaşayan kardeşi Nora (Hülya Avşar) temel iki gayrimüslim karakterdir. Nora, zengin iş adamı ailesi sonradan Müslüman olan Halit Bey (Kamran Usluer) ile evlidir. Üçü de Varlık Vergisi’nden etkilenip bütün varlıklarını kaybedeceklerdir. Film, hırslı bir Niğdeli olan Durmuş’un (Zafer Algöz) İstanbul’a gelip kısa sürede, Varlık Vergisi nedeniyle satışa çıkan azınlık mülklerini almaya başlamasının yarattığı travmatik dönüşümü resmediyordu.

Yönetmen, bu büyük dönüşümü resmederken çekimlerin büyük kısmını iç mekânlarda ya da stüdyo ortamında yapmayı seçmiş. Bundan ötürü İstanbul’un Varlık Vergisi’ne olan ev sahipliğini filmde hissedemeyiz. Borcunu ödeyemeyen azınlık erkeklerinin Aşkale’ye yollanmak için Haydarpaşa Tren Garı'na getirilmesinin dışında filmde İstanbul’da yaşanan bu büyük sermaye dönüşümünün etkilerini şehir üzerinden görmek olası değildir. Durmuş’un satış listelerinde Beyoğlu’nun meşhur yapısı Hotel M. Tokatlıyan’ı gördüğündeki tepki, az sayıdaki İstanbul yansımalarından biridir:

Durmuş: Vay vay vay! Bekir piyangonun büyük ikramiyesini gördün mü lan? Tokatlıyan

Filmde, yönetmenin TV estetiği içeren üslubu, bireylerin dönüşümünün oldukça hızlı olması ve dönemi yansıtan dış çekimlerin azlığı bu büyük ve travmatik sermaye transferi olayının sinemaya layıkıyla yansıtılamadığı izlenimini doğuruyor.

2009 yapımı "Güz Sancısı", Rum fahişe Elena (Beren Saat) ile babası bir toprak zengini olan Müslüman Behçet (Murat Yıldırım) arasındaki imkânsız âşkı, 6-7 Eylül olaylarının fonunda anlatır. Filmde Rum fahişe Elena, Elena’nın bedenini satmasına aracılık eden babaannesi ve onların tanıdığı bir oyuncakçı azınlık karakterlerdir. Üç karakter de derinlikli bir anlatımla ele alınmaz. Daha büyük bir problemse yönetmenin azınlık kültürünü yansıtmada var olan olumsuz algıların dışına çıkmayı amaçlayıp Türk sinemasında en klişe ve en yaygın iki azınlık tiplemesi olan Rum fahişe ve onun satıcısı rollerini tekrar etmekten çekinmemesidir. Rum genç kadını fahişe, onun büyükannesini onun satıcı olarak göstermesi esasen yönetmenin de toplumdaki Rum algısından kurtulamadığını gösterir. Ayrıca yaygın bir zanaat hattında ustalaşmış azınlıkların maruz kaldıkları kitlesel bir kıyımın fon yapıldığı bir filmde en klişe ve olumsuz meslek tercihleriyle gösterilmeleri son derece vahimdir.

Film, İstanbul’da Cumhuriyet döneminde azınlıklara yönelik yapılan en önemli kitlesel saldırıyı anlatma amacı taşısa da bu olay, neden sonuç ilişkilerinin muğlaklığı içinde ve öne çıkan aşk temasının ağırlığı altında oldukça silikleşir. Azınlıkların dönemsel yaşam pratikleri, insan ilişkileri, yemek kültürleri gibi küçük ama önemli ayrıntıları filmde takip etmek mümkün olmaz. Onlara yönelik yükselen ya da yükseltilen kitlesel nefretin bağlamı gösterilmez. 6-7 Eylül’ün gösterilme biçiminin de filmin sonundaki gerçek fotoğraflarla karşılaştırıldığında oldukça yüzeysel ve inandırıcılıktan uzak olduğu görülür. Buna rağmen filmde 1950’li yıllardaki Beyoğlu yansıtılmaya çalışılır. Dönemin kıyafet tercihlerinin filmde gösterilmeye çalışılması, dış çekimlerin bu yıl aralığını yansıtan öteki tarihi filmlerin birçoğundan daha fazla olması filmin artılarındandır.

Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olaylarındaki insan hikâyeleri, esasen bir dizinin 1 bölümüne ya da bir filmin fonuna sığamayacak kapsamlı ve çok boyutlu bir sinema anlayışını hak ediyor. Umarım bu yüzleşemediğimiz gerçeklikler, farklı boyutlarını es geçmeden sinemanın farklı türlerinde karşımıza daha çok çıkmayı sürdürür.

Tüm yazılarını göster