Tek tek güzellik salonlarının, çok takipçili sosyal medya hesaplarının sahipleri ve mesai arkadaşları yargılanıp bitirilecek mi? Ya da başka bir deyişle, zamanında suçla mücadelede ne büyük mesafeler aldıklarını anlatanlara, “bunlar nasıl bu kadar büyüdü sizin devrinizde peki” diye sorulacak mıdır?
“Güzellik” salonu adı altında açılan mekanlar üzerinden yaşananları, Dilan-Engin Polat vakasıyla başlayan gözaltı-tutuklama furyasının başında, neler olup bittiğini geçen ay yazarımız Bahadır Özgür anlatmıştı.
Kamuoyunda ‘fenomen’ olarak tanınan isimlerin eşle, dostla, akrabayla ‘güzellik salonu’ görünümlü organize suç işletmelerinde kara para akladıkları iddialarına her gün yenileri ekleniyor. Yıllardır devam ettiği anlaşılan bir “suç makinesi düzeni” bu. Ve meğer sosyal medyadaki görgüsüzlük videolarıyla taçlandırılmış her şey…
Peki neden şimdi bu operasyonları izliyoruz?
Bu sorunun yanıtını ararken akla hemen geçmiş 7-8 yıl boyunca yetkili ağızlardan yapılan “suçla mücadelede tarihte görülmemiş başarı” açıklamaları geliyor çünkü. O zamanlar o kadar başarılı olunduysa bugün neden bunlar ortaya çıktı?
Ya da bugün yapılan tüm bu operasyonlar, bütün bu rezillikler nereye bağlanacak?
Tek tek güzellik salonlarının, çok takipçili sosyal medya hesaplarının sahipleri ve mesai arkadaşları yargılanıp bitirilecek mi? Yoksa bu kara para aklama ve bağlantılı suçlar düzeninin bunca yaygın şekilde kurulup işletilmesi için ‘yap bir güzellik’ denince, göz yuman, teşvik eden, pay alan, yöneten…
Etki ve yetki sahipleri de var mıdır mesela?
Onlara da uzanılabilecek midir?
Ya da başka bir deyişle, zamanında suçla mücadelede ne büyük mesafeler aldıklarını anlatanlara, “bunlar nasıl bu kadar büyüdü sizin devrinizde peki” diye sorulacak mıdır?
Hrant Dink yasının en ağır günleri biter mi?
"Bir kez daha adaletsizliği yüzümüze çarpıp, yasın en ağır günlerine geri yolladılar bizi" diyordu dün Rakel Dink.
Adalet Bakanlığı açıklamalar yaparak anlatıyor işin ‘teknik’ kısmını: “Daha erken çıkacaktı da biz tuttuk”a getiriliyor söz…
Ancak aynı bakanlıktan “milli irade”nin işaret ettiği milletvekilinin neden bir türlü tahliye edilmediğiyle ilgili “elden gelen yapıldı” gibi bir yanıt gelmiyor mesela...
Orada hakimlere “hakemlik” ediliyor çünkü, vazife başka!
Ya da bir milletvekili organize suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş -yine aynı adalet mekanizması tarafından cezaevinden serbest bırakılmış- biri tarafından açıkça tehdit edildiğinde de tepki gelmiyor Adalet Bakanlığı’ndan.
Anayasa Mahkemesi kararlarını eğip bükmek gerektiğinde ‘yasalar yoruma açık’ ama katillere tahliye söz konusu olduğunda yasalar buna elveriyor! Tehdit edenin arkası sağlamsa yasadan masadan söz eden de görünmüyor!
O yüzden Dink’in katiline ve o katilin arkasındakilere dair “yapılabilen” de bu kadar oluyor işte…
Elden gelen bu!
Bu olayları böyle birlikte düşününce ortaya çıkan karanlıkta “yasın en ağır günlerine” dönmesin de ne yapsın Dink ailesi?
Metin Uca ile son ‘haka dansı’
Türkiye 1999 Marmara depremlerinin bütün ağırlığını yaşarken, ekonomisi tarumarken, siyaseti krizdeyken tanınmıştı Metin Uca geniş kitleler tarafından… ‘Günaydın Türkiye’ isimli sabah programında günün ilk haber bültenini sunuyor ancak normalde bir haber bülteninde görülmemiş bir şey yaparak yolsuzluk, usulsüzlük, kayırma haberlerinin hemen peşinden ‘haka dansı’ yayınlıyordu!
Sonraki yıllarda habercilikten uzaklaşsa da her zaman gülümseyerek ve gülümseterek yeni şeyler yapmaya devam etti.
Bugün, 6 Şubat depremlerinin ağırlığı altında yine 99’dakine benzer cümleler kurarken uğurluyoruz onu. Gidişiyle fark ettik, Youtube hesabında Maorilerin ‘özgürlük dansı’ndan bir kolaja da yer vermiş meğer...