Güzin Yalın'dan ilk roman: Mutfağın iyileştirici gücü
Güzin Yalın'ın 'Mutfak Okulu' kitabı, İletişim Yayınları tarafından hazırlanan Ruhun Gıdası Kitaplar dizisinde yerini aldı. Yalın, 'Mutfak Okulu'nda yemek yapmak üzere bir araya gelen yedi farklı karakterin birbirine bağlanan öyküsünü anlatıyor.
Buse Özlem Bay
Yaşamın temel gerekliliklerinden birinden “ilk günah”ın baş elemanına, dostluk nişanesinden üretimin simgesine, sonrasında da hazzın ve tüketimin göstergesi hâline gelmesine kadar uzanan geniş bir yelpazesi var yemek kültürünün. “Kültür” diyorum çünkü yemek, elbette her canlı için vazgeçilmez bir gereksinim fakat onu bir kültür olarak var eden insan olmuş yine. Gördüğü bir elmayı bile simgeleştirebilen gözleriyle, şarap içip ekmeğini yerken bile peygamberini yâd etmesiyle, yemeyi tercih etmedikleriyle bile bir derdi anlatma çabasıyla sırf günlük hayatın değil, aynı zamanda sanat tarihinin -yaratıcılığın tarihinin- de büyük bir öznesi olmuş.
İletişim Yayınları tarafından hazırlanan Ruhun Gıdası Kitaplar dizisi de bu eski kültürü keşfetmeye çalışıyor. Yemek kültürü ve tarihi üzerine odaklanan dizi, konuyu sadece kurgu dışı çizgisinden takip etmek yerine, meseleyi kurguyla harmanlamayı seçen romanları da bünyesine dâhil ediyor. Monique Truong’un kaleme aldığı 'Dilimdeki Acı'dan sonra 'Mutfak Okulu' da dizideki ikinci roman. Kitabın yazarı olan Güzin Yalın ise ayrıca serinin editörlüğünü yapan isim. Aynı zamanda yemek yazarı ve radyo programcısı olan Güzin Yalın, 'Mutfak Okulu'nda yemek yapmak üzere bir araya gelen yedi farklı karakterin birbirine bağlanan öyküsünü anlatıyor. “Kalbe Giden Yol Mutfak Okulu” bu yedi karakterin kesişim kümesi olurken, Yalın özellikle yemek yapmanın ve bu amaçla yardımlaşmanın iyileştirici ve sakinleştirici yönüne odaklanıyor.
Topraktan gelen maddeleri işlemek ve bu işlenen maddelerin yine üretici tarafından tüketilebilir olması yemek yapmayı iki farklı haz duygusuyla eşleştiriyor; aynı anda hem yaratıcı hem deneyimleyen olmanın getirdiği bu üst düzey haz hâli de bu uğraşın iyileştirici yanlarından en etkilisi oluyor. Tabii yemekle uğraşmanın çok dünyevi ve ilkel bir yanı olduğu da inkâr edilemez. Çok eskiye dayanan bu besleme ve beslenme alışkanlığının insanın arkaik hatıralarını uyandırdığını da söyleyebiliriz. Tüm bunların yanında ateşin, sıcak bir aşın ve tüm bunların etrafında toplanan kalabalığın, "yuva"nın ve de güven ihtiyacının sağlayıcıları olduğu unutulmamalı. Hem bu kadar fiziksel/dürtüsel hem de bu kadar duygusal olan bu eylemin sağaltıcı etkisi de kaçınılmaz oluyor. Roman da terapi etkisi yaratan bu sürecin kısa da olsa bir panoramasını çiziyor.
'Mutfak Okulu'nun karakterleri hemencecik iyileşme süreçlerini tamamlamıyorlar elbette, ancak bir hafta süren bu kurs vasıtasıyla kendilerini sorguladıkları bir terapi seansına adım atıyorlar adeta. Kimi karakterler bu sürecin sonunda başladıkları yere dönüyorlar, kimileri ise bu yolculuğu farklı bir kişi olarak tamamlıyorlar. Yemek okulunun şefi olan Ahmet, alkolle ve yalnızlıkla mücadele ediyor mesela. “Başarılı ve ünlü şef” unvanını çoktan kaybetmiş olan Ahmet'in hayatındaki tek aktivite de bu kurs olmuş artık. Kursun bu son haftasına katılım sağlayan beş öğrenciyle birlikte, özellikle de eski karısı Nazan'a çok benzeyen İnci'nin mutfağa adım atmasıyla birlikte, Ahmet'in içinde bir şeyler değişmeye başlıyor. Diğer karakterlerin hikâyelerinde de olduğu gibi roman ilerledikçe Ahmet'in geçmiş travmalarına, içinde bulunduğu yas haline ve yalnızlığına ortak olmaya başlıyoruz.
Tekin ise Ahmet'in mutfaktaki yardımcısı, aşçı yamağı. Bütün bu eğitim süreci boyunca öğrencilerle Ahmet'ten çok muhatap oluyor Tekin, biz de en çok onun düşüncelerinin içine dalıyoruz. Tekin sayesinde öğrencilere uzaktan bakabiliyoruz. Yemeğe olan tutkusunu, menü hazırlarken yaşadığı mutluluğu, birileriyle sakince mutfağını paylaşırken yaşadığı keyfi satır aralarında hep hissediyoruz. Tekin'in kendi tutkusunu bulmuş olması ve bu özerk zevkinin arkasından attığı tüm adımlar, en öfkeli olduğu anlarda bile sakinliğini korumasını sağlıyor. Tekin en kötü anlarda bile kendi kendini iyileştirmeyi biliyor, kendi iç dengesini sağlayabiliyor. Kursun katılımcılarından biri olan Hülya’yla aralarındaki bağın oluşmasını sağlayan da bu oluyor zaten. Atanamamış bir öğretmen Hülya; geçmiş tutkularından mantığının sesini dinleyerek vazgeçtiğinde ve mutfağın yolunu seçtiğinde bu iç dengeye o da kavuşuyor. Ulaşamadığı hayallerin içinde debelenmek yerine, eline aldığı ve sakince yoğurmayı seçtiği hamurla yaralarını sarıyor.
Aileden kalan tüm yüklerin, travmaların ve kaçışların merkezi oluyor mutfak. İnci, Fikret ve Süheyla karakterleri de bu yükleri roman ilerledikçe sırtlarından atıyorlar. Hayattaki tek var olma nedeni sanki uygun bir eş adayı bulup evlenmekmiş gibi bir inancın içinde büyütülen İnci, annesinin varlığı altında ezilen Fikret ve çocuklarının dünyasına kendini ait hissetmeyen Süheyla Hanım… Okulun son gününe kadar hepsinin birer birer çözüldüğü, rahatladığı ve yeni kararlar aldığına şahit oluyoruz. Bu ortak deneyim onlar için yeni kapılar aralıyor, bu deneyimlere şahit olmak da okuyucuda bir başka iyileştirici etki yaratıyor. 'Mutfak Okulu' ise kısacık bir sürede bizleri bu ortak paydanın bir parçası hâline getiriyor.