Türkiye’nin katıldığı turnuvalara iyi başlangıç yapamaması bir sır değil. Ay-yıldızlılar, 1996’dan bugüne beş Avrupa Şampiyonası ve bir Dünya Kupası’nda oynadığı bütün açılış maçlarını kaybetmişti. Ama bunların hepsi kendisinden güçlü takımlara karşıydı: İki defa Hırvatistan, iki defa İtalya, bir defa Brezilya, bir defa da Portekiz. Bu sefer ise rakip, tarihinde ilk defa bir Avrupa Şampiyonası’na katılan, kâğıt üzerinde grubun en zayıf halkası olarak görülen Gürcistan’dı.
Ama elbette hafife alınacak bir takım değillerdi. Geride örgütlü ve sıkı durabilen bir takım olan Gürcistan, ileride de en büyük yıldızı Khvicha Kvaratskhelia ve Georges Mikautadze gibi hızlı forvetlere sahipti. Türkiye’nin savunmada ne kadar dağınık olduğu da düşünülürse, Gürcistan’ın kontrataklarda sorun çıkarma ihtimâli bir hayli yüksekti.
Fakat Türkiye maça öyle yoğun bir başlangıç yaptı ki, Gürcistanlı oyuncular ilk yarım saat boyunca topun peşinden koşmakla yetindiler. Topa sahip olabildikleri nadir anlarda da Türkiye’nin sert presi karşısında kafalarını kaldırmakta güçlük çektiler. Maçta topun daha çok Türkiye’nin hâkimiyetinde olması beklenen bir şeydi. Ama ilk otuz dakikada Türkiye yalnızca topa sahip olmakla kalmadı, aynı zamanda topla ne yapacağını çok iyi biliyor gibiydi. Kısa ve tek paslarla ilerlemeyi deneyen Türkiye, hareketliliğiyle ve her iki kanatta kurduğu üçgenlerle Gürcistan savunmasını çok zorladı.
2-0 OLACAKKEN 1-1
Bu yoğun başlangıç, Türkiye’ye peş peşe iki gol de getirdi. Birinde sol bek Ferdi Kadıoğlu’nun hazırladığı pozisyonu, ceza yayı çevresinde sağ bek Mert Müldür gelişine bitirdi. Hem de ne bitiriş! Johan Cruyff, futboldaki en güzel golün boş kaleye atılan gol olduğunu söyler, çünkü bu goller arkasında kolektif bir organizasyon barındırır. Aynı şekilde bir bekin hazırlayıp diğer bekin bitirdiği goller de futboldaki en güzel gollerden biri olarak görülebilir. Tıpkı Türkiye’nin ilk golü gibi.
İki dakika sonra bu defa Kenan Yıldız’ın ayağından harika bir kontratak golü buldu Türkiye. Ama kramponunun ucu birkaç santim önde olduğu için VAR tarafından iptal edildi. Daha doğrusu gasp edildi. Belki kurallara göre doğruydu, ama gerçekte VAR’ın futbolun ruhuna aykırı binlerce kararından sadece biriydi.
İlk yarının son 15 dakikalık dilimindeyse başka bir maç başladı. O dakikaya kadar topa sahip olan ve rakibini topu kaybettiği yerde karşılayan Türkiye, 1-0’dan sonra geri çekilmeye başladı. Elbette Gürcistan’ın da iyi tepki verdiğini ve Türkiye’yi geri püskürttüğünü söylemek mümkün.
Sıklıkla kanatlardan yüklenen Gürcistan’ın hücumlarını merkezden isabetli diyagonal paslarıyla çok iyi yöneten Giorgi Kochorashvili bu anlarda öne çıkarken, Orkun Kökçü ve Hakan Çalhanoğlu’nun rakibine hiçbir baskı uygulamaması da bir o kadar dikkat çekiciydi. Türkiye takım hâlinde topun arkasına geçtiği bu dakikalarda Kaan Ayhan’ın yanında ikinci bir tutucu oyuncuyu çok aradı. O oyuncunun yokluğu Gürcistan’ın oyunu tamamen kontrolü altına almasına ve Türkiye’nin kalesine çok rahat sokulmasına neden oldu. 32’de Mikautadze’nin golü de bu şekilde geldi.
Devre arasına 1-1’lik eşitlikle girilirken Türkiye’nin ikinci yarıda yapması gereken şey çok net gibiydi; ilk otuz dakikada yaptığı gibi topa sahip olmak, oyunu rakip yarı sahaya yıkmak, topsuz oyunda da agresif ve hareketli olmak. Geri çekilmenin ve topun arkasında sıkı durup pozisyon vermemenin bu takımın yapabileceği bir şey olmadığı son çeyrekte belli olmuştu.
Belli olan bir diğer şey ise Barış Alper Yılmaz’ın en uçta zorlandığıydı. İlk yarının sonlarında Arda ile yer değiştirip sağ kanada geçtiğindeyse çok daha rahat görünmüştü. Bu yüzden Montella’nın hücum hattındaki pozisyonları bir kez daha gözden geçirmesi gerekebilirdi. Ya en uca gerçek bir santrfor koyacaktı ya da ilk yarının sonlarında olduğu gibi Arda’yı sahte dokuz gibi kullanıp Barış Alper’i kanada atacaktı. İkincisini seçti.
Adana Demirspor döneminde de Younes Belhanda ve Emre Akbaba’yı en uçta sıkça bu rolde kullanan İtalyan teknik direktör, Türkiye’nin turnuvadaki diğer maçlarında da santrforsuz oynamayı tercih eder ve Arda ile Kenan’ı en uçta derin forvet rolünde kullanırsa şaşırmayalım.
Bu değişikliğin Gürcistan maçının ikinci yarısında olumlu bir sonuç verdiğini söylemek ise zor. Zira Türkiye ilk yarıda olduğu gibi ikinci yarıya güçlü bir başlangıç yapamadı. Topun ve dolayısıyla oyunun kontrolünü sağlayamayan Ay-yıldızlılar, ileride üretkenlik sorunu yaşarken, aynı zamanda Gürcistan’a da daha sık kontratak fırsatı tanımaya başladı.
KUVVETLİ, TANIMADIĞIMIZ BİR GÜNEŞ
Ama sahada topu ayağına aldığında hiç kimsenin beklemediği bir şeyi yapabilen tek bir oyuncu vardı ve o oyuncu Türkiye formasını giyiyordu; Arda Güler. Bir futbolcuyu diğerlerinden ayıran şey topla ilk temasıdır. O temasın nasıl gerçekleştiği, bize nasıl bir oyuncuyla karşı karşıya olduğumuzu anlatır. Arda’nın topla ilk kez buluştuğu anların zarafeti ise bize şunu anlatıyor: Futbolun başına ancak kırk yılda bir gelebilecek bir oyuncuyla karşı karşıyayız.
Her şey o ilk dokunuşla başlıyor, sonra biliyoruz ki, birazdan olağanüstü bir şey olacak. Bunu bizim kadar rakip takım oyuncuları da biliyor. Biz seyirciler olarak birazdan yaşanacak olağanüstü şeye şahitlik etmekle, onlar da bunun yaşanmaması için bir şeyler yapmakla görevli. Ama yapacak hiçbir şeyleri olmadığını anlamaları çok uzun sürmeyecek.
İşte Arda sağ kanatta topla buluşuyor, topu bir defa dürtüp kaleye bakıyor. Daha şutunu atmadı, ama hepimizi çoktan ayağa kaldırdı bile. Ardından kaleciye topu vuracağı yeri gösterdi. O yer, çok az futbolcunun öyle vurabildiği, ama bugüne dek hiçbir kalecinin uzanamadığı yerdi. Arda vurdu, Giorgi Mamardashvili de uzanamadı.
Türkiye, muhtemelen önümüzdeki 15 yıl boyunca katıldığı her turnuvanın en özel yeteneğine sahip olacak. Tadını çıkarmalı, çünkü bu daha önce yaşanılan bir şey değil. Bu çok kuvvetli, tanımadığımız bir güneş.
2-2 OLACAKKEN 3-1
Elbette Arda’nın bile aydınlatamadığı, gölgede kalan yerler var sahada, çünkü bu ne olursa olsun bir takım oyunu. Nitekim Türkiye, 2-1’den sonra da Gürcistan’ın baskısını engelleyemedi ve kalesinde birçok gol pozisyonu gördü. Takımın en eleştirilen oyuncusu Samet Akaydın’ın çizgiden çıkardığı top olmasaydı 2-2 bitecek maç, Gürcistan kalecisi Mamardashvili’nin kalesini terk ettiği maçın son köşe vuruşunun dönen topunda Kerem Aktürkoğlu’nun boş kaleye yuvarladığı golle 3-1 bitti. Bu çılgın maça da böyle bir son yakıştı.
Bir yanda katıldığı son iki Avrupa Şampiyonası’nı çok kötü geçiren Türkiye. Diğer yanda ilk defa turnuvaya katılan Gürcistan. Bu maçın Avrupa Şampiyonası tarihinin klasikleri arasına girmesini bekler misiniz? Ama işte, tıpkı hayatta olduğu gibi futbolda da en güzel şeyler en beklenmedik anlarda gerçekleşir.
Şimdi sırada gerçekleşecek bir başka güzel an daha var; Avrupa Şampiyonası tarihinde, çıktığı ilk maçta gol atan en genç oyuncu olan Arda Güler, üç gün sonra bu rekoru elinden aldığı Cristiano Ronaldo’yla karşılaşacak.
Futbol… Ne güzel oyun.