Hablas kurdo?

Evet, İspanyolca hızı ve akıcılığıyla, sesindeki davetkâr ve cüretkâr tonlarıyla ona olan ilgimi artırmıştı. O da Kürtçenin akıcılığı, kendine has sesi ve ritmi gibi durmadan akıyordu.

Abone ol

Neruda’nın “Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı” kitabını okuduktan sonra Latin Edebiyatını kurcalamaya başladım, çok zaman kaybetmeden şairlerin şiirlerinden devam ettim. Şiirler, romanlar, öyküler, denemeler ardı ardına geldi. Büyük bir hazine bulmuş gibi okuyordum. Başlangıç önemlidir, anahtarın kimin eliyle verildiği dönüm noktasıdır. Latin Amerika Edebiyatının anahtarı şiirdir. Nûbihar dergisinde Talaç İnanç çevirisinde gördük ki Neruda Kürtçede çok güzel duruyor. Julio Cortazar, "Neruda bize bizim olanı geri verdi" diyordu. Kürtçe öğretmenlerimiz de bize bizim olanı veriyor. Marquez’in, şairler arasında en büyüğü dediği Neruda şiirleriyle diğer halklara birer anahtar bırakıyordu her şiirinde. Diller anahtardır, siz bizim dilimizden ne istiyorsunuz! Neruda’yla uzun bir yolculuğum başlamış ve anahtarı cömertçe masaya bırakmıştı. Neruda coğrafyaydı. Dağların, ırmakların, ovaların, şehirlerin, meydanların isimlerini unutturmuyor öğretmenlerimiz, şairlerimiz.

Şiirlerle, romanlarla ve öykülerle Latin Amerika’yı boydan boya dolaşmanın keyfini yıllardır çıkarıyorum ve hala yorulmadan dolaşıp duruyorum nehir kenarlarında, karanın tükendiği, okyanuslara açılan yerlerde. Edebiyat diğer dillere merakın ateşleyicisidir, ateşin olduğu yerde barutun nereden geldiğine merak salarsın. Heyecanı, merakını beni götürdüğü yer, geldiğim yere baya benziyordu. Müziklerini, uzatmalı aşklarını, öfkelerini, başkaldırılarını, isyanlarını romanlarından, şiirlerinden öğrendim. Dil öğretir. İki halk arasında okyanuslar olsa da yaşadıklarımız, bize yaşatılanlar ve direniş ekseninde birçok ortak noktamızın olduğunu aşikâr.

Okudukça, izledikçe ve dinledikçe İspanyol diline olan arzumun gün be gün ateşi harlanıyordu. İspanyolca öğrenmek için kaç defa kurslara gittiğimi hatırlamıyorum ama azımsanmayacak kadar çok gitmişliğim vardır. Her kurs sonrası öğrenmek için girdiğim çaba başka nedenlerle ya da benim bahanelere sarılmamla olacak ki hiçbir kursu layıkıyla bitirdiğim de söylenemez. İlk aşkın sancılarına çok benziyordu belki ta kendisiydi. Git-gel. Dildir, aşktır, sancıdır. En sonunda İspanyolca dilene maruz kalmadan ve onu görmeden öğrenemeyeceğimi anlayıp Latin Amerika ülkelerine nasıl gideceğimi araştırdım.

Esasında gitmem için önümde büyük engeller yoktu, sadece 6 yıldır yurtdışı yasağım vardı. Eğer yasak kalkarsa ilk yurtdışı seyahatim Latin Amerika topraklarına olacak. Daha önce kendi topraklarıma pasaportla giriş yapmış biri olarak bunu yurtdışı seyahati olarak kabul etmeyeceğim. Yani pasaporta içimiz ısınmamış, ısınmaması için verilen mücadele hala devam ediyor. Dilin emekçilerinde, dilin sevdasına düşmüşlerin yakasından düşün. İspanyolcaya olan merakımı yazar Fewzî Bîlge’nin son romanı “Pêrew”den alıntılayıp küçük bir ekleme yaparak söylersem, hema nizanim çima xwîna min ditevizîya ser vê zimanî/bilmem niye böyle kanım kaynadı/uyuştu bu dile.

Evet, İspanyolca hızı ve akıcılığıyla, sesindeki davetkâr ve cüretkâr tonlarıyla ona olan ilgimi artırmıştı. O da Kürtçenin akıcılığı, kendine has sesi ve ritmi gibi durmadan akıyordu. Geçenlerde bir kafede otururken yan masada İspanyolca konuşan iki Latin Amerikalıyla bir süre sonra sohbete başladık. Kıt kanaat İngilizcemle, daha çok ilkel dünyadan kalmış el kol hareketleriyle anlaşabildik. Bir süre sonra yapay zekânın varlığını hatırladık. İspanyolcaya olan merakımı ve bir türlü başaramayışımı gülerek anlattım. Kadın ispanyolca, "Puedos hablar Kurdo?" diye sordu. Sorusunu anlamıştım, herhalde benim iyice anlam için daha yavaş sormuştu. Bu soru cümlesini gayet net anlamıştım. "Si, hablas Kurdo" diye cevapladım. Neler olup bittiğini, başımıza nelerin geldiğini biliyorlardı.

Herhalde Cegerxwîn’in dizelerindeki “Keça Kurdan/kürt kadını” onlara bir anahtar bırakmıştı. Ondan olmalı ki "Kürtçe biliyor musun?" diye sordu. Büyük bir çarkın içinde tek parça çıkamamış olsak da ele geçiremedikleri, unutturamadıkları bize ait olan bir dilin varlığı tutunduğumuz, sırtımızı dayadığımız en güçlü dayanak olarak hala duruyor ve onu kaybetmemek için canla başla direnen yüzbinlerce, milyonlarca insan emek veriyor. Bir dilin yok oluşundan kim ne çıkar elde edebilir? Bir dilin ortadan kaldırılmasından kim niçin nasıl bir rant ve çıkarım elde edebilir? Evet bu soruların cevabı gün gibi ortada. Boyun eğmeyen, dilini ve kültürünü geleceğe taşımak isteyen bir halkın dilinden kültüründen ne istiyorsunuz? Demokrat, ilerici, sözüm ona çağdaş ve modern yöneticiler, kişilikler, Kürtçenin hayatın her alanında sesinin kesilmesi için durmadan, usanmadan, bıkmadan çabalıyorlar. Var olan ilgi atmosferini ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Sürekli aynı yaklaşımı sergileyip sürekli aynı sonuçları almak herhalde bu ülkeye has bir durumdur.

İlk kayyumların atanma gerekçesi var bir de, altında saklı olan gerçekçi bir gerekçe var. Belediye yöneticileri Kürtçeye olan pozitif ayrımcılığı, sahada gelişen sosyal ve kültürel çalışmalarla birilerini özellikle de yeminli Kürt-çe karşıtlarının saldırısıyla ve yarattıkları kaotik ortamından faydalanarak halkın iradesine el konuldu. Amaç ilgiyle büyüyen Kürtçenin önünü yavaşlatmak, demoralize etmek. Dil ve kültür çalışmalarına aktif katılan, bu uğurda mücadele eden sivil kurum ve dernekler birer birer kapatıldı.

Öyle anlaşılıyor kelimeler birilerinin rüyalarına yine kâbus gibi inivermiş. Rüyalarınızda kâbus, karabasanlar görmek istemiyorsanız bu dili ve kültürü ret ederek kurtulamazsınız, gelişmesi için teşvik ve destek olacaksınız. Miting meydanlarında oy için yapılan şovları arkada bıraktı bu toplum. Sabah akşam yalandan “biriz, diriyiz” palavralarına karnımız da gözümüz de doydu. Tohumlar filizleniyordu. Toprağıyla uyum içinde olan tohumların güneşe doğru uzanışını engellemek için iki dönem halkın iradesi gasp edildi. Kayyumlar, çok dilliğin ve dile olan güçlü dönüşün önünü kesmek için yapılan bir çökertme programıydı. Çökmedik, yılmadık, direndik ve hala kendiliğinden örgütlü direnişimiz tüm saldırılara karşın tarihe altın harflerle direnişi nakşediyor. Geçen hafta Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin daha önce açtığı ve kayyum döneminde kapatılan Zarokistan tekrar açıldı. Açılır açılmaz da jet hızıyla müfettiş görevlendirdi. Feqiyê Teyran nere siz nere…  

Sabahın şafağında ellerinde silahlarla, koçbaşlarıyla, paldır küldür kapılar kırılarak Kürtçe eğitim veren MED-DER ve Payîz Pirtûk kitapevine baskın düzelendi. Bu baskınlarda eşzamanlı olarak 29 dil emekçisi gözaltına alındı. Neden gözaltına alındı? Diye sorma zahmetine bile girmedim. Neden ve niçin olduğunu hepimizi gayet biliyoruz. Kürtçenin emekçileri başımızın tacıdır, yanlarında olmak onurdur ve biz bu onura sonuna kadar sahip çıkacağız. Gözümüzün nuru hocalarımıza ve emekçilerimize uzattığınız ellerinizi lütfen çekin!

O vakit bin selam olsun: Mehmet Remzi Azizoğlu, Şükran Yakut, Rıfat Ronî (tutuklandı), Ramazan Holat, Dilan Güvenç, Nazan Çelik, Rezan Aktulum, Beritan Gürbet Orak, Berivan Duman, Ayhan Karatekin, Belkisa Süleymanoğlu Bitkin, Mehmet Salih Öngün, İlyas Gün, Hebun Yağmur, Mine Karakaş, Ahmet Boltan, Rabia Karayıl, İpek Oyur, Fatma İgin, Mustafa Açmaz, Hasan Gürpınar, Şilan Elmas Kan, Şehriban Ayluçtarhan, Niştiman Gül, Cihat Çağrıcı, Yaşar Aslan, Hasan İkvan, Mehmet Selim, Rojda Yıldız.