‘Hacer; sen bir starsın’

Ne zaman birisi depresyona girse aklıma hemen Hacer gelir. Belki yanlıştır ama bazı şeyler yüzünden bunalıma girmek, Hacer’e yapılan bir haksızlık gibi geliyor bana.

Metin Yeğin myegin@gazeteduvar.com.tr

Hacer Arıkan, 19 Aralık cezaevleri operasyonunda en kötü yaralanan insanlardan biri. Henüz geçen hafta yeni bir ameliyattan daha yeni çıktı. Elliden fazla ameliyattan biriydi bu. 19 Aralığın seneyi devriyesinde Hacer’le operasyonu değil, ondan sonrasını, bugünü konuştuk. Ölümü, yaşamı ve her şeye rağmen direnebilmeyi...

Hacer merhaba. Geçmiş olsun… bir daha. Kaçıncı oldu bu ameliyat?

Sağ ol,  sadece Almanya’da 16 oldu tam ameliyat.

Türkiye’dekilerle birlikte peki?

50’ye yakın … 50’nin üzerinde de olabilir...

Ama ufak tefekleri hiç saymıyorsun…

İlk yandığım zaman kaç ameliyata girdim bilmiyorum. Yani Cerrahpaşa’da yoğun bakımda olduğum dönem, tam kendimde olmadığım için, kaç ameliyat geçirdim onu bilmiyorum. Ama ondan sonrakiler… Lokal ameliyatları hiç saymıyorum tabii ki… Lokal dediğim, lokal yapılıp mesela parmaklarımı kestikleri ameliyatları sayıyorum da, onun dışındakileri hiç saymıyorum.

Peki herkes bir ameliyata girmeden çok heyecanlanır, endişelenir. Peki, sende nasıl oldu artık, hiç böyle bir şey yaşamıyor musun?

Yani Türkiye'deyken bir ara üst üste ameliyata girmem gerekiyordu, haftada bir tane filan; o zaman ameliyat ekibindeki anestezi doktorlarına takılıyordum. Narkoz krizim tuttu filan diye... (Gülüyor) Bana narkoz verin, diye. Sonuçta ameliyat olmam bir gerçek. Anestezi doktorlarıyla konuşulduğunda, bunun yan etkilerini söylerler. İnsanlar, ameliyata girenler bundan korkarlar tabii ki ama benim yapabileceğim bir şey yok. Ben olması gerektiği zaman ameliyat olduğum için, ameliyatın gerekliliğine inandığım için böyle bir heyecan ve korku yaşamıyorum ve sonrasında tabii ki vücudumu pozitif olarak ayarlamaya çalışıyorum. Ameliyatımın başarılı geçmesi için. Pozitif olursa, benim için pozitif olursa, olumlu bir gelişme… Negatif kalırsa… ne diyeyim onu... bir şeyi kaybetmiş oluyorsun o zaman. Yani negatif olma riski var sonuçta, o riski en aza indirgemeye çalışıyorum.. Pozitif olmaya çalışıyorum genelinde...

Oldukça zor oluyordur tabii ki. Peki 19 Aralık öncesini hatırlıyor musun?

19 Aralık öncesi yaşantımı çok fazla hatırlamıyorum… Yani hastaneye geldiğim zaman şarkı sözlerimi bile hatırlayamıyordum.  Anılarımı hatırlıyor musun, diye sorarsan, pek hatırlamıyorum ama güzelliğimi hatırlıyorum tabii ki.

Bu sana zor gelmiyor mu? Seninle olduğumuz uzun yıllar süren dostluğumuza güvenerek bunu sorabiliyorum.  Nasıl yüzleşebiliyorsun bu gerçekle?

Ben şöyle söyleyeyim; 19 Aralık’ta kendime geldiğim zaman, eskisi gibi olamayacağımı bilebildiğim için, o süreçte, eskiyi unutmam gerekir, diye düşündüm. Bunu istediğim için, beyin dediğimiz şey bunu sağladığı için, ben 19 Aralığı yeniden doğduğum bir tarih olarak algılayıp, yeni bedenimle, yeni durumumla kendimi hayatta tutmayı başardım diyebilirim. Hayata tutunmamın yolu şuydu; iki  Hacer var. Kişilik olarak aynı ama bedensel olarak iki Hacer var. Biri annemin beni dünyaya getirdiği zaman ve 19 Aralık’ta sonra eren ve bir de 19 Aralık’ta başlayıp, yani iki gün sonra yeniden doğduğum gün diyerek kabul ettiğim ikinci Hacer... Her ameliyatta, milim milim ilerleyen her yaranın iyileşmesi, beni daha mutlu edip, işte ben buyum diyebiliyorum ya da ellerimde bir iyileşme olduğunda, bir kaşık  tutmayı başardığım zaman, işte ben buyum başarabilirim diyorum; yani nasıl bir çocuk düşe kalka yaşamayı öğrendiyse, ben de bu şekilde yaşamayı öğrenmeye devam ediyorum.

Peki hiç ölmeyi düşünmedin mi? Yani öleyim de bu kadar ameliyatı, bu kadar şeyi yaşamayayım diye gelmedi mi aklına?

Şöyle söyleyeyim; beni seven insanlar, başta annem babam kardeşlerim, beni seven dostlarım, arkadaşlarım... Bunları düşündüğüm zaman ölmeyi düşünmeye hakkım yoktu. Yani hayatta kalmalıydım. Benim sarıldığım şey bu. Ama şunu söylemeliyim, 19 Aralık olduğu zaman, kendimize gelip de devletin bizim kendimizi yaktığımızı söyleyeceğini beklediğim için diyeyim, ben sadece dünyaya gerçeği söylemeliyim; ben kendimi yakmadım. Yakıldım diyebileyim, ondan sonra öleyim; ilk başta düşündüğüm şey buydu. Yani annemle babama ben gerçeği söyleyeyim, ondan sonra öleyim, diye düşündüm ama sonra onlar, Cerrahpaşa’da kaldığım sürede, annem ve babam hastanede oldukları halde onlarla görüştürmediler. Görüşme yasağı getirdiler, görüştürmediler, bu da benim yaşama şansımı güçlendirdi galiba. Yani o an, yaşama kararı aldıysam, bu gerçeği söylemek içindi ama daha sonraki ameliyatlarımda hiçbir zaman ölümü düşünmedim. Çünkü sevdiklerime daha fazla acı vermek istemiyordum. Çünkü onlar çok acı çektiler ve hâlâ da çekiyorlar. Ben acılara katlanabilirim, kendimi değiştirebilirim ama bir annenin, bir babanın, sevenlerin çektiği acının zerresini çektiğimi düşünmüyorum.

Yaşamak senin için bir direnmeye döndü galiba tam olarak?

İşte o andan itibaren direnmeye döndü bu. Çünkü ne zaman kontrole gelip, ‘Sabaha çıkmaz bu’ derlerse, ben diyordum ki ‘Hayır, yarın sabah görüşürüz’.  Yani direnmek sonuçta… yaşamın kendisi direnmek. Nasıl yaşayıp, ne istediğimizle bağlantılı bu. Dediğim gibi, sevdiklerimiz zaten üzülüyor. Yani onlar bana güçlü bir duruş sergiledikleri için, annem ve babam açısından söylüyorum, her ne olursa olsun evlatlarına sahip çıktıkları için, benim de onlara sahip çıkarak yaşamam gerekiyordu ve yaşıyorum.

Çevrede çok oluyor, birisi depresyona giriyor, yaşamak istemiyor filan, çok da sorunları olmayan biri gibi de geliyor bana ve o zaman sen benim sık sık aklıma geliyorsun. Bu yaşama tutunma biçimin, inadın. Böyle bir şeyi duyduğunda, nasıl yorumluyorsun bu durumu? Yani bir kişi mesela sadece bu nedenlerden hayatına son veriyor –ki bana göre böyle bir hakkı da var tabii ki– ama bu sana haksızlık gibi gelmiyor mu? Nasıl hissediyorsun böyle bir durumda?

Şimdi… 17-18'inci seneye giriyoruz... Her insanın kendi kişiliğinde güçlü olduğu, zayıf olduğu noktalar var. Bence o insanlar… Ben girmiyor muyum? Problemlerle karşılaşmıyor muyum? Çok büyük problemlerle karşılaşıyorum. Mesela 2012 yılında annem hastalandığında Türkiye’ye gidememek benim için en büyük problemdi, yani annemin ihtiyacı olduğu zaman yanında olamamak. Başka bir ülkedeydim ve gidemiyordum. Arkasından onu kaybettim. Ölümünün ardından ortaya çıkan bir gerçeklik vardı. Annem bana ne demişti? Gideceksin, iyileşeceksin, kendi ayaklarının üzerinde durup, yaşam kuracaksın, demişti. Ben annemin isteklerini yerine getirdiğim için onu kaybetmenin acısı ne kadar acı olursa olsun hayata devam ettim. Onu görememek ne kadar ağır olsa da onun bana söylediklerinden güç alarak devam ettim. Bu ağır bir şey ama şöyle söyleyeyim; her insanın sahip olduğu bir gücü var, onun farkına varmalı. Ben kendimin güçten düştüğümü düşündüğüm an, sarılmam gereken şeylere sarılıyorum. Onlar bana güç veriyor. Yani kendimi bırakma hakkını kendimde bulamıyorum. Ölümü düşünemiyorum bile. (Gülüyor.) Çünkü ölümden dönmüşüm zaten. Yani hayatta kalma nedenim bu zaten. Öyle bir şey düşünemiyorum ama insanlar o noktaya geldiklerinde, üzülüyorum onlara. Çünkü keşke yaşamın onlara güç veren yanlarını görebilseler, onlara tutunabilseler, o boşluğa düşmeseler.

–Yıllarca önce Hacer’le konuşuyorduk; ‘Beni öldükten sonra beni yakın, küllerimi doğaya savurun, diyordum. Şimdi ölmeden yaktılar.’ diyordu. Sonra da bu esprisine gülüyordu. Onu hep gülerken hatırlarım, her zaman.–

Yine yıllardır birbirimizi tanıdığımızdan bu soruyu sorabiliyorum. Nasıl kendinle yüzleşebiliyorsun? 

Şimdi şöyle söyleyeyim; önce Türkiye’deki şeyimden başlayayım, yani dediğim gibi, evde yürüyemediğim dönemlerde, işte yürüyebilmek için evin balkonuna çıktım, mutfaktaki balkona çıktığım zaman düştüm, yani yıldızları sayıyordum, babam yerden kaldırdı, mutfakta o zaman bir divanımız vardı, onun üzerine yatırdı, her dokunduğu yerden, artık yıldızlar böyle şey yapıyor ama, annemle babamın yüzünü gördüm, eğer o an ben bayılsaydım, ikisi kalp krizinden gidecekler, yani benden önce gidecekler, yıldızları saymama rağmen, yani gerçekten gözüm kararmasına rağmen, bayılmamak için kendimi zorladım. Yaşamın kendisi de böyle, sonuçta bir şeyler… Bir şeyler ayakta kalmak için, nasıl söyleyeyim, işte yani kalkıyorsun, aynaya bakıyorsun, yani ben o an kendimi şöyle; iyileşme, yani giden her şey gitmiştir, ben var olanlarla kendimi nasıl yaşama katabilirim, nasıl ayakta durabilirim noktasında, yani negatif yanı düşünmemeye çalıştım.

Yani yürüyemiyordum biliyorsun, zor yürüyordum ama ben yürümeyi başarabilirim, diyordum. Kendim yemek yiyemiyordum, ben kendim yemek yemeği başaracağım, yani bunlar öyle kısa sürede olan şeyler değil ya da beni gören çocuklar ağlayacak, arkadaşlarım tanıdıklarım ya da sokaktaki herhangi biri, yani sokağa çıktığım zaman yediden yetmişe herkes bakıyordu, yani aslında insan olarak görmediklerini biliyordum ya uzun bir süre o bakışlar, o kadar ki kendime artık hani şöyle dedim ‘sen bir starsın’, yani öyle kurgulamak beynimi öyle kurgulamak zorundaydım çünkü o bakışlar gerçekten çok rahatsız ediciydi ya da o sözler duyduğunda ‘vah vah, tüh tüh, yazık’, yani tanımadığım insanların konuşurken kendi aralarında söylediği sözler kolay değil, onları kaldırmak, ben onu kendi kafamda şöyle kurguladım sen bir starsın, o insanlar da işte, sen onlara ilginç geliyorsun, dedim, kendime öyle kurguladım. Her hastaneye gidiş çıkış, diğer şeyler de.

Biraz nasıl diyeyim, yaşamın gerçekliğini biraz oyuna dönüştürerek yaşama tutundum, diyebilirim. Biliyorsun burnum yoktu, silikon burnumun takıldığı gün var ya, birdenbire o bakışlar, yani inanır mısın hastaneye girinceye kadar gördüğüm bakışlar ‘yazık olmuş’, ‘gençmiş de’ ve diğer şeyler, o bakışlar acımayla karışık o bakışlar, silikon burnumu taktık ya o, hastaneden çıktım birden bakışların sayısı azaldı. Yani eyvah dedim, popülaritemi kaybedeceğim herhalde, ama böyle kaybedince daha rahat yürünüyormuş, diyip yoluma devam ettim diyeyim. Türkiye’deyken kaldırabilmek gerçekten çok zor ama dediğim gibi hayatın gerçekliği, ben bu bedende yaşamak zorundaydım, bunu değiştirme olanağım yok, dolayısıyla kendime örgü ördüm diyeyim, bana göre güzel bir şekilde koruduğumu düşünüyorum. Şu an Almanya’da yaşıyorum biliyorsun, Almanya’da engelli insanlara karşı imkanlar çok daha fazla, toplum daha bilinçli yetiştiriliyor, yani burada genelde Almanlardan değil de mesela yabancı kökenli başka ülkelerden gelen insanlardan dönem dönem o bakışları hissediyorum, yani bakışlarını hissediyorum diyeyim ama Türkiye’deki gibi değil.

Evet.

Yani burada, hoş zaten gayet normalim bana göre de. (Gülüyor.)

Kesinlikle… Bizden fazla normalsin. Aslında şöyle normal değilsin. Çok güçlü bir kadınsın, inanılmaz. 19 Aralık’tan kısa bir süre sonraki zamandan beri iyi biliyorum bunu. Peki, hayatın nasıl geçiyor? Tedavi, ameliyatlar hayatının parçası zaten çünkü daha kapanmayan yaralar var. 

Halen daha kapanmayan yaralar var, halen daha açılan yaralar var, halen daha diyelim ki deri nakilleri yapılan yerdeki, diyelim ki fazla güneşle temasla ya da açılan yaralarda kapanmadığı sürece kansere çevirme riski var, yani tüm bunlarla birlikte yaşantımı nasıl devam ettiriyorum? Yani, öncelikle yaşantımda her şey sağlığıma dikkat ederek oluyor; yani dikkat etmem gerekiyor. Nedeni şu: Burada randevudan randevuya gidiyorum, tam yürüyemiyorum, kalçama protez taktırdım, 19 Aralık’ta kalçam kırılıp dağıldığı için, şu an biliyorsunuz, ayağım kısalmıştı, 2012 yılında protez taktırdım, sağ kalçamda protez var, işte proteze uygun egzersizler yapıyorum, ona uygun doktor randevuları diğer şeyler vesaireler devam ediyor.

Almanca öğrenmeye çalışıyorum çünkü artık burada yaşıyorum ve buradaki, ne denir, en azından kendi yaşantımı idame ettirebilecek şekilde Almanca edinmem gerekiyor doktorlarla konuşurken ya da başka şeylerde, yani günlük yaşantımda biraz hastanelerden daha kurtulamadım, yani doktorlardan daha kurtulamadım diyebilirim. Onun dışında, yazmaya çalışıyorum ama yazmaya çok odaklandığımı söyleyemeyeceğim çünkü Türkiye’deki her gelişme, dünyadaki her gelişme yazmamı zorlaştırıyor, ben erteledikçe, yani biraz da uygun bir zamanda, hem bedensel olarak hem ruhsal olarak ben yazabilirim dediğim noktada bakıyorum ki daha iyiye gitme biraz daha zor. Şu ameliyatlarım biraz daha düzene girdiğinde, en kısa zamanda, yazım işine...

...devam edeceğim diyorsun.

Evet. Ya şimdi erteledikçe bir şeyler olmuyor, yani şu anki hedefim sadece ameliyatlar; şu an başımdan ameliyat oluyorum. Bu tedavi süreci bir seneyi geçti, üçüncü seneye girdim. Daha bitmedi. Bu sene de devam edecek, ne zaman bitecek onu tam olarak kestiremiyorum çünkü başımdaki derinin tedaviye vereceği cevaba bağlı olarak değişecek.

Peki bundan sorumlu olanlar hakkında ne hissediyorsun? 17-18 yıl sonra nasıl bir duygu var sorumlu olanlara karşı?

Sorumlu olanların şu anda yaptıklarına baktığımda şunu görüyorum ki çok acımasızlar. O zamanlar cezaevlerinde yaptıklarını şu an farklı bir biçimde yapmaya dışarıda devam ediyorlar ve biraz biz ne yapıyoruz, diye düşünmelerini isterdim. İnsan olmak, yani kendilerinin dışındaki kişileri, kendi gruplarına dahil olmayan kişileri insan olarak gördüklerini düşünmüyorum.

Nefret ediyor musun onlardan, biraz garip gelecek bu soru ama seni yakından tanıdığım için sorabiliyorum, hınç duyuyor musun onlara?

Nefret edip, bana zarar verecek bir nefreti yaşamıyorum ama nefret ediyorum tabii ki. Çelişki gibi gelebilir ama birilerini öldürüp sokaklarda bıraktıklarında nefret ediyorum ama bu nefret doğru bir tarafa yönlendirilmesi gereken bir nefret.

Peki hayatın manası ne sence? Bugün baktığında. Herkes hayatın anlamını arıyor filan ya. Sen ne diyorsun bu konuda?    

–Bu arada bizim Zeyno dalıyor aramızdaki konuşmaya.–

(Gülüyor) Ufaklığın sesini duydum da. Bence hayatın anlamı bu biliyor musun? Yani yeniden ve yeniden ben hayatın anlamını sorguladığım zaman, hayat güzel, doğa güzel, güneşin doğuşu, güneşin batışı, yağmurun yağışı, karın yağışı, ağaçların büyümesi, vesaire baktığımızda insanoğlunun iç içe, doğaya zarar vermeden yaşayabileceğini düşünebilmek çok güzel ama insanoğlunun kötü yanları var. İnsanoğlu yok etmeyi seviyor, var etmeyi değil. Ben yok eden tarafta hayatımın sonuna kadar olmayacağım, benim var oluş sebebim bu. Dünyayı yok edecekler, savaşlar çıkarıyorlar, bombalıyorlar, bitkilerin organizmalarıyla oynuyorlar, yediklerimizle, içmelerimizle, havalarıyla oynuyorlar. Her şeyi ile. Bunların karşısında durabilmek benim için var oluş sebeplerimden biri. Kendi vücudumu ayakta tutabildiğim zamandan itibaren bu bakış açısıyla hissettiğin zaman bende ki her iyileşme de var oluşumu besliyor.

19 Aralık’tan sonra birlikte filmler de yaptık. Bunu devam ettirmek istiyor musun?

Almanya’ya tedavi için geldim biliyorsun. Burada ne zaman yalnız kalsam, o birlikte film yaptığımız dönem aklıma geliyor, hayır ben yalnız değilim, benim dostlarım var ve birlikte o çalışmalar sırasında çalıştığımız filmi birlikte mutlaka yapacağız. Yani…

Hacer’le konuşmamız bu… Hayata ve onun büyüsüne inanlara saygıyla...

Tüm yazılarını göster