Orta Doğu’da hiçbir pozisyon tesadüfi değildir. Hiçbir pozisyon çelişkilerden beri değildir. Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısının ardından İsrail’in Gazze’de yürüttüğü savaş üzerine seçilen kelime ve kavramlar da rastgele değildir; her biri kişi, örgüt ve devletlerin pozisyonlarını ya da yönelimlerini belli eder.
Bir etnik ve dini grubu kasten hedef almak soykırımın tanımına girer ama Gazze’de olup bitene “soykırım” ya da “etnik temizlik” demek hegemonyanın sözlüğünde İsrail karşıtlığı ve antisemitizm olarak görülür ve tehlikedir!
BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla 1967’de İsrail’in Filistin, Suriye ve Lübnan’da ele geçirdiği yerler işgal altındaki topraklardır ama Yahudi devletini gücendirmemek için “ihtilaflı bölgeler” diye suyu bulandırmak şarttır!
İşgalci ve sömürgeci gücün meşru müdafaa hakkı olamaz ama bu hakkı İsrail’in tekeline vermek hegemonyanın himayesindeki bölgesel tasarımın gereğidir. Haliyle direnişin güç kullanma hakkı terördür!
7 Ekim’e kadar 75 yıllık işgal, sömürü ve apartheid tarihi de bu bağlamları değiştirmeye muktedir değildir.
İsrail’in "Ben bir binayı yerle bir etmeden önce sakinlerine SMS çekiyorum" demesi soykırım suçunu temize çekmeye yeter. Şimdi Gazze’yi 2300 parçaya bölen bir harita yayınlayıp internet ve elektriği olmayan Gazzelilere ölüm oyununa eşlik etmelerini emrediyor: “Numaranızı bulun, sıranız gelince bölgeyi terk edin!"
Sanki yan blok güvenliymiş gibi. Sanki insanların itildiği yerler bombalanmıyormuş gibi. “Ölüm Oyunu” ile ABD’den katliamın devamı için icazet alıyor!
Karanlığa karşı savaşan aydınlığın güçleri “Size daha az ölümle yok edilmiş bir Gazze vadediyoruz” diyor. Susun ve ölün!
Aklı ve vicdanı olan her bireyin şiddetle reddedeceği bir süreç karşısında kavramlar üzerinde dans ederek mazeret üreten ilkeli tayfalar görüyoruz. Güya kendi ahlaki bütünlüğünü koruyan bir çaba. Çok sefilce!
***
Özellikle sol çevrelerde gönlü Filistin’den yana olan pek çok kişi Hamas nedeniyle arafta kalmışa benziyor. “Filistin’i destekliyoruz ama…” diye başlayan pozisyonlar esasen İsrail’in hikâyeyi götürmek istediği yere çıkıyor: "Meşru müdafaa, terörle mücadele, Hamas’tan arındırılmış bir Gazze...” Bu hikâye ne çok dönüyor; her ekranda, her masada.
"Hamas’ın kökü kazınırken aman siviller zarar görmesin…” diye devam eden pozisyon da İsrail’in öldürme lisansını yeniliyor.
İsrail’in “7 Ekim İsrail’in 11 Eylül’üdür” ve “Hamas IŞİD’den beterdir” diye sunduğu çerçeveyi sorgulamayanlar kümesinde ayrıksı duran pozisyonlar da var. “Filistin devletinin kurulmasını destekliyoruz ama El Kaide, IŞİD, Müslüman Kardeşler, Hamas'ın topunun birden yok edilmesine de itirazımız yok; bunlar özgürlüklere, kadınlara, demokratik değerlere düşman…”
75 yıllık işgal ve sömürüye karşı direniş, Amerikan işgal ve müdahalelerinin ürünü olan örgütlere bağlanıp Filistin’in defteri bir çırpıda dürülüyor.
Daha spesifik olarak IŞİD’le mücadelede Amerikan liderliğindeki uluslararası koalisyonun sahadaki ortakları da Batı’da kazandıkları meşruiyeti ve desteği sağlam tutmak için Hamas’ı cihadi-selefi eksende görmeyi tercih ediyor: “Filistin davasını destekliyoruz ama Hamas terörünü de reddediyoruz.”
Filistin davasına ayrımsız desteğin bedeli ne kadar güçlü olursanız olun ağırdır. Fakat İsrail’den yana açık tutumun da belli riskleri vardır. Coğrafyayı çevreleyen koşullar ortada. Gri alanlarda dolaşmak belki pragmatizmin gereğidir. Yine de “belli belirsiz” tutumlar yarını kurtaramayabilir. Amerikan korumasının sağladığı güvenceler göreceli. Bir yandan koruma sağlar, diğer yandan yerelde düşman üretir. Washington’ın politikaları değiştiğinde yereldeki ortaklar, üretilmiş düşmanlıklarla baş başa kalabilir. Çelişkiler yumağına dönüştürülen zemini soğutan güç devreden çıktığında toprak yanmaya başlar. Gazze’de İsrail’e prim vermek de bunu önleyemeyebilir.
İran’ın başını çektiği ‘direniş ekseni’nin Irak ve Suriye’deki Amerikan varlığına karşı tutumu, ileride Kürtlerin kazanımlarını da yok edebilecek bir tehdit olarak görülüyor. Belli ki bu korku Amerikan önceliklerini gözeten pozisyonlar üretiyor. Esasen Rojava’da başlangıçta çok konuşulan “Üçüncü Yol” bölgesel ve küresel güçlerin ürettiği çelişkilerin rehinesi durumuna düşmemeyi temin etmeye yönelik stratejik bir konseptti. Zamanla ABD’nin kendi çıkar, çelişki ve düşmanlıklarına ortak olmaya karşı direnç eridi.
***
Orta Doğu ve bu bölgeye ilişkin politika geliştiren aktörlerin içine düştükleri çelişkileri yüzeysel bilgilerle anlamaya çalışmak devreleri yakabilir. Genelde kokteyl örgüt tanımlamaları öne sürülen pozisyonları tutarsız kılıyor.
Evet Hamas, Müslüman Kardeşler’in Filistin uzantısı. Mızrağın çuvalı deldiği nokta şurası: Hamas’ın kökünden kazınmasını isteyen güçlerin Müslüman Kardeşler'le uzun bir ortaklık geçmişi var. Bunu hakkıyla anlatmak birkaç ciltlik kitap yazmayı gerektirir. İngilizler ve Amerikalılar Mısır’da Cemal Abdünnâsır’ın karşısında Müslüman Kardeşler’i görmekten memnundu. Bugün bile Müslüman Kardeşler’in en önemli üslenme alanlarının başında Londra geliyor. Mısır, İsrail’i tanıyıp Batı kampına geçince Müslüman Kardeşler’in Mısır içindeki değeri biraz geriledi. Ama örgüt başka coğrafyalarda kullanım değerini korudu. Afganistan’daki savaşta mesela. Afganistan’ı içeriden Müslüman Kardeşler yapılanmasıyla vurmaya başladılar. Hüsnü Mübarek’in artık siyasi bir kadavra olduğuna karar verdiklerinde alternatif güç olarak gördükleri Müslüman Kardeşler’di.
Suriye’de ise 1977-1982 arasında Baas yönetimine karşı Müslüman Kardeşler’in silahlı kalkışmasının arkasında 7 ülke vardı: ABD, İngiltere, Ürdün, Irak, İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye. İsrail’in sarsılmaz destekçisi Almanya’nın Achern kenti Müslüman Kardeşler’in Suriye koluna güvenli sığınak olmaya devam ediyor. ABD, Irak’ta Saddam rejimini devirdiğinde Müslüman Kardeşler de yeni düzenin ortakları arasındaydı. Sonradan cumhurbaşkanı yardımcılığı koltuğuna oturan Tarık el Haşimi, Müslüman Kardeşler’in uzantısı Hizbi İslami’nin lideriydi. Bağdat’tan kaçtığında sığındığı yer Kürdistan’dı. KDP lideri Mesud Barzani ile birlikte Nuri el Maliki yönetiminden kurtulmanın planlarını yapıyordu. Filistin davasına mesafe koymak için Yaser Arafat’ın Saddam’la dostluğu referans olarak alınır. Bu konuda söylenecek çok şey var. 1996’da KYB lideri Celal Talabani’ye bağlı güçler, İran’ın desteğiyle Barzani’ye bağlı güçlere savaş ilan edip Erbil’i ele geçirmişti. Barzani’nin mektup yazıp yardım istediği kişi Saddam’dı. Irak ordusu 30 bin asker ve 150 tankla Erbil’e, ardından Süleymaniye’ye girip Talabani güçlerini püskürtmüştü. Saddam sayesinde Barzani, Erbil’e yeniden hakim olmuş ama Irak güçleri çekildiği için Süleymaniye’yi kaybetmişti. Halepçe katliamının üzerinden henüz 8 yıl geçmişti. Abdullah Öcalan gibi uzun yıllar Şam’dan himaye gören Talabani’nin Bağdat’la arasının iyi olduğu yıllar geçmişte kalmıştı. İran’a kaçan Talabani’nin adamlarıyla ilgilenen kişi Devrim Muhafızları yetkilisi Hac Ali İkbalpur idi. 2017’de bağımsızlık referandumunun ardından Kürtler, Kerkük’te kontrolü yitirdiğinde Haşd el Şaabi liderleriyle birlikte karşımıza çıkan kişi de Kerküklülerin “Bay İkmal" diye andığı Hac Ali İkbalpur’den başkası değildi. “Bay İkmal”, Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin sahadaki adamlarından biriydi. Süleymani, Kerkük’ten dolayı suçlanır ama KYB ve KDP’yi barıştırmışlığı ya da Bağdat’la krizlerin aşılmasında devreye girmişliği de vardır. Bugün Kürtlerin dostu olan İngiltere ve ABD, Halepçe’de kimyasal gaz kullanırken Saddam’ın arkasındaydı. Saddam’la savaşırken Kürtler de İran’ın dostuydu. Koşullar ve ülkelerin pozisyonları değiştikçe dostlar düşman, düşmanlar dost oldu. Bütün bunları bir yazıda anlatmak da imkânsız.
Haşd el Şaabi’yi Hamas’la birlikte kokteyl terör içinde görenler bir şeyi daha unutmuş gözüküyor. 2014’te Irak ordusu çöktüğünde Haşd el Şaabi kurulmasaydı Bağdat da düşmüştü. ABD, Musul’da IŞİD’i havadan vururken karada Irak ordusu, Haşd el Şaabi ve Peşmerge birlikte ilerliyordu. Yani ABD bugün Irak’taki üslerini hedef alan Haşd el Şaabi’nin havadan ortağıydı. Şengal’de Ezidi soykırımı karşısında Peşmerge bölgeyi terk ederken PKK’nin bir avuç kadrosu direnmiş ve ardından Şengal Direniş Güçleri (YBŞ) kurulmuştu. YBŞ’nin destek aldığı güç Haşd el Şaabi’den gayrısı değildi. Türkiye Şengal’i "İkinci Kandil" diye hedefe koyduğunda buna meydan okuyan da Haşd el Şaabi idi. Evet Kerkük’ün düşmesinde ana aktör de Haşd el Şaabi idi. Kürtlerin koruyucusu Amerikalılar da Kerkük’te statü değişirken araziye çıkmış yani zımnen onay vermişti. Demek istediğim; tek bir fotoğraf karesi yok; bir kareyle manzume dizenlerin uyumu tutturması imkânsız.
Suriye’ye dönelim; 2011’de Müslüman Kardeşler 1982’nin rövanşını almak için elini silaha attığında arkasında yine Irak hariç ABD ve diğer ortakları vardı. Suriye’deki vekalet savaşı binin üzerinde örgüt üretti. IŞİD’in Suriye uzantısı Nusra Cephesi de “devrimci güçler” içinde yardım görmekte zorlanmadı. İsrail’in Golan Tepeleri’nden yardım ettiği örgütler arasında Nusra da vardı Müslüman Kardeşler damgalı örgütler de. IŞİD, Nusra’yı feshedip Irak ve Suriye cephelerini birleştirdiğinde Deyr el Zor’dan başlayıp Rakka, Tabka ve Menbic’i ele geçirip Halep ve İdlib kırsalına kadar dayandığında ağırlıklı olarak ezip geçtiği gruplar öteki İslamcı örgütlerdi. Bu savaşta bu gruplar 7 binin üzerinde kayıp verdi. IŞİD’in Kobani ve Tel Ebyad’a saldırıları karşısında devreye Kürtler girdi. Öncesinde Kürtlerin kanton sistemiyle özerklik ilan ettiği bölgelere saldıranlar da yine Türkiye destekli İslamcı güçlerdi.
Çelişkiler dosyasına devam edelim. Fırat’ın altındaki cephelerde IŞİD’le kim savaştı? Suriye ordusu ve İran destekli milisler. Hizbullah 2013’te Suriye’de devreye girdiğinde kime karşı savaştı? Nusra ve Müslüman Kardeşler çizgisindeki gruplarla. Hizbullah, Suriye’de ezdiği Müslüman Kardeşler’in Filistin uzantısı Hamas’ın en kritik destekçisi değil mi? Hamas 2012’de Türkiye ve Katar’ın yönlendirmesiyle Şam’ı terk ederken ABD’nin “devrim” projesine uygun davranmamış mıydı? Yine de Filistin söz konusu olunca Hamas’ın ilişkileri, öteden beri NATO’nun aparatı olmayı içine sindiren Müslüman Kardeşler’in klasik çerçevesinden dışarı çıkıyor. Aksi halde İran ve Hizbullah’la kanalları nasıl açık tutabilir? Evet, Hamas İslamcı bir örgüt ve seküler bir gelecek hayal edenler için kabul edilebilir bir seçenek değil. Fakat teknik olarak Hamas cihatçı örgütlerle eşitlenebilir mi? Eğri oturup doğru konuşmalı; Hamas’ın savaşı işgal altındaki topraklarla sınırlı, düşmanlığı da İsrail’le. Halbuki cihatçı örgütlerin faaliyet alanı sınır tanımaz, düşmanlığı da küreseldir. Amerikalılar bu ayrımı çok iyi bildiği için IŞİD/Nusra’nın uzantısı Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) “Artık mücadelemiz Suriye ile sınırlı” taahhüdü üzerine bu örgüte dokunulmazlık verdi.
Dahası var: IŞİD, 2014’te Gazze’de örgütlenmeye kalkıştığında tepesine inen balyoz Hamas’ınkiydi. Hamas, El Kaide’ye geçit vermediği gibi IŞİD’e de vermedi. Onlar da Hamas’ı Müslüman olarak görmüyor. Hamas’a karşı çıkmak için bir sürü geçerli neden sıralanabilir ama bu durum kokteyl terör kolaycılığıyla bu hareketi IŞİD ve El Kaide ile eşitlemeyi haklı kılmaz. Dün gizli yazışmalarda “El Kaide Suriye’de bizim safımızda” diyenler, bugün HTŞ’nin İdlib’de kendi emirliğini kurmasını destekleyenler ya da göz yumanlar veyahut Müslüman Kardeşler’i pek çok coğrafyada destekleyenler Hamas’ı terör örgütü sayıyor.
***
Çelişkiler atlası burada bitmiyor: Husiler, Gazze için füze fırlatıp İsrail gemilerini alıkoyup yarın bir gün cehenneme çevrilmeyi göze alırken Hamas’ın Yemenli kardeşleri yıllardır onlara karşı savaşıyor. Müslüman Kardeşler’in Yemen uzantısı Islah Hareketi 2011’deki isyan ve 2015’te Suudi liderliğindeki askeri müdahaleden beri Amerikan-Körfez blokunun saflarında yer alıyor. Müslüman Kardeşler, Riyad’ın terör örgütleri listesinde ama Yemen’de Suudilerin müttefiki. Mısır Müslüman Kardeşler'i terör örgütü ilan etti ama Hamas’la ilişkileri kesmedi. Libya’da Müslüman Kardeşler, NATO müdahalesinin sahadaki unsuruydu. Batının desteklediği geçiş hükümetlerinde de ortak oldular. Onların İslamcılığını kimse sorun etmedi. Fas’ta iktidara ortak olduklarında ya da Ürdün’de parlamentoya girdiklerinde kimsenin sorun etmediği gibi. Mısır’da olan farklı mıydı? Arap Baharı sonrasında Müslüman Kardeşler iktidara gelirken de meşruiyet sorunu yaşamadı.
2013’te Abdulfettah el Sisi’nin darbesine destek olan kitleler, Müslüman Kardeşler’e desteğinden dolayı Amerikan Elçiliği’nin karşısına “Defol git” pankartını asmıştı. Bizzat şahidim. Müslüman Kardeşler Batı için Orta Doğu’nun dönüştürülmesinde en önemli siyasi alternatif olarak görülüyordu. Türkiye’de AKP’ye biçilen rol de bundan farklı değildi.
***
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Hamas’a desteği özellikle sol çevrelerde Filistin konusundaki bulanıklığı artırıyor. Fakat İsrail’in bir numaralı ticari ortağı Erdoğan’ın Hamas’a desteğinin bu hareketi ‘direniş örgütü’ olmaktan çıkarmaya yönelik bir planın parçası olduğu da unutuluyor. Erdoğan İran-Hizbullah ekseninden koparılmış ve El Fetih’e benzemiş bir Hamas için var. Peki Hamas’ın çizgisinden dolayı İsrail’e payanda üretenler Hamas’sız bir Filistin direnişine razılar mı? Seküler çizgisiyle övgü toplayan El Fetih de İsrail’le el sıkışıncaya kadar terör örgütü muamelesi görmedi mi? Mesele Hamas ise diğer örgütlerin son çatışmalardaki tutumları nereye konulacak? İslami Cihad’ın Kudüs Tugayları bir kenara Marksist kökenlere sahip Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne (FHKC) bağlı Ebu Ali Mustafa Tugayları, El Fetih’in kalıntılarından oluşan Nasır Selahaddin Tugayları ve diğerlerinin İzzeddin el Kassam Tugayları ile aynı tünel, hendek ya da pusuda durması hikayenin Filistin davası olduğunu görmeye yetmiyor mu?