Céline Sciamma’nın yazıp yönettiği bu yıl Cannes’da en iyi senaryo ödülünün sahibi olan “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi” bir yanıyla tek bir şey, başka bir yanıyla da çok şey üzerine. İlk bakışta ‘imkânsız’ bir aşk hikayesi anlatan bir film. Ama öte yandan müziğe, edebiyata, şiire, resme, doğaya ve dostluğa dair büyük bir anlatının küçük bir parçası olarak duruyor gibi aşk filmin içinde.
“Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi”, kendisine yakıştırılabilecek birçok şeyle birlikte beklemek ve sabretmek üzerine de bir film aynı zamanda. Erkeklerin dünyasında var olmaya çalışan ressam Marianne’in yalnızca aşkı değil sanatını da anlamlandıracağı bir bekleme ve öğrenme sürecinin; Héloïse’in manastırdan tanımadığı bir adamla evliliğe doğru giden hayatında kendisini inşa edebileceği beklenmedik bir parantezin öyküsü aynı zamanda.
Sonradan âşık olacağımız insanla tanıştığımızda aklımızdan geçenleri, ortaya çıkardığımız eserin yaratım süreçlerini sağlıklı bir şekilde anlamlandırmak çoğunlukla her şey olup bittikten sonra geriye doğru bakarak mümkün oluyor. Céline Sciamma da böyle inşa ediyor filmin omurgasını. Marianne’ın bilinmezin ortasındaki görüntüsüyle karşılıyor bizi film. İnip kalkan bir teknede kendisinin de tam olarak göremediği bir kara parçasına doğru ilerlerken buluyoruz onu. Sonra başka bir belirsizlik. Bu ıssız Britanya adasında portresini yapmak üzere çağrıldığı genç kadının kim olduğu sorusu. Surat kısmı silinmiş bir portrede cevap arayışları. Ardından bir başka belirsizlik. Genç kadın poz vermeyi reddettiği için gün boyu onunla yürüyüş yapıp, hafızasında kalan görüntülerle bir portre yapma zorunluluğunun ortaya çıkması. Bütün bu belirsizlikler yalnızca Marianne için değil aynı zamanda seyirci için de inşa ediliyor usul usul. Héloïse’in kafasındaki sorular da öyle. Yüzme bilip bilmediğinin belirsizliği, evleneceği adamın nasıl birisi olacağına dair belirsizlik, kilisede duyduğunun dışındaki müziklere dair belirsizlik vs.
Céline Sciamma, bütün bu belirsizlikleri birbirinin içine geçirerek anlatırken geriye dönüp baktığımızda anlamlandıracağımız küçük ayrıntılar inşa etmeyi, yolumuzu kaybetmememizi sağlayacak ‘ekmek kırıntıları’ bırakmayı ihmal etmiyor. Hikayenin en zor gibi görünen bilinmezi yani Héloïse’in portresinin gizlice yapılacağı gerçeği ortaya çıktığında bile beklenen kıyamet kopmuyor. Çünkü filmin içinde bu belirsizliğin o kadar da kıymeti harbiyesi yok. Ama bu sırrın ortaya çıkmasıyla birlikte iki genç kadının birbirlerine karşı duygularının, sanata, müziğe, doğaya dair düşüncelerinin belirsizlikleri de yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlıyor. Her şey, filmin ilk yarısındaki küçük ayrıntıların içinde anlamını kazanıyor yavaş yavaş. “Beni öpmeyi ilk kez ne zaman aklından geçirdin” sorusunda örneğin… Bu soru önce karakterin gözünde bir anı/ görüntüyü harekete geçirirken, seyirciyi de o ana dönüp karakterle birlikte o ilk heyecanı yeniden keşfetmeye davet ediyor film. Böylece yalnızca aşkın değil, ortaya çıkan portrenin de teknik bir uğraşın değil, bir sürü belirsizlik ve gerilimin iç içe geçtiği bir sürecin ürünü olduğunu keşfediyoruz.
Film bir yandan Mairanne’ın hatırladıkları üzerinden bir anlam inşa ederken, diğer yandan seyircinin de hatırladıklarına anlamlar yüklemesinin yolunu açıyor. Bu da hafıza, hatırlamak ve hatırladıklarımıza anlamlar yüklemek üzerine yeni bir kapının eşiğine getiriyor bizleri. “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi” tam da bu nedenle evrenini sürekli genişletirken bu evrenler arasında kesişim kümeleri kurmakta giderek maharetli hale geliyor. Bir an için resimlerine babasının imzasını atmak zorunda kalan Marianne, tanımadığı bir adamla evlendirilmek istenen Héloïse ve kızının mürüvveti için bunu yaptığını düşünen Kontes’e bakarak zorunlulukların çevrelediği, aristokrat kurallar altında ezilen üç 18'inci yüzyıl kadınına dair hikayenin içinde buluyoruz kendimizi. Ama Kontes’in evden gidişiyle Marianne ve Héloïse’in duygularının karşılıklı olarak hayata geçirildiği, kimden hamile kaldığını bilmediğimiz ve umursamadığımız evin hizmetlisi Sophie ile aralarındaki kültürel/sınıfsal farkların ortadan kalktığı yeni bir evrene taşınabiliyoruz. Buradan kadınların yer aldığı bir tür pagan ayininin içine oradan bir kürtaj seremonisine giderken hiçbir karmaşaya mahal vermiyor yönetmen.
Céline Sciamma, bir söyleşisinde bütün filmin aslında final sahnesi için çekildiğini söylüyor. Ama finalde Vivaldi’nin “Dört Mevsim” adlı eserinin “Yaz” bölümü eşliğinde Héloïse’in kusursuz portresini görebilmek için tıpkı Marianne gibi filmle geçirdiğimiz zamanın her anını hatırlamak ve geriye dönerek anlamlandırmak gerekiyor.
Noémie Merlant ve Adèle Haenel’in oyunculuklarını, Jean-Baptiste de Laubier- Arthur Simonini ikilisinin müziklerini not düşmeden geçmeyelim. Bu filmle birlikte bu yıl Cannes’ın dikkat çeken bir başka yapımı “Atlantis”in de (şu sıralarda Netflix’te gösterimde) görüntü yönetmenliğini üstlenen Claire Mathon’un işçiliğine özel bir dikkat çekelim.
“Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi”, iki kadın arasındaki imkânsız aşka dairmiş gibi görünse de asıl olarak resmin, doğanın, şiirin, müziğin ve dostluğun bir aşkın gözünden nasıl algılanabileceğine dair. Ve kuşkusuz yılın en iyilerinden birisi…
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ
ORİJİNAL ADI: Portrait de la jeune fille en feu
YÖNETMEN: Céline Sciamma
OYUNCULAR: Noémie Merlant, Adèle Haenel, Luàna Bajrami, Valeria Golino
YAPIM: 2019 Fransa
SÜRE: 122 dk.