Hafıza ve unutuş
Toplumun hafızası tazelenmeden, sandıkların kapakları teker teker açılıp geçmiş ile yüzleşilmeden, hiçbirimiz nevrozlardan kurtulamayacağız. Bu nevroz bizi içten içe kemirecek, aynadaki görüntülerimiz yavaş yavaş silinip bir hiç olarak şu dünyadan kayıp gideceğiz.
Gözde Yılmaz*
İnsan neden unutur? Aslında, unutma sürecinde bir yok oluş değil, belleğin gerisine saklayış vardır. Hatıralarımızı birçok nedenle saklarız ve çoğu zaman, onları sandıklarımıza kilitler, kilidi de ücra bir köşeye fırlatırız. Bizim memlekette unutkanlar çoktur. Bu unutuşun başka başka sebepleri vardır. Örneğin kimimiz, hatıralarımız bizleri korkuttuğundan ve yaşamamızı zor kılacağından unuturuz, kimimiz ise hatıralara gereken önemi vermediğimizden ve hatıralarımızın üzerlerinin sıvanmasına izin verdiğimizden... Sonra bir gün bir olay yaşanır, birileri birkaç soru sorar ve ürpeririz. Beklenmedik bir etkiye maruz kalırız. Unuttuğumuzu sandığımızı, bir şekilde açılıvermiş buluruz. Kabul ettiğimiz doğrularımız yavaş yavaş temelinden sarsılmaya başlar fakat biz, onları olağanca gücümüzle yerlerinde tutmaya çalışırız. Maazallah, onlar yerle bir olurlarsa biz nasıl artık eski biz olacağız?
Geçen hafta sonlarından birinde İzmir’de Sivil ve Ekolojik Haklar Derneği (SEHAK) tarafından gerçekleştirilen Hafıza Yürüyüşü ve Eğitimi programı sürecinde aklıma düşüşenlerden birkaçı idi bunlar. Konumuz İzmir yangını üzerine ve İzmir’deki Yahudi kültürü üzerine bir hafıza çalışması ile bağlantılıydı. İzmir’de yaşamış Yahudilerin yaşam alanlarını gezerek, onlardan kalanları görüntüleyip, halk ile röportaj yaparak uzun bir gün geçirdik. Çekeceğimiz kısa filme veri toplama temelinde geçen süre boyunca hayli hikâye topladık. Korkan ve röportaj vermek istemeyen kişi sayısı epey fazla olsa da, birkaç kelimeyi yan yana getirip fikrini söylemeye çalışan, bilgisi, tanışlığı sayesinde yaşanmışlıklarını anlatan kişilerle de konuştuk. Onlara "Yahudi kültürü hakkında ne biliyorsunuz?", "Çevrenizde tanıdığınız Yahudiler var m?", "Yahudilerin görünürlükleri eskiye nazaran neden azaldı?" diye sorduk.
Farklı fikirlerle karşılaştık; "Neden sinagoglardan bahsediyorsunuz da camilerden bahsetmiyorsunuz? Siz Müslüman değil misiniz?’", "Ticari hayatımızda bir sorun yok, bizce görünüyorlar", "Zamanla asimile oldular", "Egemenin dili ile konuşulduğunda, unutuş kaçınılmazdır", "Ticari hayatta anlaşmazlıklardan ziyade entelektüel ve politik sahada yaşanan anlaşmazlıklar bize daha farklı bilgiler verir", "Dürüst insanlar, keşke hepimiz Yahudi olsak", "Sizinkiler (Yahudileri kastettiklerini düşünerek) insan öldürüyor" diyenler oldu.
Fakat gördük ki halkın çoğu, geçmişe dair soru sorma faslını geçmiş. Yaşanmışlıklardan değil, kalıplaşmış fikirlerden feyz alınmakta. Süreç içerisinde ne verildiyse onu almış kişi, zamanla neyi unuttuğunun farkına varamaz hale gelir. Elbette hatıralarına sahip çıkan, sadece bakmayıp gören gözler de var. Yıkık dökük yapılardan arda kalanlardan, gelen geçenden ve tanış olunandan toplanmış birçok hikâyeyi toplamış insanlar da var. Keşke hiçbirimiz unutmasak. Öyle zengin bir toprak ki Anadolu toprağı, halkların kardeşliği ile yeşerecek öyle verimli bir toprak ki bu… Toplumun hafızası tazelenmeden, sandıkların kapakları teker teker açılıp geçmiş ile yüzleşilmeden, hiçbirimiz nevrozlardan kurtulamayacağız. Bu nevroz bizi içten içe kemirecek, aynadaki görüntülerimiz yavaş yavaş silinip bir hiç olarak şu dünyadan kayıp gideceğiz. Kimliksiz, kimsesiz ve paylaşmaya değer anılarımız olmadan, dilimizde asılı birkaç nefret sözcüğü ve ses olmayı bekleyen birkaç sevgi kırıntısı ile yok olup gideceğiz. Yapmayalım. Gelin hepimiz üzerine bastığımız şu topraktan bize seslenen ağızlara kulak verelim. Göreceksiniz o zaman kulaklarınız daha iyi işitecek, gözleriniz dünyaya daha aydınlık bakacak ve sesimiz gür, şarkı söylercesine çıkacak boğazımızdan. Birbirimize dair daha birçok hikâyemizin olduğu günlere uyanmak dileği ile…
*Uzman, Eğitim Yönetimi