Haftaya 30 Turgut oluyoruz…

Mizah dergilerinin kapanmadığı, şarkıların gönlümüzce söylenebildiği bir çağın özlemini çekiyoruz. Olanlara ve olaylara alışmadığımız, kendi kendimizi sansürlemediğimiz bir döneme ulaşmak istiyoruz.

Murat Meriç mmeric@gazeteduvar.com.tr

Gençler bilmez, bir dönem mizah dergilerinin şahı GırGır, fiyatını “Turgut”la anlatırdı. Enflasyonun arttığı, her şeye sürekli zam yapıldığı yıllardı bunlar ve başbakan Turgut Özal’la özdeşleştirilen para birimi, GırGır’ın kapağında Turgut kafaları şeklinde yer ederdi. 7 Turgut = 70 lira ile başlayan serüven 40 Turgut’lu kapağa Avni, Muhlis Bey ve Hasbi Tembeler’in yakın arkadaşı Nafi’nin sızmasıyla bambaşka bir hal almıştı. 11 Aralık 1988 tarihli GırGır’ın kapağındaki şu uyarıyı hatırlıyorum: “Haftaya 30 Turgut’u hazırlayın. Maalesef GırGır 300 lira oluyor.”

.

Başbakanın “karikatürümü çiziyorlar” diye dergi kapatmadığı, karikatürcü tutuklattırmadığı dönemlerdi bunlar. Şu bilgiyi paragrafın ucuna iliştireyim ama: GırGır, sıkıyönetim sırasında bir kere kapandı. 467 sayılı nüsha, “bayrağa hakaret ediliyor” denilerek toplatıldı, dergi yayınına ara vermek durumunda kaldı. Yakın dönemde kendisini kediye benzeten Musa Kart’a dava açan Recep Tayyip Erdoğan, Kart’ın ceza almasına sebep olmuştu. En güzel cevabı, olayı kapağına “Tayyipler Âlemi” olarak taşıyan Penguen verdi. Erdoğan, Penguen’e de dava açtı ancak kaybetti.

İki gün önce, canımızı sıkan bir haber aldık: Penguen’in twitter hesabı üzerinden yapılan açıklamada derginin yakında kapanacağı duyuruldu: “Dergimiz Penguen son 4 sayısına girdi, önümüzdeki sayımızda uzun uzun anlatırız. Sevgiler...” Oysa daha yeni şahane kapak yapmış, YSK’nın tutumunu eleştirmişti. Sön dönemin etkili mizah dergilerinden biriydi.

Açık söyleyeyim, çizgi roman sevmeme ve hızla tüketmeme rağmen mizah dergileriyle aram hiç iyi olmamıştır. Bir dönemin fenomeni GırGır, cesaretiyle takdirimizi kazanan Limon [dikkat, LeMan değil] ve tüm zamanların şahanesi Umut Sarıkaya işi Naber bir yana, ısrarla takip ettiğim bir mizah dergisi olmadı. Bulduğum zaman okudum, yolculuklarda elime aldım ama çoğu zaman sayfalarını çevirmekle yetindim. Şüphesiz bu savunulacak bir durum değil ama böyleyim: Güncel mizahı karikatür dergileri dışında arıyorum, şarkılardan duvar yazılarına uzanıyorum ve karikatür dışında yapılanlar beni daha çok heyecanlandırıyor.

Elbette bir derginin, sevdiğim işleri barındıran bir derginin kapanması beni üzüyor ama daha üzücü olan, buna sahip çıkacak (hadi çuvaldızımı da hazırlayayım: ben dahil) kimsenin olmaması. Alışıyoruz. Önce küçük bir boşluk hissedeceğiz, sonra eski sayıları biraz karıştıracağız, sevdiklerimizi yeniden hatırlayacağız ama bir süre sonra kayıtsızca şu cümleyi kuracağız: “Evet, evet Penguen vardı bir de…” Oysa takip edenlerin hayatında kocaman bir boşluğun oluşması gerekiyor ve bu boşluğun peşini bırakmamak, onu yeniden doldurmak için çareler aramak… Bunları yapmayacaksak, “ah” edip iki satır üzüleceksek ve ikinci haftanın sonunda duruma alışacaksak, durumumuz kötüye gidiyor demektir.

.

Zamanında fırtınalar kopartan GırGır’ın bir operasyonla sessiz sedasız yok edilme hikâyesini hatırlayın: Bir işadamı dergiyi satın aldı, “ekip”ten kurtuldu, bir süre arşiv işlerini yayınladıktan sonra kendine yeni bir ekip kurdu ve yoluna devam etti. Bugün adı GırGır olan bir dergi var ama eskisinin çok uzağında. Çözülme tam da burada başladı aslında: GırGır (ve kardeş dergi Fırt’ı) çıkartanlar hızla yeni dergilerde buluştu: Dıgıl ve FırFır tam da bu dönemde çıktı. Bir önceki adım, GırGır’dan ayrılanların kurduğu Hıbır ve Limon –ki ikisinin de başına aynı şey geldi: Yok edilmek üzere satın alındılar. Limon LeMan oldu ve bir anda eski çizgisinin çok uzağına düştü, Hıbır ise bir süre yoluna HBR Maymun olarak devam etti, tutunamadı. Bu, bağımsız mizah dergilerinin önünü açtı. LeMan, kendi yağıyla kavrulmaya başladı, oradan ayrılan bir ekip Penguen’i kurdu, bir süre sonra onun da içinden Uykusuz çıktı. Şimdi bunların biri yok. Üç hafta sonra “yok” olacak en azından. Ne fena!

Geçtiğimiz günlerde İzmir’de yapılan Mizah Festivali’nde “Protest Müzik ve Mizah” başlıklı bir konuşma yapacağım duyurulmuştu. Son dakikada çıkan aksilikler yüzünden iştirak edemediğim bir davetti bu. Gidebilseydim, memleket müziğinde mizahın nasıl kullanıldığını anlatacak, örnekler verecektim. Olmadı.

Orada anlatamadığımı bu yazıda anlatmaya çalışayım… Türkiye'de mizah her dem politik: Baskılara direndi, kötülüklere karşı çıktı, hep iyinin ve güzelin yanında oldu. Darbe dönemleri ve sonrasında, iktidarın halk üzerine baskı kurduğu yıllarda sadece karikatür dergilerinde değil plaklarda ve kasetlerde de kendini var etti. Mizahın şarkılara/türkülere sirayeti, halk ozanlarıyla başlıyor: Kazak Abdal’dan Âşık Mahzuni Şerif’e uzanan yolda, dertler hep mizah yoluyla dile getirildi. Elbette öfke de vardı bunlara, sazın bam teline dokunuldu ama mizah, hep saza takılı durdu ve en öfkeli şarkılarda/türkülerde bile kendini gösterdi.

Dahası, ‘70’li yılların ikinci yarısında yükselen politik müzik dalgasının itici gücü oldu. “Çukulat Gibi Yutar Karaoğlan”dan “Unuttun Bizi Süleyman”a dönemin liderlerine şarkılarıyla karşı çıkanlar ya da destek olanlar, halkın dertlerini gülümseyerek, gülümseterek dile getirdi. Şanar Yurdatapan, bir dönem bol hiciv içeren şarkılarıyla gündemdeydi. Durumu biraz daha anlaşılır kılmak için, onlara bakmak yeterli. Yurdatapan, memleketin “muzip”lerinden. Sadece şarkıları değil, yaptığı eylemlerle de öyle. Ekseriyetle Melike Demirağ’ın söylediği bu şarkılar, yazıldığı dönemde oldukça etkileyiciydi. Mizah soslu politik şarkılardı bunlar. Yanlış anlaşılmasın, “bayağı” bir komiklikleri yoktu bilakis ince ince dalgasını geçiyordu. Mesajları sert, anlatımı “hafif”ti.

Bugün baktığımızda belki günümüze etki etmiyor ama o günlerin çok net çekilmiş bir fotoğrafını gözümüzün önüne getiriyor. Bu anlamda oldukça güçlü şarkılar olduklarını söyleyebiliriz. Tıpkı karikatür gibi: O günün dertlerini bugün bize hatırlatırken yüzümüzden gülümsemeyi eksik etmiyor. “Masal”dan “Sulukule Kavgası”na, “Ninni”den “Para Parra Parrra”ya, “Televizyon Reklâmları”ndan “Alışamadım”a ve hatta 1980 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nda memleketi temsil eden “Pet’r Oil”e, Şanar Yurdatapan imzalı pek çok şarkıyı buna örnek olarak gösterebiliriz. Ben adlarını yazayım, bulup dinlemek yazının ödevi olsun.

‘80’li yıllar, demokrasinin fiilen hayatımızdan çıktığı yıllar; hayatın darbenin gölgesinde kaldığı, karanlık bir dönem bu. GırGır, tam da bahsi geçen dönemde satış rekorlarını kırdı. Aynı yıllarda, art arda yayımlanan mizah plakları ve kasetleri hemen her eve girdi. Bugün yapılsa, bir sürü patırtıya neden olabilecek şarkılar, o gün serbestçe yayımlanabiliyordu. Mizaha karşı hoşgörü vardı ve karanlığı, mizah aydınlatıyordu.

.

Hurşid Yenigün Orkestrası, Nurtaç Düzgit’in Dokuz Ay Önce, Dokuz Ay Sonra Topluluğu ve onları takip eden isimler, “Cafer Ortadirek”ten “Tombul’un Türküsü”ne, “Pop Fıstıkiye”den “Gırgır-SEKSeniki”ye, “Tonton Amca”dan “(O Biçim Steryo) Boş Seda”ya, bugün yapılsa sahibini kolaylıkla hapse götürebilecek, lastikli sözleri cinsel imalar içeren pek çok şarkı ve pek çok plak üretti o yıllarda. Ali Avaz, Rıza Pekkutsal, Öztürk Serengil gibi isimler, hicvi ‘70’li yıllarda “pop”a uyarlamıştı, on yıl sonra bayrağı kapakları karikatürlerle süslenen bu plaklar/kasetler devraldı.

Sadece birine kulak verelim, gerisini varın siz düşünün: “Köprüler yaptırdım hisse satmaya / Çeşme yaptırdım ama su yok akmaya, karam / Karar verdim halkı aç bırakmaya / Boşa ümitlenme insaf eylemem, karam // Ahlatı ayıdan ithal eyledim / Ucuzluk lafını iptal eyledim, karam / Milleti zamlarla aptal eyledim / Boşa ümitlenme insaf eylemem, karam…” Bu şarkı, Oğuz Abadan Orkestra ve Vokal Grubu tarafından seslendirilen “Tombulun Türküsü” albümünden.

‘90’lı yıllar sonrası, mizah, rock şarkılarında karşımıza çıktı. Onun nelere kadir olduğunu, Gezi direnişi sırasında bizzat tespit ettik. Art arda yapılan şarkılar dilden dile yayıldı, alanlar şarkılarla kalabalıklaştı. Sonu hayallerdeki gibi olmadı ama o dönemde yapılan şarkılar, bugün bize nelerin yaşandığını tek tek gösteriyor. Şarkıların ortak özelliği, mizahtı. En kötü zamanda bile gülümsemeyi hiç ihmal etmedik. Politik müziğin dönüştüğü noktadır bu: Halk ozanlarının geleneği ve Şanar Yurdatapan şarkılarına rağmen “asık suratlı” ve “ciddi” olmakta ısrar eden bir kuşağın hükmü sona erdi, kavganın yanına mizah yerleşti. Bunda şüphesiz bandista gibi toplulukların rolü büyük. Bugün Grup Yorum repertuvarına “Gecekondu ile Gökdelen” isimli mizah unsurlarıyla örülü bir şarkı girebiliyorsa, bu, biraz da gençlerin zaferi… Öncesine bakarsak, Selda’dan Edip Akbayram’a, Ahmet Kaya’dan Zülfü Livaneli’ye pek çok yorumcuda mizahın izini görebiliriz. Her şey bir yana, iki Cem Karaca şarkısını hatırlamamız yeterli: “Beni Siz Delirttiniz” ve “İhtarname”.

Müziğin mizahla buluştuğu noktadaki örnekleri artırabilir, mizahın şarkılara/türkülere sirayet ettiği durumları çoğaltabilirim ama burada söze şimdilik virgül koyayım. Mizah dergilerinin kapanmadığı, şarkıların gönlümüzce söylenebildiği bir çağın özlemini çekiyoruz. Olanlara ve olaylara alışmadığımız, kendi kendimizi sansürlemediğimiz bir döneme ulaşmak istiyoruz. Alışkanlık zaman zaman iyidir, evet ama alışmamamız gereken şeyler var. Bunu yapabildiğimiz zaman her şey çok daha güzel olacak. Bir de sözümüzü sakınmadığımız zaman… Bu ara buna çok ihtiyacımız var.

Tüm yazılarını göster