Besteci ve udi Haig Yazdjian ile Kardeş Türküler konseri öncesinde konuştuk. Yazdjian, "Hayat bana zorla ud çalmayı öğretti diyebilirim. Yirmi beş yaşındaydım! Geçen yıllar içinde ud ile o kadar bütünleştik ki, bütün kişiliğimi udun içine koydum diyebilirim. Bütün yaşamım oldu" dedi.
Besteci ve udi Haig Yazdjian, yedi yıl aradan sonra yeniden İstanbul’daydı. 8 Temmuz akşamı, Kadıköy Belediyesi’nin düzenlediği Kalamış Yaz Festivali’nde Kardeş Türküler ile birlikte sahneye çıkan Yazdjian, Ermeni, Yunan ve Arap ezgilerini harmanladığı eserleriyle dinleyicilerini selamladı.
1996 yılında çıkan ilk albümü "Talar" ile dikkat çeken, ardından "Garin" albümü ile tanınmaya başlayan Yazdjian, geçen zaman içinde sadık bir dinleyici kitlesi oluşturdu. 2007 yılında "Amalur" albümü yayınlanan müzisyen, bu albümde Eleftheria Arvanitakis, Nikos Moraitis, İris Louka ve kadim dostu Ara Dinkjian’la birlikte çalıştı.
Akdeniz ve Doğu’nun geleneksel ezgilerini yeniden yorumladığı eserleriyle İstanbul’da da hatırı sayılır bir kitleye ulaşmayı başaran Haig Yazdjian ile konser öncesi buluştuk. Halep’ten yola çıkıp, İstanbul’a ulaştık.
Yıllar sonra yeniden İstanbul’dasınız. Buraya ilk geldiğiniz günün duygularını hatırlıyor musunuz? Neleri değişmiş buldunuz?
İstanbul’a ilk defa 2015 yılının Nisan ayında, Anadolu Kültür ve Kalan Müzik’in düzenlediği, İstanbul Kongre Merkezi’nde yapılan "In Memoriam 24 Nisan" anma konserine katılmak için geldim. Tahmin edilebileceği gibi duygu yoğunluğum oldukça fazlaydı. O konserde Onnik Dinkjian ile birlikte aynı sahnede olmak benim için her şeyden önemliydi. Bu heyecan ile İstanbul’u gözüm pek görmedi desem, yalan olmaz. Konser sonrasında da gezme fırsatım olmadı. Bugün ise yine İstanbul’dayım. Çevreme büyük bir merak ile bakıyorum. Kadıköy’ü ilk defa gördüm. Kalamış’ı çok sevdim. İstanbul'u daha da büyümüş buldum. Devasa bir kent olmuş. Ne yazık ki bu güzel şehri gönlümce gezebilmek için yine vakit yok. Konser sonrası Atina’ya dönüyorum. Bir gün sırf gezmek için gelmeliyim!
'HAYAT BANA UD ÇALMAYI ZORLA ÖĞRETTİ'
Akdeniz ve Doğu coğrafyasında çok sevilen bir müzisyensiniz. Müziğe ilginiz ne zaman başladı?
Müziğe ilgim ilk gençlik yıllarında başladı. Şarkı söylerdim. Henüz ud çalmayı bilmiyorum. Babam müzikle ilgilenmemi istemezdi. Ona göre "ayıp" bir şey yapıyordum. Bir enstrüman ile ilgilensem, "Çalgıcı mı olacaksın başıma?" diye öfkelenirdi. "Çalgıcı" onun lügatında çok kötü bir anlam ifade ediyordu. Okulda, Ermenilerin buluştuğu mekânlarda şarkı söyleyerek, gitar çalarak ilgimi sürdürdüm. Halep’ten ayrılıp Yunanistan’a yerleştikten hemen sonra, 1982’de bir restoranda müzik yapmaya başladım. Patron müşterilerine Arap müziği dinletmek istiyordu. Tesadüfen üç kişi yan yana geldik, müzik yapmaya başladık. Sekiz sene birbirimizden hiç ayrılmadan bu işi sürdürdük. Bu kadar uzun olacağını kimse tahmin etmiyordu. Süreç içinde profesyonelleşmeye başladık. Ben gitar çalıyordum. Restoranın sahibi bir de şarkıcı buldu. Ud çalmama vesile olan kişi, o şarkıcıdır. Her şarkıdan önce bana şöyle derdi: "Haig, rast makamı çalalım. Haig, uşşak makamı çalmalıyız." Gitarla rast makamı! "Neden ud çalmayı bilmiyorsun?" diye söylenirdi. Baktım olacak gibi değil, bir tane ud buldum. Tanıdığım müzisyenlere sora sora çalmasını öğrendim. Hayat bana zorla ud çalmayı öğretti diyebilirim. Yirmi beş yaşındaydım! Geçen yıllar içinde ud ile o kadar bütünleştik ki, bütün kişiliğimi udun içine koydum diyebilirim. Bütün yaşamım oldu. Kadim dostum Ara Dinkjian’ın ud çalışını da çok beğenirim. Ara’nın hem arkadaşlığı hem de müzisyenliği olağanüstüdür. Gözlerim kapalı bile olsa, yüzlerce ud sesi içinden Ara’nın udunu tanırım.
Öyleyse ailede sizden başka müzikle ilgilenen yok. Nasıl bir aile doğdunuz? O yıllarda Halepli bir Ermeni aile nasıl yaşardı?
Evet, ailede müzikle ilgilenen sadece benim. Üç kuşaktır Halepliyiz. Babamın babası Haig dedem, 1912’de Talas’tan (Kayseri) Suriye’ye göç etmiş. Makinistmiş. Dedemin babası da Osmanlı’nın kaligraflarındanmış. Soyadımız buradan gelir. Dedem ve babaannemin birbirlerine son derece saygılı, sevgi dolu bir çift olduğunu söylerler. İkisinin de ikinci evliliği! Babaannem Zümrüt, Afyonlu. 1922 yılında kayıp kocasının izini bulabilmek için tek başına Afyon’dan kalkıp, Kos Adası’na gidiyor. Babannem Kos Adası’ndayken, eşinin Lübnan’da olduğunu haber alıyor. Bu kez kalkıp, Lübnan’a gidiyor. Karı koca bu kez kavuşuyorlar. Tam mutlu olacakken eşinin kanser olduğunu öğreniyor. Kavuşmalarından altı ay sonra, babaannemin eşi hayatını kaybediyor. İnsanın hayat arkadaşını kaybetmesi büyük bir yıkım. Babaannem bir şekilde hayata yeniden tutunmayı başarıyor. İlerleyen yıllarda yolu dedem ile kesişiyor. Dedemin de ilk eşi vefat etmiş, üç çocukla yapayalnız kalmış. Evleniyorlar, sekiz çocuk yapıyorlar. Dedemin toplamda on bir çocuğu vardı. Çocukluğumda Halep’te doksan kuzenim vardı. Ermenilerin kentteki nüfusu zaten dört yüz bin kişiydi! O dönemlerde Halep’in Ermenileri marangozluk, kuyumculuk, doktorluk gibi mesleklerde öne çıkmışlardı. Bağdat Garı (Gar-ı Bağdat) mahallesinde yaşıyorduk. Bu mahalle, Bağdat tren hattı yolunun kenarındaydı. Ermeni nüfusun yoğun olduğu bir mahalleydi. Tıpkı Süleymaniye, Aziziye, Nor Küğ mahalleleri gibi. Bizim mahallede Lazar Nacaryan okulu ve yardımsever derneği (Parekordzagan Himnarg) yan yanaydı. Babam Suren, okumaya çok önem verirdi. Kendisi bir torna ustasıdır. Annem Angel, ev hanımıdır. Annemin babası Antranik, Diyarbakırlı; anneannem Aznif ise Mardinli. Aile köklerimi takip ederek Anadolu coğrafyasını gezebilirsiniz. Doğduğum gün babam şehir dışındaymış. O zamanlar henüz telefon yok. Hemen bir telgraf çekmişler, "Bir oğlun oldu. Ne isim koyalım?" diye sormuşlar. Babam olağanüstü demokratik bir insan! İki isim söylemiş, biri Suren yani kendi adı; diğeri Haig yan babasının adı! Neticede anneme seçim hakkı vermiş, Haig olmuşum. Böyle bir aile!
Avrupa değil, Amerika değil… Yunanistan’a yerleşmeye nasıl karar verdiniz?
Halep’te çok mutluyduk. Yine de bir şeylerin bizim aleyhimize gittiğini görebiliyordum. 1979 yılında bir siyasi kriz yaşanıyordu. Bunun etkisini çok yoğun hissettik. Gitmeyi iyice kafaya koydum. Bizim ailede her zaman söylenen bir söz vardır: "Dışarı çıkarsan Avrupa’ya gitme". Avrupa, yaşamak için çok pahalıydı. O koşullarda göçmen olarak yaşamak çok zordu. Amerika’da yine bir nebze şansın vardı. Onu da ben tercih etmedim. 1980 yılında çok kolay bir şekilde Yunanistan’a yerleştim. Verdiğim karardan mutluyum ama zaman zaman kendimi yanlış uçağa binmiş gibi hissediyorum. Bizim yaptığımız müziğin Yunanistan’da büyük bir karşılığı yok. Almanya’da veya Fransa’da sesimi daha çok duyurabileceğimi düşündüğüm zamanlar oldu. Yine de hayatta bu çelişkiden daha güzel, daha büyük, daha önemli şeyler var. Aşk gibi! Eşim Azadig ile Yunanistan’da tanıştık. 1985 yılında evlendik. Evlendikten sonra birbirimize bir söz verdik. Yaşımızı ve parfümümüzü kimseye söylemeyeceğiz! Bu söze bugün dahi sadığım. İki kızımız oldu, Garin ve Talar. Onların isimlerini albümlerime verdim. Yunanistan’a yerleştiğim yıllarda Ermeni mahalleleri vardı. Ermenler genellikle Neos Kosmos ve Nikia bölgelerinde yaşarlardı. Sonradan Atina’nın çeşitli mahallerine dağıldılar. Atina’da artık ağırlıklı olarak Ermenilerin yaşadığı bir mahalle yok. Yunanlar, Türkler, Ermeniler ve diğer halklar yan yana, medeni biçimde yaşamayı başarıyorlar.
'VATANIM HALEP, EVİM ATİNA'
Anadolu, Halep, Atina… Kendinizi nereye ait hissediyorsunuz?
Kanım Ermeni, vatanım Halep’tir. Gözümü orada açtım, yirmi yıl yaşadım. Atina, evimdir. Evliliğim, kariyerim, hayatımdır. Yunanistan beni kucakladı. Repertuvarım çoğunlukla Ermenice ve Arapça’dan oluşuyor. Yunanca şarkı çok az söylerim. Buna rağmen beni dinlemeye hep Yunanlar gelir. Anadolu’yu hiç gezmedim. Ata toprağım Kayseri’nin güzel bir yer olduğunu duydum. Turist olarak gezmek isterim. 2017 yılında da ilk defa Ermenistan’a gittim. Çok istediğim bir geziydi.
Kardeş Türküler ile yolunuz ne zaman kesişti. Bu konserlerin devamı gelecek mi?
Kardeş Türküler ile ilk defa yan yana gelmiyoruz. 2015 yılında, In Memoriam konseri için bir araya geldik. Aynı yıl Boğaziçi Üniversitesi’nin düzenlediği Çoğalan Sesler’in konuğu olarak İstanbul’a geldiğimde de görüştük. In Memoriam, unutulmaz bir konser oldu. Kardeş Türküler’in her bir üyesi çok değerli. Onlar bu ülkenin şanslarından. Müzik yoluyla insanların kalplerine seslenmek istiyorum. Müzik barış ve diyalog ortamının oluşmasına katkıda bulunur. Bunun için gençlerin müziğe ilgi duymasını sağlamaya çalışıyorum. Müzik evrenseldir! Yeni konserlerde bir arada olmak dileğiyle… İstanbulluları selamlıyorum!