Kadın haklarının ağır saldırı altında olduğu son yılların belki en kritik günlerindeyiz. Gündem maddelerinden birisi İstanbul Sözleşmesi olan ve hafta başında gerçekleştirilen son AKP MYK toplantısı, kazanılmış hakların müzakere edileceği bir ortam yarattı. İnsan hakları alanındaki geniş hukuki manzumenin tamamlayıcı parçalarından birisi olan İstanbul Sözleşmesi oy kaygısıyla tartışmaya açık bir konu gibi sunuldu topluma. Yeni değil bu sunuş tarzı ama iktidar partisinin en yetkili organında bu bakış açısıyla ele alındığında tablonun vahameti ağırlaşıyor elbet. Kadın düşmanlarının görüşlerini bu köşede çokça okumuştunuz ve tabi iktidarın tutuna ilişkin görüşlerimi de. Kadın düşmanları ve iktidar dışında ele alınması gereken tuhaf bir grup daha var. İkircikli karşıtlar demek geliyor içimden. İtidal ile tutum almak istermiş gibi görünüp de kadın düşmanlarının bütün argümanlarını kullanırken kadın düşmanlığı yapmıyormuş izlenimi vermeye çalışanlardan örnek getireceğim bu yazıda. Soğukkanlı politikaya davet ederken kadın görüşlerine ve şiddetle mücadele ilkeleriyle insan haklarına mesafeli duruş, başlı başına sorun.
Dev sorun tepkisel yaklaşımlar başlığıyla Ahmet Taşgetiren, İstanbul Sözleşmesi'ni müzakereye açma girişimlerini, insan haklarından geriye gidiş çabası olarak görmek yerine iki toplumsal kesim arasındaki tepkisel tartışmalara ve kadın örgütleriyle iktidar arsındaki çatışmaya indirgeyerek ele almış örneğin. Amr İbnül As kurnazlığıyla yürüttüğü hakem rolünde özetle karşıtlar aile ve nesil diyor, eşcinsellik ve kadın beyanına itiraz ediyor öyleyse bunları kaldırıverelim minvalindeki yaklaşımına önem atfettiğimden değil ama yazık ki o tarz düşünenler bulunduğu için biraz irdelemekte yarar var.
“Hem İstanbul Sözleşmesini kaldırmak hem de kamuoyunda kadına şiddet noktasında duyarlılığı kaybetmemek gibi bir formül aranıyor.” ifadesi muhtemelen içerideki yaklaşımları iyi tahmin ettiği için kullandığı bir öngörü. “Şiddet konusunda duyarlı kamuoyunu tatmin eder mi düşünmek lazım” sözüyle sergilediği şiddetle mücadeleyi duyarlı, duyarsız hafifsemesine indirgemenin yanı sıra sergilediği teslimiyetse kadının insan haklarını müzakereye hevesli görünümü veriyor. Bir de “İstanbul Sözleşmesindeki eşcinselliğin korunması” ifadesi kara propagandanın iddiasına yer verilmesine rağmen hiç değilse kendi kurduğu karşıtlık doğrultusunda kadınların yorumuna yer yok. Oysa sözleşmede eşcinsellik korunmuyor. Sözleşmede eşcinseller korunuyor. Olgu değil insan korunuyor, şiddetten korunuyor. Bu ikisinin farkını belirtmemek ancak kasıtla izah edilir. 6284 ile devam ediyor yazar ve “ailenin dağılması endişesiyle itiraz ediliyor” ifadesiyle sürüyor tek taraflı hakem konumu. Kadın beyanı esas ilkesi, önleyici ve koruyucu tedbir kararlarına itirazı dile getirirken aslında şiddetin önlenmesini istemez konuma düştüğünü de fark etmiyor. Kadın beyanı konusunda “tepkisel tartışmalar” adını verdiği kadın örgütlerinin cevabına dair hiçbir açıklama da yok yazıda. Ev içi şiddette, o şiddetin mağduru olan kadın çoğu zaman şiddetin tek tanığı olduğu için kadının beyanı esas ilkesi geçerli diyemiyor elbette. Ve kadın beyanı esas ilkesinin İstanbul Sözleşmesi'nden, 6284 sayılı şiddet yasasından çok önceki uzun yıllara dayanan geçmişini, Yargıtay içtihatlarıyla sabit hale gelişini hatırlatmak gerekiyor, yazara ve okurlara.
Tabi sureti haktan görünmenin de bir usulü erkanı olduğundan şöyle bir tespit yer almış yazının sonlarında: “Belki yola 'kadına şiddet, aile içi şiddet, insana, hayvana, havaya, suya, bitkiye, can taşıyan her varlığa şiddet kesinlikle önlenmeli' diye çıkılmalı.” Yani şimdi bu yaklaşımla eşcinselleri şiddetten koruma görevi hava cıva mı oluyor, “can taşıyan her varlık dediğinde eşcinseller buna dahil değil mi?” sorusu kaçınılmaz. Muhafazakar değerler ifadesinin bolca serpiştirildiği yazının geneline bakılınca bu değerlendirme, kara propagandanın “eşcinseller, eşcinsel olduklarını ilan etmesin ki ahlak(çılığ)ımız zedelenmesin” tasasına yakın, görülüyor.
Şiddetle mücadele için cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ifadelerinin sözleşmenin 4’üncü maddesinde yani ayrımcılık yapılmasını engelleyen madde de geçtiğini bir kere daha hatırlatmakta yarar var. Sözleşmede cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ifadelerinin yer almasına itiraz, “ayrımcılık yapılsın” demekle eş anlamlı. Faile değil fiile göre hüküm vermek esası hukukun gereği. Adalet ancak böyle tesis edilebilirken hukuksuz günlerin tartışması, faili de fiili de bırakıp mağdura göre hüküm kurulmasını istemek üzerine şekilleniyor.
Yazının son cümlesi ise Amr İbnül As benzetmesini aklıma düşüren kısım: “Bence her şeye yeniden başlamak gerekiyor.” Sıffin Savaşı'na damgasını vuran Hakem Olayı da böyleydi. Daha fazla kan dökülmesin kimin halife olacağına karar vermek için iki halife de halifelik hakkından vazgeçsin, görüşü ortaya atılır. İkisi de hakkından vazgeçtikten sonra her şey baştan tartışılıp düzenlenecekti, teklife göre. Hz. Ali’nin hakemi Musa El Eşari, yaşına hürmeten(?) ilk söz hakkını alır ve Hz. Ali adına “hakkından vazgeçtiğini” ilan eder. Ardından Muaviye’nin hakemi Amr İbnül As söz alınca “Ali hakkından vazgeçti, Halife Muaviye’dir” deyiverir, bilindiği üzere.
Her şeye baştan başlama tuzağı kazanımlardan vazgeçmek anlamına geldiğinden böylesine sureti haktan görünen yorumların taraftar bulma ihtimaline karşı hakların müzakere edilemeyeceği ilkesiyle net tavır almak gerekiyor. Kadın beyanı esastır ilkesine karşı çıkışların binlerce yıldır kadını şeytani sayan yorumların günümüze yansıyan dışavurumu. Beyan esasıyla vergilendirilmeye itiraz etmeyenler, kadına yönelik şiddetle mücadelede kadın beyanının esas alınmasını “suistimal” sayıyor. Batık kredilerle kredi usulü suistimal edildiği halde ‘kredi verme usulü kaldırılsın’ diyen çıkmaz. Ancak tek taraflı beyan ile aile dağılıyor –ki meali erkek konforu bozuluyor– iddiasıyla 6284 sayılı yasa toptan kaldırılsın, İstanbul Sözleşmesi iptal edilsin diyebiliyorlar. Ve söylemleriyle siyasi pazarlık kurulabiliyor.
Bunun adı kadın düşmanlığı. Eşcinsellik bahaneli kadın düşmanlığıdır. Eşcinselliğe yönelik tek dertleri de çift kişilikli yaşamalarını istemekten ibaret. Geçmişte olduğu gibi kendilerini gizlesinler, çift kişilikli yaşam sürsünler yani riyakar yaşasınlar isteniyor. LGBTİ+ gerçekliğinin İstanbul Sözleşmesi'nden önce de var olduğu ve sözleşme iptal edilse yok olmayacağı çok açık bir gerçek. İnsan hakları ihlalidir LGBTİ+ bireylerin şiddetle mücadele sözleşmesinin dışına çıkarılmasını istemek. Sözleşmeyi iptal etmek bile değil yani bu gerekçeyle iptal istemek bile nefret suçu ve hak ihlalidir. Şiddeti davettir. Nitekim sosyal medyada yürüyüş çağrıları yapılıp sonra kaldırıldı bilindiği gibi. Eşcinsellere yönelik bir Madımak benzeri vaka ihtimali yazık ki bu söylemler ve iktidarın teslimiyeti nedeniyle pek uzak görülmüyor. İnsan hakları ihlalleri, insan hakları hukukundan geri gidiş için eşcinsellerin gerekçe gösterilmesi kabul edilemez. Ve herkesin, sadece kadınların değil, aklı başında her bireyin bu gerçeği idrak ederek iktidar üzerinde bireysel veya örgütlü baskı kurması şart. İstanbul Sözleşmesi'nin iptaline karşı tavır almak, insan haklarının gereğidir.