Hakikatin patolojisi II: Trajik olarak çılgınlık
İnsanın diğer varlıklardan ayrılışındaki yeterli “trajik” hikâye, onun “çıldırabilme” potansiyelinden/dynamisinden ileri gelir. Yoksa pekâlâ bir kırlangıç da kötü havadan muzdarip, bir akasya da durduğu yerden memnuniyetsiz, bir kör köstebek de karnını doyurmakta mâhir olabilir
Hamza Celâleddin/hamzacelalettin@gmail.com
Bir yalıçapkını neden trajik değildir? Bir masa lambası, bir elma kurdu, bir şarap kadehi ya da lalettayin-orada bir vapur dumanı? (Flora Hanım, neden trajik değilsiniz?) Antik Grek’ten bugüne hemen tüm “insan felsefeleri” (sanki başka bir şeyin felsefesi mümkünmüş gibi); insanın, düşünebilmesi/kavram yaratabilmesi mucizesiyle diğer varlık türlerinden ayrıldığını ileri sürer. Son derece yavan ve (hoş görünüz) budalaca bir tasnif yöntemidir bu; −zirâ öyledir ki−, insanın diğer varlıklardan ayrılışındaki yeterli “trajik” hikâye, onun “çıldırabilme” potansiyelinden/dynamisinden ileri gelir. Yoksa pekâlâ bir kırlangıç da kötü havadan muzdarip, bir akasya da durduğu yerden memnuniyetsiz, bir kör köstebek de karnını doyurmakta mâhir olabilir: Lâkin çılgınlığın solukvâr gövdesinde bitip, “iyilikleri acılar kadar toplamak” (1) yâhût da “gün gelip, Tanrı’yı öldürdüğü dağdan aşağı inmek” (2) ancak “trajik olan”ın, eşsöyleyişle bir insanın marifeti olabilir. Demek ki hakikat, bir skandal olarak ve “ölüm gibi” karşımıza dikilmemişse henüz (ya da evvel ve Pavese misâli cesur davranıp, biz onun karşısına dikilmemişsek eğer), trajik olarak ve “çılgınlıkla” karşımızda belirebilir her an. Öyleyse bir patoloji olarak bahsini açtığımız hakikati, “tarihsel olan”da aramaya, “bengi çılgınlar”ın izinde devam etmek böylelikle ödevleşmiştir…
Nullum magnum ingenium sine mixtura dementiae fuit.
Sene 1770: Oldukça ilgi çekici ve kritik bir tarih bu; evvelâ Yeryüzü’nün Şiiri’nin*, sonra Sonsuz Dönen Felsefe’nin** ve nihayet ise Tanrı’nın Müziği’nin*** doğduğu sene, 1770. (Yerzamanda böyle tarihler enderdir; örneğin 1813 ya da belki 1788.) Aylardan Mart ve yirminci gün. Bir bengi çılgın olarak, Friedrich Hölderlin yeryüzü sahnesinde belirir (söylentiye göre bazı masalarda şaraplar tazelenmiştir). Onun trajik çılgınlığı, daha küçük yaştan beri, bir skandal olarak ölüm hakikatiyle birlikte yükselir. Babasını, dedesini, kardeşlerini ve nihayet sevgilisini ölümle yüzleşirken bulan Hölderlin için hakikat, artık çılgınlığın kollarına bırakmaktır kendisini. Bu “mecburen” hakikat, kırk yıl boyunca Hölderlin’e eşlik eder. Ve bu kırk hakikî yılın sonunda, 1843 Haziran’ında (Nietzsche’nin yeryüzüne teşrifine henüz bir seneden fazla vardır) Hölderlin, bir başka hakikat olan “ölüm”le yüzleşir. Lâkin çılgınlık, şiirde ve şiirle bâkidir:
İyi bir şeydir insanın uzaktan bakabilmesi hayata,Ve anlayabilmesi hayatın kendini nasıl algıladığını,
Ayakta kalabilen, atıldıktan sonra tehlikenin kollarına,
Fırtınalarda ve rüzgârlarda yolunu bulabilmiş birisidir.
Gel gelelim tarih, tamamlamakta ve tamamlanmakta pek mâhirdir; −öyle ki− yeryüzünden bir çılgının bedeni kaybolur kaybolmaz, bir başka çılgının bedeni oracıkta beliriverir. Sene 1844 ve aylardan ekim. Nevbaharın muştulayıcısı Friedrich’in ölümü, sonbaharın muştulayıcısı Friedrich’in doğumuna yer açar. Nihayet, Friedrich Wilhelm Nietzsche, yeryüzü sahnesinde, gövdesiyle ve ayaklarıyla, geniş alnıyla ve zarif –mi zarif− elleriyle belirir. Tıpkı yazgı birliği yaptığı Hölderlin gibi; babasının ölümü, onun çok küçük yaşlarına denk gelecektir: Kendi deyişiyle; Nietzsche, babası öldükten sonra doğanlardan olacak (tıpkı Leibniz gibi, Sartre gibi, Camus gibi ve belki benim gibi) ve ona daha iyi kulak kabartılacaktır (3). Bundan sonra Nietzsche’nin yaşamını, kurallı ve düzenli bir tümceye esir etmek, onun trajik çılgınlığını hafife almak olacaktır; ve işte tam da bu yüzden belki de onu anlatan sözcükler rastgele/gelişigüzel sıralanmalıdır: Nefret, öfke, Richard Wagner, Basel, coşku, Salomé, aşk, Torino, çöküş, kaygı, telaş, hastalık, Nice, Paul Ree, titreme, yürüyüş, 1879, 1882, 1889 ve nihayet 1900: Perde kapanır…
Bundan öncesi ve sonrası; Gérard de Nerval ya da “kendimizi asabileceğimiz bir sokak lambası”, William Blake ya da “karanlık transparan mıdır?”, Hemingway ya da “son bir av olarak, kendini avlamak”, Kierkegaard ya da “sakin ve/lâkin coşkulu adımlar”, Rimbaud ya da “buğdaylara sürtüne sürtüne gitmek”, Weininger ya da “kendinden kaçarken kendine rastlamak ve kendini görmezden gelmek”, Althusser ya da “çılgınlığın belirlenemez sınırları”, Woolf ya da “Ouse beni çağırıyor”…
Böylelikle anlaşılıyor ki; hakikat, ölümle gizlendiği kör kuyudan, çılgınlıkla ve asırlık bir coşkuyla dışarı fışkırıyor. “Tarihte olan”la “tarihsel olan” ayrılıyor, çözülüyor. Lâkin bir skandal ve bir trajik olarak hakikat, bir diyalektik ve bir antinomi olarak karşımıza dikilmek için de gün sayıyor: Öyleyse evvelâ Horatius’un dediği üzere; Nunc est bibendum!
Hakikatin son perdesinde, bir diyalektik ve bir antinomi olarak sekste görüşmek üzere…
Camus yâr, Nietzsche yardımcınız olsun.
Notlar:
(1) Bkz: Friedrich Hölderlin, Yurt.
(2) Bkz: Friedrich Nietzsche, Tanrı Öldü.
(3) Bkz: Friedrich Nietzsche, Putların Alacakaranlığı.
*Atıf yapılan: Friedrich Hölderlin.
**Atıf yapılan: Friedrich Hegel.
***Atıf yapılan: Ludwig van Beethoven.