Türkiye’deki birçok hak ihlali bu ihlallerin güya engellenmesi için düzenlenmiş kanunların neden yazıldığını tekrar tekrar sorgulatıyor. Bu kanunlar uygulanmak için yazıldıysa neden uygulanmıyor? Uygulanmamak için yazıldıysa ne diye var? Veya kanunları uygulamayanların dayandığı kanun ne?
Ne hükümet yanlısı ana akım medya ne de altılı muhalefet yanlısı ana akım medya için haber değeri taşımayan Hakkârili Tahir Gürdal’ın ölümü bu sorgulamaları yaptıracak türden oldu. Henüz 53 yaşında bir dizi ihmal ve ihlal sonucunda devletin gözetimi altında hayatını kaybeden Gürdal’ın birkaç cümlelik haberlere konu olan hikâyesini neden yürürlükte olduğu anlaşılmayan kanundan notlarla birlikte aktarmak gerekiyor.
Tahir Gürdal, hakkındaki haberlerden öğrendiğimize göre 2014’te örgüt üyeliği suçlamasıyla yargılanarak hapis cezasına çarptırılmış. Bu nedenle de diğer hükümlüler gibi kendisi açısından da Ceza ve Güvenlik Tedbirleri Hakkında Kanun’un (infaz kanunu) uygulanması söz konusuydu.
Bu kanuna göre “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.” (md 2/2). Ancak basından öğreniyoruz ki, akciğer kanseri teşhisi konulan Gürdal günlerce ayakları kelepçeli bir şekilde tedavi gördü. Bırakın kanser hastasını, başı ağrıyan bir yakınınızın bile el veya ayaklarının kelepçelenerek tedaviye alındığını düşünün.
Kanuna göre hükümlünün hastalığı hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa cezanın infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır (md 16/2). Ancak Gürdal’a bu madde de fazla görüldü. Öyle ki, ölümüne sadece 13 gün kala infazının geri bırakılmasına karar verildi. İHD’nin ifadesiyle “hastalığının geri dönüşü olmayan evresinde”, yani yaşamasının imkânsız olduğu anlaşıldıktan sonra.
Kanuna göre “hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.” (md. 6/f). Birhat Gürdal, babasının durumuyla ilgili cezaevi yönetimine defalarca başvurularda bulunmalarına rağmen bir sonuç alamadıklarını anlatıyor: “Babamın daha önce herhangi bir hastalığı yoktu, cezaevine girdikten sonra hastalandı. Cezaevi koşulları mahkûmlara uygun değil. Cezaevine yeniden gönderilirse en fazla 15-20 gün yaşar.” Öyle de oldu, Tahir Gürdal infazının ertelenmesinden sadece 13 gün sonra hayatını kaybetti. Peki, cezaevi yönetimi Tahir Gürdal’ın yaşam hakkı ile beden ve ruh bütünlüğünü korumak için hangi “her türlü koruyucu tedbiri” aldı? Veya bu tedbirlerden birini dahi aldı mı?
Tahir Gürdal olayında ailenin de devre dışı bırakıldığı anlaşılıyor. Oğlu Birhat Gürdal “Cezaevi yönetimi ve yetkililer bize babamın hasta olduğunu söylemedi. Babam haftalarca telefon açmıyordu. Cezaevi memurları, ‘Baban sağlam sizinle konuşmak istemiyor’ diyordu. 1 yılın ardından babamı Amed’e götürdüler, akciğer kanseri olduğunu öğrendik” diyor. Hükümlünün hastalığının aileden gizlenmesinin veya aileye haber verilmemesinin ne tür bir hukuki dayanağı olabilir?
Kanun, infaz ile ulaşılmak istenilen temel amaçlar arasında hükümlünün yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak gibi birtakım unsurları sayıyor. Peki, kanunu uygulamakla yükümlü görevliler Gürdal’ın toplumsal hayata yeniden katılmasını sağlamak için hangi tedbirleri aldı? Veya herhangi bir tedbir aldı mı? Kişi öldüğüne göre cevabı belli bu soruların da bir anlamı kalmıyor.
Anayasa Mahkemesi, benzer vakalarda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali yönünde karar vermektedir. Buna göre; “İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir. Bu çerçevede hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir.” (Vetha Oğru Başvurusu, 2018/25614, 16/6/2022).
AYM, bir başka kararında şu vurguyu yapmaktadır: “Gerekli tıbbi yardımın olmayışı acil bir tıbbi duruma ya da başvurucunun ağır ve uzun süreli bir acı çekmesine yol açtığı zaman insanlık dışı muamele söz konusu olur.” (Mete Dursun Başvurusu, 2012/1195, 18/11/2015). Benzer şekilde AİHM’in de tutuklu ve hükümlülerin yeterli ve düzenli bir tedavi olanağından mahrum bırakılmasını insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele olarak kabul ettiği kararları vardır. (Kaprykowski v. Polonya kararı).
İnsan Hakları Derneği’nin verilerine göre Tahir Gürdal sadece bu yıl içinde cezaevinde hayatını kaybeden 70 kişiden biri. Yine onun gibi ağır hastalığı bulunan tutuklu ve hükümlü sayısı 700’ün üzerinde. Hak haberciliği yapan basın kuruluşlarına ya cezaevinde ölen veya ağır hastalığına rağmen tahliye edilmeyip yeterli tedavi imkânları sağlanmayan insanların haberleri hemen her gün düşüyor. İHD’nin uzun süredir gündemindeki konuların başında bu mesele geliyor. Geçen ay hazırladıkları raporda İnfaz Kanunu’nda bir dizi değişiklik önerdiler. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, bu “sıkıntıları” tamamen kaldıracak bir çalışmalarının olduğunu 5 ay önce duyurmuştu. Ancak hala bu çalışmalarının herhangi bir örneği kamuoyuyla paylaşılmadı.
Türkiye herkesin malumu olduğu üzere adil yargılamanın uzun süredir rafa kaldırıldığı, keyfi tutuklama ve cezalandırmanın neredeyse norm haline geldiği bir ülke. Ancak bu, ne şekilde olursa olsun hapsedilen kişilerin en temel insani haklarından ve desteklerden de mahrum bırakılmalarını normalleştirmez. Veya normalleştirmemeli.