AKP’nin kayyım rejimi bu defa en fazla iki ay dayanabildi.
Seçimden hemen sonra ilk girişimlerini Van’da yapmış, ancak
gösterilen tepkiler üzerine kısa süreliğine de olsa geri adım
atmışlardı. İkinci girişimin adresi olarak muhtemelen kontrol
etmeleri, kriminalize edip batı kamuoyunda bu girişimlerini
meşrulaştırmaları daha kolay görünen Hakkari’de karar kıldılar.
İçişleri Bakanlığı, bu nedenle Hakkâri Belediye Başkanı Mehmet
Sıddık Akış’ın görevden alınmasıyla ilgili açıklamasında bir örgüt
üyesinden bahseder gibi eylem ve faaliyetler sıraladı ve bunu
2014’deki bir ceza davasına dayandırdı. Açıklamada yok yok; örgüt
adına sorgulama yapmaktan vergi toplamaya, örgüt mensuplarıyla
görüşmekten esnafı kepenk kapatma eylemlerine katılmaları için
tehdit etmeye kadar 10’un üzerinde suçlama sıralanmış. Bu
suçlamalar da bir mahkeme hükmünün okunması gibi açıklamaya
eklenmiş.
Hakkâri Belediye Başkanı hakkında olabildiğince fazla suçlama
sıralanmasının amacı kayyım atama girişimini Kürt kamuoyunda olmasa
bile ülkenin batısında meşru göstermek. Nitekim açıklamanın hemen
ertesindeki sosyal demokrat yayınlarda bile “bu defa suçlamaların
çok ağır olduğu” şeklinde değerlendirmeler yapıldı, yapılabildi.
Suçlamalar o kadar ağır olmalıydı ki; özellikle ana muhalefet
partisi yerinden kıpırdayamasın, önce Özgür Özel, ardından Ekrem
İmamoğlu herhangi bir dayanışma girişimini aklının ucundan
geçiremesin.
Bu tür gelişmeler/suçlamalar üzerine “madem bu kadar ağır
suçlama vardı, niye tutuklanmadı veya seçime girmesine izin
verildi” gibi tepkiler vermenin pek bir anlamı yok. Böyle bir
tepki, ancak politize olmamış, iktidarın siyasi menfaatleri için
araçsallaştırılmamış bir yargının varlığı halinde bir nebze anlamlı
olabilirdi.
Kürt siyasetçilere yönelik yargılamalarda yalnızca gizli tanık
beyanlarıyla her türlü suçlamanın yöneltilebildiğini herkes
biliyor. Cezalandırmayı mümkün kılabilmek için suçlamaların elden
geldiğince ağırlaştırıldığı da malum. Kürt siyasetçileri veya
aktivistlerinin herhangi bir şekilde hukuki güvenliklerinin
olmadığı, hapsedilmelerinin çok basit bir soruşturmayla mümkün
olduğu da son 40-50 yıllık pratiklerden belli.
Mehmet Sıddık Akış’ın yargılandığı ve görevden alınmasına
gerekçe yapılan Hakkâri 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davanın
iddianamesi de ağırlıkla teyidi veya denetimi imkânsız, somut bir
dayanağı da olmayan bir takım gizli tanık beyanına dayanıyor. 23
Mayıs’ta 60. duruşması yapılan davada savcılık mütalaasında
iddianame doğrultusunda ceza talep edilmiş ve 61. duruşmanın 5
Haziran’a bırakılmasına karar verilmiş. Yani İçişleri Bakanlığı
olası karar duruşmasına iki gün kala belediye başkanını görevden
almış oldu. İki aydır bekleyen bakanlık, iki gün daha sabredememiş
görünüyor. Bu yönüyle yerel mahkemenin olası bir beraat kararı
vermesinin de önüne geçilmek istendi. Ya da yargıya yürütme
tarafından yön gösterilmiş oldu.
Hatırlanacağı üzere; iki ay önce Van’daki kayyım atama
girişiminde de hükümet, kesinleşmiş bir mahkeme kararını seçime iki
gün, seçimden önceki son mesai gününde de mesai bitimine 5 dakika
kala kaldırtıp mazbata verilmesinin önüne geçmek istedi. Bu
girişimle de irade gaspına hukuki bir görünüm vermeye çalıştı.
Dolayısıyla Mehmet Sıddık Akış hakkında bir dava olmasaydı da
diğerlerinde olduğu gibi bir bahane-yol bulunup kayyım atanmasına
güya yasal bir çerçeve kazandırılacaktı.
2024 yerel seçimlerinden sonra DEM Parti’nin kazandığı
belediyelere kayyım atanıp atanmayacağı ülkenin yeni dönemde
gireceği yolu belirleyecek en temel ölçütlerden olacaktı. Hükümet
biraz çekingen de olsa ilk denemesini Van’da yaptı ama niyetini
Hakkari’deki uygulamayla iyice açık etti; 2015’ten bu yana
sürdürülen katı OHAL rejimi aynen sürdürülecek. Ülkenin batısı
kendi arasında normalleşebilir ama doğusundaki olağanüstü rejimin
vidaları daha sıkılacak.
AKP-MHP ittifakının son on yıldır ayakta kalma ve meşruiyet
aracı haline getirdiği bu OHAL rejimi ve hukuksuzluklarının önüne
geçmekte ise DEM Parti’ye olduğu kadar şu anda ülkenin birinci
partisi konumundaki CHP’ye de sorumluluk düşüyor. Bu açıdan Özgür
Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun önünde bir zamanlar Kemal
Kılıçdaroğlu’nun milletvekili dokunulmazlıkları sürecinde
karşılaştığına benzer tarihi bir sınav duruyor.
