Hâlâ Soma'da o ocağın önündeyiz
Mağdurların başlangıçta maden sahiplerinden ziyade, işçilere somut olarak kötülükler yapan, yemeklerine tekme atan, hakaret eden, kendilerine döven birkaç amire yönelikti bütün tepkileri. Devlet ise bu işle hiçbir alakası olmayan bir pozisyondaydı ailelerin gözünde. Altıncı yılını geride bıraktığımız bu günlerde hepimiz çok ama çok şey öğrendik.
Mürsel Ünder*
Soma sadece bilmek zorunda kalanların gittiği bir coğrafyada konumlanan yalnız bir kasaba.
Zamanında Bakırçay havzasının en iyi tütününü yetiştirmiş, ürününü hep en yüksek fiyattan satmış, yörede tütünü ve zeytini ile bilinegelmiş bir kasaba.
Yıllar içinde tütünü zeytini unutturulup, kömürü ile memleketin dört bir yanında iş arayan maden işçilerinin uğrak yeri olmuş, yalnızlığına bir de yoksulluk eklenmiş bir kasaba.
Şimdiyse Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamı, dünyada benzerlerinin belki birkaç yüzyıl öncesinde yaşandığı bir katliam nedeniyle dünyanın birçok yerinde adı milyonlarca insanın belleklerine kazınmış bir katliam şehrine dönmüş durumda.
İşçi sınıfı tarihinde, madencilik tarihinde asla unutulamayacak bir yer edinmiş bir kasaba.
Acının ve kederin bol olduğu güzel ülkemde herhangi bir zamanında herhangi bir yerinde ölümler, kazalar, katliamların eksik olmadığı coğrafyamızda ajanslar Soma’da maden işçilerinin mahsur kaldığını, birkaç kişinin öldüğünü duyduğumuzda, henüz adına katliam denememiş, henüz sonuçlarının ne denli ağır olduğu belirlenmemişken ÇHD’liler olarak her zamanki gibi Soma’ya doğru yola çıkmıştık bile. Soma’yla, madenle, madencilerle ilgili vasat bilgilerle ertesi günün sabahında Soma’ya ulaştığımızda doğrudan maden ocağının önünde bulduk kendimizi. O günden bugüne hâlâ o ocağın önündeyiz.
Katran kusmuş bir gecenin ortasında,
Üzerine sis örtülmüş,
Ölü bir şehir yatıyor.
Son nefesinin soğukluğu yüzüme vuran. (Ömür Keskin)
Merakımızı gidermek, acılarını paylaşmak, yardım etmek, vicdan soğutmak insani duygular olarak hepimizde bulunsa bile, henüz madende arama kurtarmanın devam ettiği, dumanların tüttüğü, ölenlerin henüz içerde bulunduğu bir ortamda bir avukat olarak işe yarayacak ne yapılabilirdi?
“Deniz mahkemeye düşmüş avukatı ben olaydım.” türküsünü söyleyerek insanların ağladığı bir toplulukta büyümüş olmam bu mesleği seçmemde önemli etkisi olan bir duygu durumu idi. Avukatlığı daha elitist bir yerden bakmak mesleki faaliyeti büro ve mahkemelerle sınırlı gören bir teknisyen olmayı kabul etmeyen bir avukatlık pratiği daha doğru ve anlamlı idi. Mücadelenin içinde ve mücadelenin bir parçası olarak hareket eden, ezilenlerin, yoksulların, dışlananların haklarını savunmak, bu dünyayı daha güzel bir yer haline getirmek için dövüşenlerin, direnenlerin yanında saf tutmak hukuku bu şekilde yorumlayarak mesleğini icra etmek mesleki tatmini çok daha üst düzeyde yaşamanızı sağladığı gibi, insani ve politik olarak daha doğru bir yerde durmanızı sağlıyor.
Ülkemizdeki iş cinayetlerinde yaşanan acıyı, sorumlulukları olabildiğince örtbas etme kültürü, devletin ve sermayenin bağlantısını tamamen ortadan kaldırmaya yönelik aktif tutumlar, insanları herhangi bir tepki vermeden, kader olarak benimseyip bir tutum almamalarını sağlamak, protesto etmek teşhir etmek gibi davranışları benimseyenleri terörize etmek katliamın ilk anlarından itibaren kamu kurumlarının standart davranışları olarak karşımıza çıktı. Bunun dışında maden sahibi sermayedarların iktidar partisi ile kirli ilişkileri, enerji bakanının gizli ortaklık söylentileri, şehri madene bağımlı hale getirilmiş, madeni ise tamamıyla sermayedarlara bağlanmış esnafından belediyesine, adliyesinden polis teşkilatına tüm kenti adeta mafyatik bir tarzla kendine bağlı kılan bir sermaye grubu. İşçi sendikası olarak görünen sendikanın durumu ise daha vahim. Bırakın davaya müdahil olmayı veya üyelerine, ailelerine hukuki yardımda bulunmayı, bir kez olsun duruşmalara katılmamış, davanın bir numaralı sanığı ifadesinde kazayı işçi sendikası başkanından duyduğunu ifade etmişti. İşverenle bu denli iç içe geçmiş kirli ve çirkin bir ilişki.
Bir yandan yaşanan katliamı sadece kamu görevlilerinin yaptıklarıyla yetinmeyip kişisel veya kurumsal olarak alanda aktif olarak bir şeyler yapmaya çalışan insanlar, bir yandan ülke ve dünya gündemine oturan bir popüler kültür nesnesi haline dönmüş maden ocağında akın akın madeni ziyaret eden, fotoğraf çeken, videolar çeken turistik ziyaretler, madenden cesetler çıkarılırken selfie çeken insanlar, kartvizit dağıtan avukatlar, insanlara “yardım” olarak gönderilen çuvallar dolusu oyuncaklar, erzaklar, paralar, ölenlerin köylerine ailelerine ziyaretler, ziyaretler…, fotoğraflar …. bir yandan vicdanlarını bu şekilde soğutarak rahatlayan ve yaptığı “iyi”likleri kamusal alanda olabildiğince teşhir etmekten geri durmayan binlerce insan.
Bu insanların bu şekilde hoyratça davranışlarının arkasında yarattıkları tahribatları görmeden, sadece ölenlerin ailelerinin çocuklarına yapılan ziyaretler ve onlara gelen devasa oyuncaklar nedeniyle annesine “benim babam da keşke ölseydi bir sürü oyuncağım olurdu” düşüncesine gelebilen çocuklar yaratarak çekilip gittiler.
Bu toz bulutu içerisinde yapmamız gereken kesinlikle yardım etmek değil, dayanışma göstermek ve doğru organizasyonlarla bir bütünlük halinde işlevsel olarak müdahale etmek daha doğru.
Katliamdan bir gün sonra Soma için adalet komitesini kurduk ve kendimizi şu şekilde tanımladık: “Komite, katledilen işçilerin aileleri ve yaralanan işçiler ile dayanışma ve Soma katliamını ülke gündeminde tutma görevini amaç edinmiştir.
Bu komite, Soma’da meydana gelen iş cinayetlerinin sorumlularının halka hesap vermesi, sorumlular hakkında yürütülecek cezai ve idari soruşturma ve kovuşturmalarda mağdurların haklarının savunulması amacını taşımaktadır.”
Bilgi kirliliği ve amaçlı bir şekilde yanlış yönlendirmelerin önüne geçerek halkın doğru bilgiye ulaşma hakkının sağlanması, mağdurların tespiti ile kendilerine karşılıksız hukuksal, tıbbi, psiko-sosyal yardım sağlanması için görüşmelerin yapılması, kriz boyunca gündelik işlerin komite adına yürütülmesi ile uğraşacaktır.
Kriz masası ise amacını şu şekilde belirlemişti: “Yürütme Kurulu aynı zamanda kriz masasnıı da yürüttüğü dönem boyunca; maktul işçilerin ailelerine taziye ve bilgilendirme ziyaretleri yapılması, ceza soruşturmasını takip etmek amacıyla vekalet alınması, cumhuriyet savcılığı ile düzenli ilişkilenerek soruşturmanın sağlıklı yürütülmesinin sağlanması, protesto ve dayanışma eylemlerinden kaynaklı gözaltıların ve hak ihlallerinin takip edilmesi, düzenli bir basın bilgilendirme akışının sağlanması, bilimsel raporların hazırlatılması ve yayımlanması işleri ile uğraşacaktır.”
Henüz cenazeler tam olarak belirlenmemiş, kimlikler tespit edilmemişken devlet yetkilileri insanları şikâyetlerinden vazgeçirmeye çalışırken biz de çok kısa süre içinde Soma ve yakın çevresinde bulunan aileleri ziyaret ettik, yaralıları ziyaret ettik, işçilerle toplantılar yaptık, idari ve yargısal başvurular yaptık, işçilerin sorunlarıyla ilgili aktif hukuki destek verdik, bilgilendirme toplantıları yaptık, broşürler hazırlayıp binlercesini dağıttık. Devlete ve sermayeye karşı işçilerin ve ailelerinin neler yapabileceğini ve ne tür haklarının olduğunu, yan yana durabilmenin önemini anlattık. Bu süre içinde insanlar bizlere evlerini açtılar evlerinde konakladık, esnafı yemekler getirdi, her gördükleri yerde bizleri çevirip saygı ve minnetlerini dile getirdiler. Bizimle yoksulluklarını da paylaştılar. Bir yandan da polis ve patronlar bize karşı kirli propaganda yapıp bizlerin provokasyon peşinde olduğumuzdan tutun, şehirde çocuk kaçırma olayları olduğuna ve dükkanların yağmalanacağına dair çok ciddi kara propaganda yaptılar. Bu propaganda katliamdan 5-6 gün sonra meyvelerini verdi; yüzlerce insan kaldığımız yeri (Soma Öğretmenevi) çevirerek bize karşı çok büyük bir saldırı hazırlığına girişecek kadar büyüdü. Bu saldırıya ramak kala bize destek veren, temaslarımızla ne yaptığımız anlayan, ne için orada olduğumuzu bilen yüzlerce insan evlerinden çıkarak bizlere kalkan oldular. Bu şekilde çok büyük bir tehlikeyi atlatmış olduk. Halkı üzerimize saldırtamayan ve yaptıklarımızdan çok rahatsız olan polis bir iki gün sonra bu defa kendisi doğrudan bize saldırdı ve kolumuzu kırarak, kafamızı yerlere vurarak bizleri gözaltına aldılar. Bu süreçle birlikte, kamuoyunda çok ciddi bir sahiplenme oldu ve polisin planladığının çok tersine gelişmeler oldu. Çünkü bizi darp edip gözaltına aldıklarında henüz katliam nedeniyle gözaltına alınan, tutuklanan bir tek işveren bile yoktu. Bundan sonra süreç çok hızlı bir şekilde değişti ve iki gün sonra ilk tutuklamalar gerçekleşti.
Mağdurların başlangıçta maden sahiplerinden ziyade, işçilere somut olarak kötülükler yapan, yemeklerine tekme atan, hakaret eden, kendilerine döven birkaç amire yönelikti bütün tepkileri. Devlet ise bu işle hiçbir alakası olmayan bir pozisyondaydı ailelerin gözünde. Altıncı yılını geride bıraktığımız bu günlerde hepimiz çok ama çok şey öğrendik.
Girdiğim her toplumsal davada, işçilerle her buluşmalarımızda asıl öğrenen biziz dedim hep. Öğrenmeye devam ediyoruz. Onların bilgileri kitabi değil, hayatın içinden, yaşadıklarından süzülerek gelen gerçek yaşam deneyimleri. Duruşmalar boyunca tüm konuşmalardan orada bulunanları en çok etkileyen, aklımızda en çok kalan mağdurların ve ailelerin konuşmalarıydı. Tüm konuşanların baştan sona her satırını herkesin duymasını isterdim, felsefesi, politik analizleri, etik anlayışı, vicdan, merhamet anlayışları müthişti. Katliamın bilgeleştirdiği acılı insanlardı hepsi. Oğlunu yitiren Elmas Abla “Ben gece gündüz acı çekiyorsam sebebi bunlar. Bak kendini savunmak için bi dünya avukatlara para veriyorlar. Bunlara verecekleri paraları o madene harcasalardı ne onlar burada olurdu, ne ben bu kadar yanar olurdum, ne de anasının karnından doğmamış çocuklar babasız kalırdı. Eğer bunları insan öldürmekten yargılamazsanız hırsızlıktan yargılayın. Hırsızlık nedir? Çocukların babasını aldılar, anaların evlatlarını aldılar, eşlerin kocalarını aldılar, kardeşlerin kardeşlerini aldılar bütün canları aldılar. Belki 301 kişi hesapta, ama bu şeyden yanan beş bin kişi. Ben ne kadar acı çekiyorum o onun farkında mı? O o şey… Akın .. arkasına dönüp dönüp gülüyo. Tabii kendine güveniyor. Neden? Çook parası var. Acaba terlemiş mi o parayı kazanırken? Onların her kuruşunda, her yediği ekmekte, her lokmasında benim hakkım var. …. Eğer bunları bu şekilde düşünürse, diyeceksin ki bunlar bu şekilde ceza alırsa sen sevinecek misin? Asla! Ama benim istediğim tek bir şey var. Bu öyle bir örnek olsun ki, benden sonraki anaların hayatı yanmasın. Şu anda bir tanesi demişti ki Zonguldak’ta böyle böyle bir olay oldu. Onlara altışar sene ceza verdiler. Onlar kurtuldu. O avukatlar, o hakimler düzgün bi ceza verseydi, ne bunlar burada suçlu olurdu. Ne ben burada yanar dururdum. Bi de bu şeylerin K… (sanık avukatları) olsun olmasın onun lafları beni deli ediyo, o kadar insanlıktan çıkmaya gerek yok. Bu gün benim başıma geldiyse yarın sizin başınıza da gelebilir. …”
Soma davasında ya da diğer toplumsal davalarda gönüllü avukatlık yapmamız, dört yıl boyunca birer hafta ikişer haftalık blok duruşmalara tüm işlerimizi, ailelerimizi bırakarak gittiğimiz duruşmalar, katliamın ilk günlerinde köy köy, ev ev, kahve kahve gezerek hukuk bilgimizi, dayanışma duygumuzu bu şekilde mağdurların halkın yararına kullanmak en büyük tatmin ve motivasyon kaynağımız oldu. Bu tarihi davadaki çelişki insanlık tarihi kadar eski bir çelişkidir. Yoksul ve zengin arasındaki çelişki.
Dosyada esas hakkında yaptığımız sunumda, sunumumda Ümit Kıvanç’a ait 16 ton isimli bir belgeselde madenlerdeki tarihsel süreç anlatılıyordu "parası ve silahı olanlar; parası ve silahı olmayanları madenlerde zorla çalıştırmaya başladılar" sözü filmin ve bu davanın özetiydi adeta.
Biz de parası ve silahı olmayan ve zorla çalıştırılan yığınlar lehine adalet arıyoruz Soma davasında ve her yerde…
*Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi ve Soma Davası avukatlarından