Halep ve Musul Ortadoğu’nun geleceğini belirleyecek bir çatışmaya sahne oluyor. Halep’te Rusya Suriye ordusunun desteği ile, Musul’da ise ABD Irak ordusunun desteği ile iki kenti IŞİD’den ve diğer muhaliflerden arındırmaya çalışıyor.
Esad’ın Rusya’nın hava ve İran’ın kara gücünün desteği ile Halep’i geri alması Esad rejiminin Suriye’nin önemli bir bölümünde yeniden kontrol tesis edebilmesi ve muhaliflerin gücünü önemli ölçüde yitirmesine neden olacak.
Irak ordusunun koalisyon güçlerinin (elbette bu koalisyon öncelikle ABD demek) desteği ile Musul’u IŞİD’den geri alması ise ABD’ye Irak sahasında elinden giderek kayan kontrolü yeniden ele alabilme şansı ve IŞİD’in Irak’ta toprak kontrol eden bir güç olarak varlığının son bulması anlamına gelebilecek.
Bu cephelerin ABD ve Rusya tarafından kazanılması, şiddeti körükleyen siyasi sorunlar çözülmediği sürece her iki ülkede de savaşın sona ermesi anlamına gelmeyecek. Ama yine de gerek Musul gerek Halep (mevcut denge içinde) hem Suriye’nin, hem Irak’ın ve hatta bütün bölgenin kaderini değiştirebilecek cepheler. Bu “kader anı” şu an yanı başımızda devam ediyor. Birinde Rusya, diğerinde ABD’nin öncülüğü ile...
ULUSAL ÇIKAR VE KAMUOYU
Bu iki cephe aynı anda devam ediyor ama radikal olarak farklı yöntemlerle. Bu yöntemlerin neler olduğuna bakmak ABD ve Rusya’nın güç dengesinin olası yeniden dağılımında sahip oldukları sınırlılıklara dair pek çok şey söylüyor. Bu yöntemlere bakmak Rusya’dan daha büyük bir askeri/ekonomik güce sahip olan Batı bloğunun nasıl olup da Suriye’de bu kadar etkisiz kaldığını anlayabilmenin de bir anahtarı.
Batı bloğunun neredeyse tamamı savaşmak istemeyen, başkalarının savaşı olarak düşündükleri çatışmalara müdahil olmak istemeyen bir kamuoyuna sahip. Bu kamuoyu için en büyük sorun uzak diyarlarda birilerinin ölmesi değil. Uzak diyarlarda kendi vatandaşları olan askerlerin ölmesi. Dolayısıyla seçim kazanmak isteyen hükümetlerin hiçbir biçimde ülkelerine kendi askerlerinin cenazelerini göndermemesi gerekiyor. En son Irak işgali ile ABD’nin yaşadığı hezimet de bu algıyı güçlendirmiş durumda.
Tam da bu nedenle Batı’nın/ABD’nin Ortadoğu’da eli kolu kendi kamuoyunun yarattığı “ölüm kısıtlaması” ile bağlı, Rusya’nın ise değil. Rusya’da ulusal kamuoyunun haber alma hakkı olmadığı gibi, muhalefet etme hakkı da yok. Rusya’nın maceracı dış politikalarına yöneltilebilecek güçlü itirazlar daha ortaya çıkmadan bastırılıyor. Bu itirazların sahipleri tutuklanıyor, yargılanıyor. Dolayısıyla tam da ülkenin içindeki denetim/demokrasi eksikliği, sadece ulusal siyasal süreçleri bozmakla kalmıyor, aynı zamanda devleti dünyanın pek çok yerine çatışma/ölüm ithal edebilen bir makineye çevirebiliyor.
Batı/ABD ise dış politikalarını güçlü bir kamuoyu baskısı altında üretiyor. Siyasal elitlerinin tanımladığı ulusal çıkarlar, iç kısıtlamalar nedeniyle sınır dışına kolaylıkla ithal edilemiyor. Batı kamuoyunun başkalarının savaşlarında yer almama arzusu ve bu arzunun gerçek bir baskı gücü olması nedeniyle devletler bölgesel çatışmalara müdahale edebilmek için her zaman kendileri adına vekaleten savaşabilecek yerel ittifaklara muhtaç.
Sahada savaşacak yerel güçlere olan ihtiyaç ise ABD’nin (siyasal elitlerin tanımladıkları) bölgesel çıkarlar ile birebir örtüşen bir politikayı uygulayabilmesini/ sürdürebilmesini güçleştiriyor. Ve hatta birbiri ile çelişen politikaları aynı anda uygulamasını gerektiriyor. Tam da bu çelişki ABD’yi bölgesel aktörler için güvenilmez bir müttefik haline getiriyor.
ULUSLARARASI NORMLAR
Rusya’da ulusal kamuoyunun baskısının yokluğuna bir başka faktörü daha eklemek gerekiyor: Rusya’nın egemenlik ve iç işlere karışmama prensipleri dışında bütün uluslararası normlara yönelik eleştirel tutumu.
Hiç kuşkusuz Rusya başka ülkelerde kitlesel sivil ölümlere neden olan tek ülke değil. Batılı ülkeler pek çok (son yıllarda özellikle insansız hava araçlarının neden olduğu) kitlesel sivil ölümlerinden sorumlu. Ama bu ölümler her seferinde “kaza/yanlış/yan tesir” olarak kodlanmakta. Batı/ABD en fazla şiddet kullandığı dönemlerde bile kendini özellikle sivil ölümler konusunda hep normatif bir tutum almak zorunda hissediyor;. ulusal çıkarını bu normatif hat üzerinden sınırlamak zorunda kalıyor. Üstelik hava saldırıları nedeniyle yoğun sivil ölümleri, özellikle işgalci ve emperyalist bir güç olarak görünen ABD için arzu edilir bir durum değil. Bütün bu nedenlerle ABD askeri doktrini “seçici ve hedef gözeten şiddet” üzerine kurulu.
Bir diğer deyişle Halep’te Rusya’nın yaptığı gibi pek çok sivilin yaşadığı koca bir kenti, günlerce havadan bombalamak ve binlerce sivilin ölümüne neden olmak Batı’nın kendi için inşa ettiği “küresel imgeye” uygun değil. Tam da bu nedenle Musul’da olduğu gibi muhtemelen yıllar sürecek ve son derece yavaş ilerleyecek operasyonlara hazırlıyor kendini.
Oysa Rusya’nın böyle bir zorunluluğu yok. Egemenlik hakkı dışında hiçbir uluslararası norma tâbi olmadığını tekrar tekrar söylüyor. Halep operasyonunda da Rusya’yı Esad’ın davet ettiğini ve bir yabancı güç olarak Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygılı olunduğu sürece uluslararası normları ihlal etmediğini tekrar tekrar vurguluyor. Üstelik askeri doktrini de ABD gibi uzun dönemde yönetebilmek için “kalpleri kazanmaya yönelik” seçici şiddete değil, kısa zamanda elde edilen askeri zaferi öne çıkaran topyekûn imhaya dayalı. Çeçenistan gibi örnekler üzerinden askeri olarak etkin stratejinin anlaşmak değil, yok etmek üzerine kurulu olduğuna dair bir hafızaya sahip.
İKİ CEPHE
ABD ve Rusya “yeni bir dünya savaşının eşiğinde miyiz?” sorusu eşliğinde Suriye ve Irak’ta eşzamanlı olarak savaşıyorlar; ama birbirinden radikal olarak farklı askeri taktikler, operasyonel zihniyetler ve kısıtlılıklarla.
Rusya uluslararası ilişkilere çıplak gücün tekrar hâkim olduğu bu dönemde ABD’ye karşı askeri ve ekonomik bir üstünlüğe sahip değil, ama tam da kamuoyu baskısı olmadan savaştığı için otoriteryan bir avantaja sahip. Bu avantaj onun gerek kendi ülkesindeki gerek başka diyarlardaki sivil muhalifleri rahatça katledebilmesiyle doğrudan alâkalı...
Bu kapasite anlamında zayıf ama niyet itibariyle son derece güçlü, vicdanı zayıf Rus ölüm(savaş) makinesi; kapasite bakımından güçlü ama eli tetiğe uzandığında birçok kısıtlamayla karşılaşan Amerikan ölüm(savaş) makinesini yenebilir mi? Rusya askeri zaferler kazanmaya devam ederse bütün dünyayı kendi suretine çevirebilir mi?
Bu iki cephenin nasıl kazanılacağı, kısa dönemde Irak ve Suriye’nin kaderini, uzun dönemde ise ulusal siyasal sistemlerin “savaşla” olan ilişkisini belirleyecek.