Türkiye, geçen yıl dış politikada 'hesap dışı tutulamayacak aktör' olacağı çıkışlar yaptığını iddia etmişti. “Göbeğimizi kendimiz keseriz” diye başlanan Suriye harekatı, Doğu Akdeniz’de 'diklenerek dik durma' girişimleri ve son olarak Libya’ya asker gönderme tezkeresi. Bu çıkışların iç politikaya bağlı olduğunu söyleyenler de oldu, değişen dengeler içinde elverişli pozisyon arayışına bağlayanlar da. Fakat bu hamlelerin hemen hepsinde, ne iddia edildiği kadar 'yüksek cüret' ne vaat edildiği kadar somut çıkar görülemedi. Hatta olaylar o kadar hızlı gelişti ki, iktidarın bir tezinin propaganda planlaması tam yapılamadan, epey ayrışan başka bir tezin savunulması ihtiyacı doğdu. “Sonuna kadar gideriz” (sonu neresi ise) diye başlanan Suriye hamlesi, bir hafta bile sürmeden, üstelik hem ABD hem de Rusya tarafından çizilen mutabakatlarla final yaptı. “Meşru hükümetle isyancılar arasında arabuluculuk mu olur?” denilerek yola çıkılan Libya’da, bir hafta içinde Rusya ile birlikte isyancılarla masaya oturuldu ama 'isyancılar' kalktı gitti. Bütün bu bel kıracak manevralara, hamasetin seçmeni iknada zorlanmasına rağmen, yüksek özgüven havasından tasarruf olmadığı anlaşılıyor. Erdoğan, partisinin grup toplantısında, “Yaparız dediğimizi yapacağımızı herkes kabul edecek” dedi.
Ekonomi cephesine geçiyoruz: Bir süredir ortalıkta görünmemesinin daha doğru olacağına karar verilen Ekonomi Bakanı Berat Albayrak, kredilerde 'risk primi' düştü açıklamasıyla sahne aldı. “Düştü” dediği, son yirmi ayın alt seviyesi. Ayrıca bütün ülkeler bazında bir gerileme var ve Türkiye’nin sıralamadaki yeri filan da değişmiş değil. Ama olsun, böyle söyledi diye başı ağrımaz. Zaten birkaç gün önce Erdoğan kapıyı daha da yüksekten açmıştı: “Kıskanılıyoruz, ekonomimiz bir sıçramanın eşiğinde.” Sıradan insanın sokakta hissetmediği ve daha bir süre daha hissetmeyeceği bazı rakamlar, düzelme olarak servis ediliyor. İyileşme denilenlerin hiçbiri, hayatın daha kolay olduğu, daha müreffeh zamanların geldiği anlamında değil, 'berbat durumun biraz hafifleme ihtimalinin belirdiği' manasında. Ekonomi profesyonelleri için işe yarayacak olanları da vardır kuşkusuz ama verilerin çizdiği tabloyu 'sıçramanın eşiği' olarak görmek için iyimserlikten daha fazlası lazım. Tıpkı, yüzde 27 seviyesine çıkmış genç işsiz oranına rağmen, 'gençler evlenmiyor' siteminde olduğu gibi. Yani dış politikada olduğu gibi ekonomide de, böbürlenme israfına devam. Yapılan hamleler saçma, alınan sonuçlar yetersiz olsa da “hava” devam ediyor ama giderek bu başarı iddiaları sevimsiz bir şakaya dönüşüyor.
Daha bir hafta olmadı, Erdoğan Çalışan Gazeteciler Günü vesilesiyle, bağımsız medyanın önemini ve kendilerinin buna yaptığı katkıyı anlatmıştı. Yerel yönetimler veya kentlerle ilgili toplantılarda, beton ve dikey şehirleşmenin ne kadar fena olduğunu anlattığını da gördük. Tarihi ve yeşili tahrip etmenin, ne kadar büyük ihanet olduğundan bahsettiğine de şahit olduk. Tarihi eser ve ormanın 'yapılabilecek' şeyler olduğunu düşündüğü için, refüjlere dikilen ağaç sayısını orman artışına kanıt gösterdiğini, “Taksim’e tarihi eser yapacağız” dediğini de hatırlıyoruz. Yargı organlarının kuruluş günü toplantılarında -veya yerli yersiz- iktidarın hukuk konusundaki atılımlarından bahsedildiği de oluyor. Üstelik bu konuda iktidar sözcüleri de yalnız değil: Bu ülkenin Barolar Birliği Başkanı, yargı reformunun “Batı'ya tokat anlamına gelecek bir devrim” olacağını söylemişti. Değil devrim, basit biçimsel bir düzeltmenin –Wikipedia’nın açılması- bile yapılamadığı, Anayasa Mahkemesi veya AİHM kararlarına kafa tutan, uygulamayan mahkemelerin arttığı günlerden geçiyoruz. Her şeyi olağanüstü hızlandıracak, yönetimin verimliliğini uçuracak başkanlık sistemi de yuvarlana yuvarlana gidiyor. Çıkan her iki kararname için bir de düzeltme kararnamesi hazırlanıyor. Her düzeyde bir kilitlenmeden bahsediliyor ama yine de her şey “mükemmel”.
Uzunca bir süredir dış politikadan ekonomiye kadar hemen her alanda kendisini sadece hissettirmeyen, apaçık teşhir eden, kişiselleşmiş iktidar tablosuyla karşı karşıya olduğumuz söyleniyor. Hatta bunun doğrudan Erdoğan ismiyle kavramsallaştırılması denemeleri de mevcut. Lider merkezli, lidere odaklı yönetimlerde -eğer bu rekabetçi bir meşruiyete dayanıyorsa- iktidarın siyasi aygıtı ve siyasi destek önemli. İktidarı ayakta tutmakla görevli siyasi mekanizmanın önündeki en önemli görev, kalabalıkları liderin önemine inandırmak, onun kişisel olarak sahiplendiği her iddia için onay üretmek. Onun nasıl yüksek vasıfları olduğu, nasıl becerikli bir siyasetçi olduğu, nasıl mangal yürekli olduğu ve nasıl memleketi/milleti düşündüğü, onların yararına işler yaptığı gibi temaların bıkmadan anlatılması gerek. Bu algıların zayıflaması karşısında da, bazı fedakarlıkların yapılması da gerekiyor. Bakınız: Baca filtrelerinin süresini uzatan meclis kararının altında imzası bulunan milletvekillerinin, Erdoğan vetosundan sonraki utandırıcı tutumu. Bir süredir Türkiye kamuoyu ve AKP seçmeni, Erdoğan’ın yaptıkları ve istediklerinin kendilerinin de yararına olduğu konusunda biraz şüpheci olmaya başladı. İktidarı destekleyen siyasi makinenin bu fonksiyonunda sıkıntı olduğu anlaşılıyor. “Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olduğu kesin”.
Ancak iktidarın çevresindeki 'yakın' çemberin, kalabalıkları ikna etmek dışında, lideri de 'havada tutmak' gibi ikinci ama çok önemli bir görevi daha bulunuyor. Tamam, daha partisi o kadar oy almamışken mitinglerinde bir milyon toplandığını iddia eden Erbakan’ı, her seçimde iktidara yürüdüğünü söyleyen Doğu Perinçek’i biliyoruz. Yani liderler böyle şeyler yapabiliyor ama birazcık bile inandırıcılık olmadan, hemen her alanda işler iyiymiş gibi yapmak hiç kolay değil, hatta pek mümkün de değil. Bu yüzden, birilerinin -halkı pek ikna edemeseler bile- lideri sürekli işlerin iyi gittiğine inandırması gerekiyor. O ikna edilmeli ki, verilen bilgilerin üzerine biraz da o koysun ve kimsenin fark edemediği yüksek başarılarla övünebilsin. Biraz olsun kendisi de ikna olsun ki, havası bozulmasın. Ben bir süredir o ekibi çok merak ediyorum. “Efendim bu Trump var ya size hayran, Putin sizden öğreniyor, Merkel kıskançlıktan kıvranıyor, her yeri aldık sıra Antarktika’ya geldi” diyenler kim? “Siz bakmayın söylenenlere patlama yapmamız an meselesi, millet paralarını nereye harcayacağını bilemiyor. İktisat biliminde çığır açtık” bilgisi nereden geliyor? “O kadar özgürlük vermişiz ki, vatandaş bir kısmını geri getirip kapıya bırakıyor” hikayeleri nerelerde yazılıyor? “Şeyh uçmaz mürit uçurur” sözünden yola çıkarsak, liderin kendisini üzerinde uçuyor hissettiği halıyı taşıyanlar kimler? Bunu öğrenirsek bir gün halıyı çekecek olanlar hakkında da fikrimiz olabilir.