Ders notları hazırlamakla Türkiye gündemi arasında bölünmüş bir şekilde günü geçirirken değerli gazeteci Bahadır Özgür’ün mesajıyla kendime geldim. Özgür, Halkbank avukatlarının Kasım ayında Yüksek Mahkeme’de temyiz başvurusu için teslim ettiği belgeleri, ek dilekçeleri ve dava dosyasını incelerken, Halkbank’ın başvurusu olarak dosyaya girmiş olan belgede tarafıma atıf yapıldığını iletiyordu. Söylememe gerek yok; o günün geri kalanı oldukça şen geçti.
Bu yazıda başvurudaki temel argüman ile Halkbank avukatlarının topu taca atma çabalarını ve Türkiye’nin kendisini soktuğu pozisyonu kısaca aktaracağım. Ne de olsa davalının temyiz başvurusunda, avukatlarının otorite olarak gösterdikleri arasına sızıvermişim.
HALKBANK’IN TEMEL SAVUNMASI
Halkbank’ın temyiz başvurusuna ilişkin ilk duruşması 17 Ocak’ta Federal Yüksek Mahkeme’de gerçekleşti. Bilindiği üzere ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarının delinmesi sonrasında ABD yetkililerinin bir araya getirdiği delillere, bir zamanlar Türkiye’nin cari açığını kapatmakla övünen ve AKP yetkililerinin de parmakla gösterdiği Rıza Sarraf’ın itirafçılığı eklenmiş, sonrasında Halkbank eski genel müdür yardımcısı hapis yatmıştı. ABD’de yargı sürecine Trump yönetiminin müdahale etmesiyle birlikte bir iç krize de dönüşen olay Türkiye’de gündemden giderek düşse de etkileri henüz sona ermedi.
2019 tarihli iddianame, komplo, ABD yasalarını ihlal etmek ve kara para aklamak gibi suçlamaları Halkbank’a yöneltiyor. Bu suçlamalara karşı Halkbank’ın temel argümanı bankanın ABD’de yargılanamayacağı. Bu itirazın görüşüldüğü Yüksek Mahkeme, kararını bir süre sonra açıklayacak. Başvuruda bulunan Halkbank’ın atıfta bulunduğu temel hukuk doktrini, yazında 'devletlerin dokunulmazlığı' olarak geçiyor. Değerlendirmelerde zaman zaman geçen kısaltmayı kullanacak olursak, FSIA’yı göstererek, diğer bir deyişle Yabancı Devletlerin Dokunulmazlığı Yasasını zemin alarak, Halkbank’ın avukatları Lisa Blatt ve ekibi, 'bankayı yargılamak bir egemen devleti yargılamak anlamına gelir' diyorlar.
Başvuru belgesinde yer verdikleri ve duruşma sırasında da dillendirdikleri üzere argümanları Halkbank Türkiye’dir. Devamı, bir devletin başka bir devlet tarafından ceza mahkemesinde yargılanamayacağıdır.
GOL MÜ OLUR, TAÇTA MI KALIR?
Blatt ve ekibinin ilginç benzetmelerle bezedikleri Halkbank başvuru metni devletlerin diplomatik yollarla ya da savaşla sorunlarına çözüm getirdiklerini, çoğunluk hisseleri Türkiye Varlık Fonu’na ait bir devlet bankasının devletten ayrı tutulamayacağını ve yargılamanın Türkiye’nin egemenliğine müdahale anlamına geleceğini, aynı zamanda başka devletlerin kendi mahkemelerinin ABD ve uzantısı kurumları yargılamaları için yol açacağını vurguluyor.
Görünürde tutarlı bir argüman. Üstelik davaya ilişkin haber geçen NY Times gibi gazeteler, yargıçların bir orta yol bulmak isteyebileceğini aktardılar. Çünkü Halkbank yargılanabilir kararı verirlerse ABD farklı bir şekilde sınırlarını başka bir coğrafyaya taşımış, adeta başka topraklarda da egemenlik ilan etmiş gibi olacak. Ancak onlar açısından Halkbank yargılanamaz demek de ABD devletinin kararlarını başka bir devletin herhangi bir kurumu deldiğinde, o kurumun yöneticilerinin yargılanabileceğini ancak kuruma, devlete ve esas karar alıcılara bir şey olmayacağını söylemek anlamına geliyor, üstelik yürütmenin yaptırım kararlarını doğrudan belirlemek gibi tehlikeli bir yan etkisi var.
Ancak bu tartışma örneğin uluslararası aktörlerin ellerinde tuttukları devlet borç kağıtlarının likiditesini sağlamak ve sonunda borç tahsisi amacıyla başka devletlerin mallarına el konmasının yolunun önceki on yıllarda ABD mahkemelerince açıldığını, küresel siyasal iktisadi konumu nedeniyle (örneğin New York tahvil piyasasının derinliği ve önemi nedeniyle) başka devletlerin egemenliğini sınırlandırma anlamına gelecek adımları (tahvil örneğinde piyasa aktörlerini korumak adına) ABD’nin atabildiğini görmezden gelerek yapılmamalı. Boşuna emperyalist demiyoruz.
Üstelik meselenin jeostratejik boyutu her mahkeme başkanının aklında durmaya ya da karar alırken Yüksek Mahkeme yargıçlarının önünde bulunmaya devam edecek. Halkbank davası Türkiye’de siyasal iktidarı hizaya getirme araçlarından birisi olarak henüz ömrünü doldurmadı. Bundan beş yıl kadar önce AKP’nin Halkbank’ın etrafında bir koruma duvarı oluşturabileceğini ancak Türkiye ekonomisindeki sermaye girişlerine olan duyarlılık nedeniyle iktidarın iyimserliğinin boş olduğunu, Halkbank’tan kahramanlık hikayesi çıkmayacağını yazmıştım. Amacım Türkiye’nin bağımlılığını vurgulamaktı. Kanımca Türkiye’yi yönetenler bu süre zarfında fiyakaları bozulmamış gibi davranmaya çalışsalar da bol gol yediler. Söylemin ve diklenmenin aksine ABD’ye olan askeri ve ekonomik bağımlılık nedeniyle de neredeyse kale boş topu izlemeye devam ediyorlar.
DEVLET BANKASI KAMUNUN KILINMAZSA
Bu tespitimin arkasında sadece Halkbank davasının yıllardır sopa olarak kullanılması ve halihazırda “egemenlik” iddiasının tam da bu nedenle zedelenmiş olması yatmıyor. Aynı zamanda devlet bankasının nasıl bir hüviyeti olduğuna dair yapılan açıklamalar ile banka faaliyetleri arasındaki artan açı bir sorun teşkil ediyor.
Blatt ve ekibi ve daha genel olarak Halkbank ve Türkiye tarafı, bu bankanın neden Türkiye için önemli olduğunu gösterip bir devlet bankasının birçok kamusal görev üstlenebileceğine ilişkin ABD Yüksek Mahkemesini ikna etmek istediklerinde beni ve benim gibi sosyalist akademisyenleri referans göstermişler. Halkbank başvurusunda 2013 ve 2016 yıllarında yayımlanmış ortak yazarı olduğum iki makaleye (Thomas Marois ile yazdığımız makalelerin ilki ve ikincisi için linkler burada) ve 2020 yılında Covid-19 pandemisi sırasındaki önlemleri tartıştığım erişime açık başka bir çalışmama atıfta bulunmuşlar.
Ortak çalışmalarımızda Türkiye’de devlet bankalarının kapitalist birikim açısından olduğu kadar, bir devlet altyapısı oluşturmak bakımından da önemli roller üstlendiğini, 2001 sonrasında özelleştirme kapsamına alındıklarını ve kâr amacı güderek çalıştıklarını ve fakat halen ikili (kısmen de ikircikli) bir konumda bulunduklarını açıklamıştık. Bizzat devlet mülkiyetinde olmaktan (ya da çoğunluk hisselerinin devlete ait olmasından) kaynaklı ve böyle yükümlülükleri bulunduğu için ucuz kredi temini ya da örneğin acil durumlarda geniş toplum kesimlerine destek vermek amacıyla kullanılan devlet bankaları bir kamusal hizmet vermeye devam ediyorlar. Ancak bu destek, geniş toplum kesimlerini daha fazla borçlandıran, onların alternatif bir kamu yaratmalarına köstek olmayı da içinde barındıran çelişkili bir destek şeklinde sürüyor. Kısacası, devlet bankalarının kamusallaştırılmaları şart, halihazırdaki biçimleri bazen halka ancak sıklıkla yönetici çıkarlarına ya da bazı sermaye gruplarına hizmet ettiklerini söylemeye izin veriyor.
Halkbank savunmasını kaleme alanlar, bizim çalışmalarımızı kullanırken sınıf ve sermaye birikimi tartışmalarımızı dışarıda bırakmış, Türkiye finansal tarihinde devlet bankalarının önemini açıkladığımız bölümlere ya da pandemi sırasındaki desteklerin önemini anlattığım kısımlara yer vermişler. Böylelikle devlet bankalarının faaliyetleri, devletin sosyal eli ve dolayısıyla egemenliğinin bir parçası olarak resmedilmiş.
Doğrudur, ancak bu resim mutlak değil. Devlet bankaları başka kapitalist devlet kurumları gibi halkın taleplerine kulak vermek zorundalar, ancak aynı zamanda bazı özel gruplara destek için kullanılmalarının önüne geçilmezse ya da görev tanımları net değilse kendi itibarlarının altını oyacak bir sarmal içine girmeleri işten değil.
İşte Halkbank savunmasının zayıf tarafı da esasında buradan kaynaklanıyor. Devlet bankalarına kâr amaçlı faaliyet koşulu getiren Derviş programı kucaklayıcısı AKP olduğu kadar, özelleştirme kapsamından çıkartıldıktan sonra bu bankaları maymuncuk gibi kullanarak finansal derinleşme hedefine koşan ve kamusallıklarını daha aşındıran da AKP ve sonrasında Erdoğan yönetimi.
Başka bir şekilde yazayım: bir devlet kurumu, başka kurumların, ilişkilerin ve ağların toplamı olarak egemen bir özne biçiminde tahayyül edilen devletle uyum sergileyebileceği gibi, o devletin başka kurumu ve yapılarından ayrışan özellikler de sergileyebilir. Kısaca, Halkbank’ın ne yaptığı ne olduğunu belirler. Savunmayı yazanlar Halkbank’ın kamusallığını teslim etmişler. Belki şunu da kabul ederler: bu haliyle 21. yüzyılda Halkbank’ın kamusallığı daha da aşındırıldığı ve banka bazı sermaye gruplarına destek aracı, Varlık Fonu aracılığıyla da finansal operasyon aparatına indirgenmekte olduğu için ortada 'Halkbank Türkiye’dir' demenin zemini kalmıyor. O zemini siz yok ediyorsunuz.
Elbette bu ayrıntılar ne savunma ekibinin ne de yargıçların umurunda. Geriye Halkbank’ın kamusallığını adeta ortadan kaldırmaya ant içmiş bir iktidarın, başı sıkıştığında kamu yararından, halka hizmetten dem vurması gibi bir ironi kalıyor. Geriye AKP’lilerin ve Erdoğan yönetiminin, dört bir yandan ABD gibi merkez kapitalist ülkelere bağımlılığını kendi elleriyle perçinledikleri ülkenin egemenliğini öne sürerek, 'Halkbank’ı ABD’de yargılayamazsınız' itirazını savurmaları kalıyor. Geriye, KHK ek listesine ismini yerleştirip üniversitede çalışmasını yasakladıkları akademisyeni otorite olarak göstererek savunma yapmaları kalıyor.