Sulh Ceza Mahkemelerinin hukukla ilgisi olmayan, bir nevi talimatla çalışan mahkemeler olduğunu zaten biliniyordu, yeni bir şey değil. Lakin son günlerde artık iyice zıvanadan çıktı denebilir. Öyle bariz taraflı kararlar veriyor ki, en basit usule ilişkin hukuk kurallarını dahi yok sayıyor.
Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve eşi Fatmanur Altun’un çifter maaş aldığına ilişkin haberler yapıldı. Söz konusu haber ispatlı şekilde yalanlanmadı zira ‘gerçek’ti. Son süreçte; CHP’li belediyelerdeki akraba işe alımlarına kafayı takmış olan yandaş medyanın yaptığı haberlere bakılırsa gani gani de haber değeri taşımaktaydı. Lakin gelin görün ki Fahrettin Altun’un talebi üzerine, Ankara 8. Sulh Ceza Mahkemesi bu habere ilişkin paylaşımların görev yaptığı Cumhurbaşkanlığı'nın kurumsal itibarını da zedeleyebilecek nitelikte olduğu gerekçesiyle altı ayrı hesaptan yapılan paylaşımlar için “erişimi engelleme” kararı verdi.
Bir kere hukuki olarak böyle bir karar verilemez. Söz konusu haber kişisel bir haber ve yalnızca talep edenin haklarına ilişkin gerekçeyle erişimin engellenmesi verebilirsiniz. Fahrettin Altun’un talebiyle Cumhurbaşkanlığını gerekçe göstererek karar verilemez. Bu karar, amacını aşan bir karardır. Şunun gibi: Ben hakkımda çıkan bir haberle ilgili erişimin engellenmesi talebinde bulunuyorum ve mahkeme çalıştığım şirkete zarar verdiği için haberlere ilişkin kendi kendine gerekçe yaratarak erişimin engellenmesi kararı veriyor. Bu usulen mümkün değildir. Esasen de mümkün değildir. Zira, haberler gerçek. Şöyle düşünün: Bir katil var, cinayet işlemiş, buna ilişkin haberler yapılmış. Sonra katil gidip hakkında çıkan haberlerle ilgili kişilik haklarım zedelendi diye erişimin engellenmesi talebinde bulunuyor. Oturup ağız dolusu gülmez misiniz? Ben gülerim.
Nitekim geçenlerde ben de bir erişimin engellenmesi talebinde bulundum. Yandaşlıkta sınır tanımayan, milletin dalga konusu haline gelmiş malum haber sitesinde yayınlanan bir haberle ilgili. Mensubu olduğum siyasi partiye zarar verme amacı taşıyan ağır hakaret içeren bir haberdi. Talebim reddedildi. Gerekçesi “siyasetçilerin en ağır eleştirilere katlanmak zorunda olması”. Sulh Ceza Mahkemesi'ne de bakın hele, ne demokratik bir gerekçe yazmışlar. Demek isteyince demokratik gerekçeler yazabiliyorlar. Fakat istemeleri lazım. Örneğin Süleyman Soylu, Kemal Kılıçdaroğlu’na “edepsiz, şerefsiz, alçak, düzenbaz” dediğinde de “ifade özgürlüğü” deyip takipsizlik veren savcılıklar gibi. Ancak istediklerinde…
Ama mesela Sayın Cumhurbaşkanımıza geçtim “şerefsiz, edepsiz, düzenbaz, alçak” demeyi, yalnızca “Bir Cumhurbaşkanı nasıl böyle davranır?” gibi son derece naif eleştirel bir cümle kurulduğunda dahi tutuklanan insan gördük biz bu ülkede. O zaman kimse “siyasetçilerin en ağır eleştiriye katlanma zorunluluğundan” yahut “ifade özgürlüğünden” bahsetmiyor. Sanırım Sayın Cumhurbaşkanımızı siyasetçiden saymıyorlar. Ya da istemiyor olabilirler. Biliyorsunuz, “istemeleri” lazım.
Sonra mesela geçen yine bir Sulh Ceza Mahkemesi, Bianet dahil çokça site ve hesap hakkında erişimin engellenmesi kararı verdi. Halk aşırı tepki verince, pardon Bianet’i yanlış yazmışız dediler. Gerçi tepkileri de pek ciddiye almıyorlar, bunu nasıl aldılar anlayamadık. Ciddiye almak “istemiş” olabilirler. Eminim istemişlerdir.
Bu Sulh Ceza Mahkemeleri insanlar hakkında “tutuklama” gibi hayati kararlar veriyorlar biliyorsunuz ki. Bu tutuklama kararlarının da istek üzerine verildiğini düşünsenize… Gerçi çok kerelere düşündüğünüzü biliyorum, benim ki de cümle işte…
Şu Fahrettin Altun konusundan hareketle yeri gelmişken es geçmeyelim, az evvel de belirttiğimiz üzere yandaş medyanın bu ara popüler konularından biri de CHP’li belediyelerde akraba işe alımları. Yandaşlar üşenmeyip dığdığının dığdısını eşleştirip bulabildikleri tek tük akrabalıkları şişirip insanları dolduruşa getiriyor. Çoğu da yalan dolan bu haberlerin. Hasbelkader mevkiler arası bir yakınlık varsa da, araştırın bakın orada muhakkak liyakat ve emek de vardır. Aksi halde istifa haberi gelir parti zarar görmesin diye. İlkelilik vardır çünkü en azından. Gelin görün ki sanki iktidar yıllardır akraba-eş-dost işe alımlarını adeta bir politika haline getirmemiş gibi, sanki bu ülkede Hazine ve Maliye Bakanı “damat” değilmiş gibi, sanki hükümet bir “aile şirketi” kıvamına gelmemiş, kamu kurumları AKP’lilerin hısım ahbabıyla dolup taşmamış gibi davranıyor. Hatta sanki insanlara “AK Parti’ye oy verirsen seni şu işe alırız” cümlesi artık kanıksanmış bir cümle haline gelmemiş gibi.
Esas sorun hısım akrabayı bir yerlere doluşturmak değil. Bence esas sorun liyakat sahibi olmayan, hısım akrabayı bir yerlere koymak. Siz cümle kuramayan insanı sırf akraba diye gider bir yere başkan yaparsanız, imamdan bilmem nereye müdür yaparsanız, çok daha iyileri dururken sırf akraba diye bir insandan bakan yaparsanız; işte mevcut durumdaki gibi ülke bilmem kaç yıl geriye gider, kazanılan onca şey bir çırpıda çarçur olur. Bir ülkede yargı da ödüllendirilmesi gerekenleri cezalandırıp, cezalandırılması gerekenleri ödüllendirirse artık sırtı dayayacak bir yapıdan da bahsedilemeyeceği için kaos gündeme gelir, herkes Allah’a emanet…
İşte bu son noktada şükür ki hâla bir oy hakkımız olduğu geliyor insanın aklına. 23 Haziran’da deneyimlediğimiz gibi halk isteyince hiçbir engelin o selin önüne set çekemeyeceği… Bu ülke kimsenin babasının malı, ailesinin mülkü değildir. Bu topraklardan biten bu topraklarda yaşayanların tümüne aittir. Birileri açlık çekiyorken birileri çifter çifter kazanıyorsa halk elbet sesini çıkarır, zira Cumhurbaşkanlığını da halk yaratmıştır. Unutulmasın ki halkın sesini kesmek isteyenlerin karşısında daima halk vardır.