Türkiye, 12 Mart 1971 Muhtırası'yla birlikte bir darbe sürecine
giriyordu. Bu süreçte Demirel hükümeti istifa
etmiş, yerine partiler üstü bir hükümet kurulmuştu. Bu dönemde
“sol” bastırılmış, aydınlar tutuklanmış, Deniz Gezmiş,
Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan gibi devrimci
gençlik hareketinin liderleri idam edilmiş, Mahir
Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de güvenlik güçlerince
katledilmişti.
Anayasada değişiklik yapılarak memurlara sendika hakkı
yasaklanmış, ülkenin tek sosyalist partisi olan Türkiye İşçi
Partisi (TİP) kapatılmış, birçok grev ertelenmiş, bazı gazetelerin
yayınları durdurulmuş, TRT’nin özerkliği kaldırılmış, Devlet
Güvenlik Mahkemeleri (DGM) kurulmuştu.
12 Mart askeri cuntası, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde,
Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’in
cumhurbaşkanı olmasını istiyordu. Faruk Gürler, 5 Mart 1973’te
cumhurbaşkanı adayı olmak üzere görevinden ayrılmış, mevcut
cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kontenjan
senatörlüğüne atanmıştı. Bu arada ordu, bir sıkıyönetim
bildirisiyle 13 Mart 1973’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini
etkileyecek her türlü yayını yasakladı.
AP ve CHP ise, Gürler’in cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı
çıkıyordu. Faruk Gürler, parlamentodaki oylamalarda gereken oyu
alamayınca adaylıktan çekildi. 6 Nisan 1973’te AP ve CHP’nin ortak
adayı olan kontenjan senatörü emekli amiral Fahri
Korutürk, cumhurbaşkanı seçildi.
12 MART’TAN ÇIKIŞ
Ülke, bu koşullarda yeni parlamento seçimlerine hazırlanıyordu.
Toplum, 12 Mart sürecinden çıkmak için Ekim 1973 seçimlerini önemli
bir fırsat sayıyordu. Kurultayda İsmet İnönü’yü
yenilgiye uğratan CHP’nin yeni genel başkanı Bülent
Ecevit, “düzen değişikliği” vaadiyle kitlelerin desteğini
alıyordu.
Gerek CHP’liler, gerekse devrimci gençler dağlara taşlara
“Karaoğlan” adını yazarak 12 Mart sürecinden
çıkılmasına katkı yaptılar. 1969 seçimlerinde yüzde 27,4 oranında
oy alan CHP, 1973 seçimlerinde ise yüzde 33,3 oy oranına
ulaştı.
CHP, bu seçimlerde 185 milletvekili ile birinci parti olmuştu.
Demirel’in AP’si ise, 149 milletvekili ve yüzde 29,8 oranıyla
ikinci sıraya yerleşmişti. 1973 seçimleri, 12 Mart askeri rejiminin
kesin olarak son bulmasını sağlamıştı. Halk, oylarıyla hem askeri
yönetimine son vermiş, hem de “düzen değişikliği” vaat eden bir
partiyi birinci yapmıştı.
12 EYLÜL CUNTASINA SÜRPRİZ
12 Eylül 1980 darbesiyle parlamento ve tüm siyasi partiler
kapatılmış, her türlü sendikal faaliyet askıya alınmış, 1982
Anayasası ile demokratik hak ve özgürlükler ve sosyal haklar
kısıtlanmış, ülke bir askeri diktatörlükle yönetilir hale
gelmişti.
12 Eylül cunta yönetimi, 1983 seçimleri için askeri yönetimle
uyumlu olan bir partinin iktidara gelmesini istiyordu. Bu amaçla
emekli orgeneral Turgut Sunalp’in önderliğinde
Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) kurulmuştu.
Erdal İnönü’nün lideri olduğu Sosyal Demokrasi
Partisi (SODEP) ile kapatılan Adalet Partisi’nin (AP) çizgisinde
kurulan Yıldırım Avcı başkanlığındaki Doğru Yol
Partisi (DYP) de cunta yönetimince seçimlere sokulmadı.
1983 seçimlerine askeri yönetimce desteklenen MDP ile
Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi (ANAP) ve
Necdet Calp’in kurduğu Halkçı Parti’nin (HP)
katılmasına izin verilmişti.
Seçimlerde MDP’nin birinci parti olması beklenirken halk bir
sürpriz yapmıştı. 1983 seçimleri sonucunda MDP, üçüncü, yani
sonuncu sırada yer aldı. ANAP, yüzde 45 oyla birinci parti olurken,
HP yüzde 31 oyla ikinci parti, MDP ise yüzde 23 oyla üçüncü parti
konumuna geldi.
2002 SEÇİMİ, İKTİDARI VURDU
1999 seçimleri sonrasında Ecevit’in DSP’si (Demokratik Sol
Parti) yüzde 22,2 oranıyla birinci parti olmuştu. Milliyetçi
Hareket Partisi (MHP) yüzde 18, ANAP ise yüzde 13,2 oy almıştı.
Bu üç parti Ecevit’in başkanlığında bir koalisyon hükümeti
kurdu. 1999 Marmara depremi, emeklilik yaşını yükselten kanunun
toplumda yarattığı memnuniyetsizlik ve 2001 ekonomik krizi, 2002
seçimlerinde iktidarın sonunu getirdi.
Halk, bu üçlü koalisyon hükümetinin hatalarını, yanlış
yönetimini affetmedi. Kuşkusuz, hem 2002 seçimlerinde, hem de 12
Mart ve 12 Eylül darbe dönemlerinin sonrasında yapılan seçimlerde,
birçok sosyolojik ve dışsal faktörler rol oynadı. Ancak burada
sadece seçim sonuçları ve halkın tepkisi açısından bir
değerlendirme yapmaya çalışıyoruz.
2002 seçimleri sonucunda, iktidardaki koalisyon hükümetinin üç
partisi de, yüzde 10’luk seçim barajının altında kaldı. 1999’da
yüzde 22,2 oy alan DSP, 2002 seçimlerinde büyük bir düşüş yaşayarak
yüzde 1,2 oranına geriledi.
MHP, 2002 seçimlerinde yüzde 8,6, ANAP da yüzde 5,2 oranında oy
aldı ve böylelikle üç parti de parlamentoya giremedi. Yüzde 34,3 oy
oranıyla Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) birinci parti olarak
parlamentoda tek başına iktidar oldu.
CHP de, yüzde 19,4 oyla ana muhalefet partisi konumuna geldi.
Yüzde 10 seçim barajı nedeniyle başka hiçbir parti mecliste temsil
edilmedi.
HALK ŞİMDİ NE YAPACAK?
AKP’nin 21 yıllık iktidarı sonucunda, ciddi bir ekonomik kriz,
yoksullaşma, vahim bir gelir adaletsizliği, yoğun bir işsizlik söz
konusu. Bir de bunların üstüne deprem geldi, iktidar bu depremde de
beceriksizliğini ortaya koydu.
Tüm bu koşullara rağmen, anketlerde AKP’nin oy potansiyelinin
yüzde 30’lar civarında olduğu belirtiliyor. Cumhur ittifakının
diğer ortakları (MHP ve BBP) ile birlikte ittifakın toplam oy
oranının yüzde 40’lar dolayında olduğu öne sürülüyor.
Muhalefetteki Millet İttifakı’nın ise, CHP lideri Kemal
Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı ilan edilmesiyle
birlikte bir çıkış yakaladığı, İyi Parti ve diğer ortaklarıyla
birlikte oy oranının yüzde 45 dolayında bulunduğu ifade
ediliyor.
Üçüncü bir ittifak olan Emek ve Özgürlük İttifakı ise, ittifakın
ana gövdesini teşkil eden HDP ya da partinin kapatılma riskine
karşı Yeşil Sol Parti olarak seçimlere girmesi halinde diğer
sosyalist partilerle birlikte yüzde 15’lik bir oy potansiyeline
sahip gözüküyor.
Bu ittifakın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nu
desteklemesi halinde Millet İttifakı adayının yüzde 60’a, yüzde 40
gibi bir oranla seçimleri kazanması mümkün olabilir. Ancak bu
durum, normal bir senaryo olarak ortaya konmaktadır.
Seçim güvenliği, kaotik bir durumun meydana gelmesi, muhalefetin
yeterince kendini topluma anlatamaması ve güçlü bir alternatif
olarak halk nezdinde itibar kazanmaması gibi durumlarda seçim
sonuçlarının değişebilme ihtimali de mümkün olabilir.
Yine de toplumda bir değişim arzusu, 21 yıllık bu iktidara
“artık yeter” deme tavrının da güçlü olduğu varsayılabilir.
Muhalefet, bu potansiyeli iyi değerlendirdiği takdirde seçim
güvenliğini alarak ve kazanma azmiyle, halkı ikna edecek alternatif
programıyla AKP’yi iktidardan uzaklaştırabilir. Halkın geçmiş
tecrübelerini de dikkate alarak haydi hayırlısı diyelim…