Muhalefet unsurlarının seçim sonuçlarına gösterdiği tepkiler arasında seçmen tercihinin yoksula öfkeye dönüştüğü, kısmen anlaşılır ama bir noktadan sonra anlaşılmaz olan bir tür var. Bunu ciddiye almamız, üzerinde durup düşünmemiz gerekiyor. Çünkü söz konusu tepkinin bu coğrafyada yakın ve uzak örneklere sahip köklü bir geçmişi var. Bu geçmişin son seçim sonuçlarının oluşmasında kinetik ve ileride muhtemel başka sonuçların üretilmesinde de potansiyel etkisi olduğunu görmek gerekiyor.
İki gün önce burada Hakkı Özdal da alıntıladı... AK Partili seçmenler, sosyal medyada muhalifleri “Nasıl koyduk!” diyerek kızdırıyor, bir avukat da buna cevap veriyordu:
“Nasıl koyduk diyen adam adliyede taşeronda temizlik işçisi. Sigortası yok. Karısı hamile. Maaşı 1000 TL. Koyulan adam, yani ben, avukatım. Gelirim ayda 30.000 TL’nin üzerinde. Ve o işçi sigortalı işi olsun 2.200 TL maaş alsın, çocuğu üşümesin diye sabaha kadar sandık başında bekledim.”
CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal da kişisel Twitter hesabından yaptığı, seçimlerinde AK Parti’ye oy verenleri eleştiren açıklamalarında şöyle demişti:
"Bugün fındık fiyatlarına ağlayan Giresun ve Ordu %65 oy veriyorsa, turizmin bitmesinden yakınan Antalya %43 oy veriyorsa, Suriyelilerden illallah eden Urfa, Antep, Kilis %51 oy veriyorsa, şeker fabrikaları satıldığı için sitem eden Çorum, Yozgat ve Kırşehir açık ara birinci çıkartıyorsa, millete müstahaktır. Bırakın sevinsinler. Yapılan yol ve köprüleri kemirerek, buzdolabı yalayarak beslenir, dünya liderleriyle övünürler. Asıl sürünenler halinden memnun. Tezek yakan %18 vergi ödüyor, AKP’ye oy veriyor. Yatına akaryakıt alan kişi akaryakıt vergisi vermiyor. Tezek yakmaya devam…"
Recep Tayyip Erdoğan veya AK Parti’nin galibiyetiyle sonuçlanan hemen her seçim sonrasında birçoğumuz, öfke ve sitemle karışık, bu ve benzer düşüncelere kendimizi kaptırıyoruz. Dolayısıyla, fazlaca örneği olan bu sitem, bu öfke, toplum içinde maalesef hayli yaygın bir düşünceyi, bir bakış açısını ifade ediyor: Eğitimli, müreffeh bireyin, cahil ve yoksul yığınlar sebebiyle mağduriyeti! Ama dediğimiz gibi, yeni bir düşünce, yeni bir bakış açısı değil bu.
Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır… 2001’de yaşanan büyük ekonomik krizin ardından, eğitimli orta sınıfın, önce Serdar Turgut tarafından dile getirilen, sonrasında epeyce destek bulan bir “teknokratlar gelsin” önerisi olmuştu. Serdar Turgut’un önerisine göre, halk doğru kişileri seçemediği için seçimler kaldırılmalı, atanmış bir “teknokratlar hükümeti” kurulmalıydı. Kendisini de bir üyesi olarak gördüğü "orta sınıf”ın mağduriyetinden söz ediyor ve onlar adına konuşuyordu Serdar Bey.
Onlar bu zamana kadar çalmadan çırpmadan çalışmış, çabalamış, belli bir hayat standardını yakalamışlardı. Belki ufak bir birikimleri de vardı. Ama son büyük kriz bütün bu birikim ve standardı tehlikeye atmış, sahiplerini yıkımın eşiğine getirmişti. Ama orta sınıfın ağırbaşlı üyeleri yoksullar gibi “bağırıp çağırmazlar”dı; “devletin arazisini gasp edip sonra yıkım ekipleri gelince yerlerde debelenen arsızlar gibi davranmazlar”dı. “İşsiz güçsüz, mesleksiz insanlar gibi saatlerce miting alanlarında hak edilmeyen hakları talep etmek için dolaşacak vakitleri de” yoktu. (Hürriyet, 16. 07. 2001 Pazartesi) Serdar Turgut, orta sınıfı “bilgili, birikimli” ve “tam anlamıyla Batılı” insanlar olarak tanımladı sonra. (Hürriyet, 17. 07. 2001 Salı) “Bilgili, birikimli” ve “tam anlamıyla Batılı” olanlar, “işsiz güçsüz, mesleksiz”ler ve “yerlerde debelenen arsızlar” karşısında açık biçimde iktidarın kendi çıkarlarına devrini istiyordu.
Aynı günlerde Mine G. Kırıkkanat, Serdar Turgut’a hak veren yazılarından birinde, “bu ülkenin iyi yetişmiş, eğitimli insanları”nın, “vasıfsız, bağnaz ve cahil yığınlar” yüzünden yıkıma süründüklerinden söz etti. Bu vasıfsız cahil yığınlar, Mine Hanım’a göre, “devlet arazisini gasp edip kanalizasyonlarıyla içme suyumuzun içine edenler”di, “kaçak elektrik kabloları kesilince yerlerde arsızca debelenenler”di... Bu cahil yığının “ne pisliğini temizlemek, ne seyredeceği televole programının elektriğini ödemek, ne de ‘devlet baksın’ diye yapıp yapıp sokağa bıraktıkları çocukları beslemek” iyi yetişmiş, bilgili ve meslek sahibi orta sınıfın göreviydi. Bundan sonra ne halleri varsa görsünlerdi. (Radikal, 18.07.2001 Çarşamba) Siyasi ehliyete sahip olacak düzeyde değillerken “bir de oy hakkı verilmiş” idi bunlara! “Kırodemokrasi” diyordu buna Mine Hanım: “Avam avamı seçti, seçilen avamlığını yaptı ve işte bugünlere geldik” diye izah ediyordu. (Radikal, 16.07.2001 Pazartesi)
AK Parti seçmenine duyulan bugünkü öfke, dünkünden farklı değil. Bu konuda halledilmemiş bir geçmiş var. O yüzden bugün yine, “Türkiye toplumunun seçme kabiliyeti yok!” diyoruz.
Yanlış mı? Değil. Ama doğrunun da tamamı değil.
Kötü bir dünyada yaşıyor ve kötü bir dünya üzerine düşünüyoruz. Kötü dünyanın bilimi iki şeyi göz önünde bulundurmalıdır; reel olanı ve hakikati.
Reel olan: Bu dünya kötü!
Hakikat: Halihazırdaki kötünün içinde bir yerlerde, henüz gerçekleşmemiş olan bir mümkün iyi var.
Kötü dünyanın iyileşebilmesinin tek yolu onu iyileştirme arzusudur; bu arzu ise "dünya neden böyle kötü" deyip, bunun sebeplerini anlayıp o sebepler üzerinde değiştirici, dönüştürücü faaliyete girişmekten başka bir şey değildir.
Bu durumda reel olan şudur: Türkiye toplumunun seçme kabiliyeti yok.
Hakikat ise: Türkiye toplumu kendi çıkarına olanı seçebilme kabiliyetine mutlak biçimde erişemez değildir.
O halde üzerinde çalışılması gereken soru şu: Neden seçme kabiliyeti yok ve bu nasıl değişebilir? Ve bu uzun erimli bir çalışmadır; insanın yeryüzündeki macerası, diyelim ki on bin yıl mı, gerekirse on bin yıl ilerisini göze alan bir çalışmadır. Aynı yazıda Hakkı Özdal’ın hatırlattığı, “Marx’ın sabırlı köstebeği” bu ilkeyle çalışır.
Tabii burada önemli olan, bu değişimi kabiliyetsizler için değil, kendimiz için istememizdir. Toplumun geniş kesimleri lehine, onlar için tanzim edilmiş bir dünya arzusu özbeöz bize ait, bizim malımız olmalıdır. Aksi halde, kısa vadede işte şu “müstahaktır” noktasına gelmek kaçınılmaz oluyor. Halk için fedakârlıkta bulunduğunu düşünen biri kolayca halk düşmanı da olabilir. Murat Belge bir yerde söylemişti, “halkçı denilen kişi, halka karşı günah işleme meselesi yüzünden tavır değiştirmiş seçkindir” diye. Bir kere değiştirdiyse bir kez daha değiştirebilir. Bu sitem ve bu öfkeyle bir bakmışsınız “Bu halk zorla adam edilmeli!” deyivermiş.
Biraz Ernst Bloch’tan uyarlayarak söyleyeceğim: Dünyayı değiştirmeye ait etkinliğin, halihazırda olanın içine dalmaksızın sahiden müdahaleci ve kalıcı biçimde altüst edici olabileceği düşünülmemeli; çünkü değiştirme etkinliği halihazırda olandan yalıtılırsa, bu etkinlik dünyayı değiştirmenin değil salt darbeciliğin, çalışmanın değil zorbalığın bir etkeni olur. O yüzden, bugün AK Parti’nin yoksul seçmenlerine kızanlara, Türkiye’de kapitalist modernleşmenin yarattığı sorunlar hakkında, azgelişmişliğin sosyolojisi, siyasal kültür, sosyal politikalar vs. hakkında ne kadar bilgi sahibi olduklarını değil belki ama, bugünlere gelene dek toplumsal muhalefete, sendikalaşmaya, parti, meslek ve sivil toplum örgütlerinde örgütlenmeye ne denli ilgi gösterip ne ölçüde destek verdiklerini sorma hakkımız vardır.
Sözcü gazetesi okuyup kahvede veya Twitter’da söylenmekle geçiştirilecek bir ödev, telafi edilecek bir ihmal değil bu. Platon’un yağmur yağdığında sokaktakilere evlerine girmelerini yanlarına inip söylemek yerine işitmemeleri pahasına penceresinden haykıran filozof örneğinde olduğu gibi, sadece öfkeli ve endişeli modernlerin okuduğu ama öfkelenilen ve endişe edilen yığınların yakınından bile geçmediği mecralarda söylenmek de çare değil. İlginçtir, mesela Turgut ve Kırıkkanat’ı celallendiren o büyük kriz sonrasında iktidara geldi AK Parti ve bugüne dek hep onların celallendiği yığınların oylarıyla iktidarda kaldı. Öyle uzaktan söylenmek yerine, orta sınıfın iyi yetişmiş Batılı evlatları kolu paçayı sıvayıp yerlerde debelenen arsızların arasında çalışmaya başlasaydı bugün böyle olur muydu, düşünmek lazım!
Halihazırda olan, halledilmemiş geçmişin yükünü taşımakta. Ama henüz gerçekleşmemiş olanın da ihtimalini barındırmakta. Etkinliğimiz bu ihtimale yönelmeli, "müstahaktır" deyip sırt çevirmeye değil. Çünkü varlıklar içinde insan için en gerekli olan, insandır. Çoğunluğu AK Parti seçmeni de olsa, insanlar arasında yaşamaktan vazgeçemeyiz.