Halüsinojenik ütopyalarda bir satir: Gulliver’in Gezileri
Jonathan Swift’in 'Gulliver’in Gezileri' kitabı İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap, Lemuel Gulliver’in dört farklı ülkeyi kapsayan on altı yıl ve yedi aylık serüvenlerini ele alıyor.
Büşra Uyar
Çoğunlukla şahit olduğumuz üzere edebiyat, maceraya çağrılan erkeklerin hikâyesini pek sever; destanlardan kutsal kitaplara dek böyledir bu. Karakter arketipiyle maceraya atılanların en önemli vazifesi, bu yolculuğun sonunda değişmektir.
Oysa, 1719 yılında yayımlanan 'Robinson Crusoe' ile beraber yolculuk, bir anda tuhaf bir lanet haline gelmişti. Refahı gayet yerinde Avrupalı beyaz erkeğimiz dünyayı keşfetmek konusunda bastırılamaz bir arzu duyuyor; bu arzusu ıssız bir adada, yirmi sekiz yıllık kaskatı bir yalnızlıkta karşılık buluyordu.
Her ne kadar 'Robinson Crouse' “ciddi” bir eserse de, Jonathan Swift’in 1726 yılında tamamladığı 'Gulliver’in Gezileri' de bir bakıma en az o kadar ciddiydi! Eh, bu iki İngiliz klasiğinin en büyük ortak noktası da onları birbirine bağlıyordu tabii: Avrupa’nın geri kalanını “yeni kültürler” olarak tanımlayabilecek kadar açık kafaya sahip iki beyaz Avrupalı erkeğin hikâyesi. Oysa Gulliver’in yaptığı geziler Robinson’ın ilmek ilmek işlediği liberalizme, ada sınırlarındaki yalnızlığında bile kök salan emperyal genişleme ciddiyetine kıyasla; halüsinojenik ütopyalar geçidi gibiydi. Şöyle de diyebiliriz: Robinson Crouse lanetliydi -kesindi bu!- ama Lemuel Gulliver’in macerasında da bir bit yeniği vardı!
İletişim Yayınları’nın “Çocuk Klasikleri” dizisi kapsamında dilimize tekrar kazandırılan klasikler şüphesiz ki bir yandan çocuklar için, ama bir yandan da sadece onlar için olmanın çok ötesinde. Aslında yazarlarının, yüzyıllar ötesinden arzuladıkları kavuşma anı bu! Jonathan Swift de bu kavuşma merasiminde yerini alıyor; İrlandalıların ironi konusundaki muazzam yeteneklerini kendi absürt dehasıyla birleştirerek, hala bizleri hayrete düşüren ve çocuk okurları eğlendiren bir macerayı taptaze tutmayı başarabiliyor.
Dört bölümden oluşan 'Gulliver’in Gezileri', Lemuel Gulliver’in dört farklı ülkeyi kapsayan on altı yıl ve yedi aylık serüvenlerini ele alıyor. Bu yolculuk günlüğünde, Gulliver ilk başta Lilliput İmparatorluğu’nda dev, Brobdingnaglılar diyarında cüce, Laputalılar diyarında dürtülmesi gerekmeyen “normal” biri ve bilge atlar diyarı Houyhnhnm’de yahoo’larla arasındaki farkı yeterince ortaya koyamayan bir insan oluveriyor. Muazzam kontrast yaratan tüm “yeni” durumlarına rağmen misafiri olduğu ülkelerin dilini, toplumsal yapısı ve politik yapılanmasını “biçimsiz” bulabilecek Avrupalı kimliğini asla köşeye koymamak şartıyla tabii!
Swift’in muhteşem satirinin büyüsü buradan besleniyor aslında: Tuhaf bir biricik ötekilik hali. Satirin gücünün ve yıkıcılığının -çoğunlukla şeytani- gülme eyleminden geldiği; gülme eylemini ise -en basit tarifiyle- karşı tarafı gülünecek şey haline getirme gayretinden ibaret olduğu düşünülürse, Gulliver hep gülünecek durumda. Yine de, her daim saygılı. Ancak bu saygı yalnızca statü sahibi olanlar için geçerli: Çoğunlukla bir krallık, kimi zamansa devler ya da bilge atlar ülkesinde onu aciz halde bulanların bir anda ediniverdiği efendilik statüsü...
Gulliver’in gezdiği ülkeler, çocuklar için neşeli ütopyalardır. Yapısı gereği tetikleyici olaydan mahrum, sıkıcı ütopyalar düşünülürse, ilginç bir durumdur bu. Gulliver’in misafir olduğu ülkelerin hiçbirinde yalan, dolandırıcılık, şiddet, savaş yoktur. Öyle ki, bazı ülkelerde ip üstünde hünerlerinizi sergileyerek iyi bir statü elde etmek ya da biraz salatalık ve güneş ışığıyla bilimin şahikalarında süzülmek mümkündür! Ama Gulliver’in ve büyüklerin dünyası için yetersizdir bunlar. Zira Gulliver, uzun sohbetler etme fırsatı bulduğu liderlere Avrupa’nın politik yapısını, adalet sistemini ve dünyanın geri kalanını “medenileştirme” çabalarını anlatmakta zorlanır. Uygun kelimeleri veya nesneleri bulamadığı için onlar yetersizdir. Öyle ya, yalan söylemek nedir ve buna neden ihtiyaç duyulur, anlatamıyor; barut, silah gibi “medeni” icatların kullanım amaçları karşı tarafın boş bakmasına ya da kaşlarını çatmasına sebep oluyor. Onların zayıflığı değil de nedir bu!
Gulliver özelinde, en büyük özelliğinin mantık olduğu iddia eden bu yaratıklar silsilesi -o kutsal Avrupa ve bizler!-, tüm bunların sonunda, bazen “sürüngen” bazen ise yaşamanın zarafetinden bihaber yahoo’lar olarak yaftalanıyoruz tiksintiyle. Gulliver karakter arkını bu yıkımla tamamlıyor belki de; on altı yıl yedi ay sonunda bir Avrupalı, evet. Ama neye yarar ki bu?
“Gençliğimde birçok gezi kitabı okumuş ve hepsini çok beğenmiştim” diyor Gulliver eserini sonlandırırken, “Oysa şimdi dünyanın pek çok yerini gezmiş ve kendi gözlemlerime dayanarak o hayal ürünü masalların sahteliğini görmüş biri olarak, bu tür kitaplardan da, insanlığın saflığının böyle suistimal edilmesinden de tiksiniyorum.”
İletişim Yayınları’nın “Çocuk Klasikleri” dizisinde, Bilgesu Savcı’nın tam metinden incelikli çevirisiyle yer alan 'Gulliver’in Gezileri' hem muhteşem bir satir hem de sahici bir yolculuk günlüğü olarak belleklerimizde yer ediniyor. Şimdi sıra, saflığımızı suistimal etmeyen bir eserin ardından, aynada kendimize alıcı gözüyle bakmakta. Öyle ya, yahoo’lardan ne farkımız var, bilmeliyiz.