Hamza Ajan'ın hikayesini tüm dünya öğrenecek
Cevdet Acu, Bursa'da Suriyeli bir kadına yönelik tacizi engellemek için müdahale edince dört kişi tarafından katledilen Hamza Ajan'ın sesini dünyaya duyurmak istiyor. Hamza Ajan'ı anlatan bir makaleyi 20 farklı dilde yayınlamak için çalışma başlatan Cevdet Acu, “Hamza, bir kadının hakkını savunmaya çalışırken dört kişi tarafından vahşice dövülerek öldürüldü... Önemli olan Hamza’nın bu onurlu duruşunu ve onun bize bıraktığı insani mirası, dünyanın farklı dillerinde her yere duyurabilmektir" diyor.
DUVAR - Bursa’nın Gürsu ilçesinde pazarda çalışan 17 yaşındaki Suriyeli Hamza Ajan, bir grubun tacizine uğrayan Suriyeli bir kadını savunduğu için darp edilerek öldürüldü. Hamza’nın hikayesini farklı dillerde dünyaya duyurmak isteyen Cevdet Acu, şu ana kadar 12 ayrı dilde (İtalyanca, Almanca, İspanyolca, Portekizce, İsveççe, Fransızca, İbranice, Korece, Japonca, Taylandca, Malezyaca, Hintçe) yazıyı yayına hazırladı.
Cevdet Acu, Hamza Ajan'ın katledilen ilk Suriyeli mülteci olmadığına dikkat çekerek şunları söyledi: “Ancak umarım sonuncusu olur. Ve umarım bundan sonra başka bir Hamza’mızı başka bir canımızı daha kaybetmeyiz. Hamza, bu dünyada tarihsel olarak en fazla zulme ve şiddete hedef olan gruplardan birisi olan bir kadının hakkını savunmaya çalışırken dört kişi tarafından vahşice dövülerek öldürüldü. Hamza, patriarkanın gölgesine sığınarak toplumda bir kadını taciz etmeyi normalleştirmiş ve hemen hemen her gün kadınlara taciz veya şiddet uygulanan bir coğrafyada, dört kişiye insani değerleri ve insanca hareket etmeyi hatırlatmaya çalışırken hayatını kaybetti.
Hamza’nın tek derdi hiçbir şekilde ve koşulda tolere edilemeyecek kadın tacizine karşı bir insan olarak itiraz etmekti. Hamza ve onun gibi onlarcasının linç edilerek katledilmesinin tek nedeni onların Suriyeli olması değildir; bu katledilen insanların en temel ortak özelliği yaşadıkları toplumun içerisinde toplumun 'öteki'leri olmalarıdır. En nihayetinde Hamza zorla yerinden edilen milyonlarca mülteciden birisiydi. İlgili literatürde yapılan çoğu araştırmaya baktığınızda Türkiye ve Türkiye gibi mültecilerin yoğun olduğu ülkelerde, toplumun genel çoğunluğu, mültecileri toplumun bir parçası olarak görmemekte ve kötü giden her şeyin sorumlusu olarak mültecileri göstermektedir. Hamza bu nefret dolu iklimin kurbanı olan toplumun 'öteki'lerinden birisiydi.”
'HAMZA BU TOPLUMUN İÇİNDE GÜZEL VE DEĞERLİ OLAN NEYSE ONU TEMSİL EDİYOR'
Türkiye'deki medyanın mültecilere karşı tavrını eleştiren Acu, tüm bunlara rağmen Hamza'nın hikayesini dünyanın en ucra köşesine ulaştıracağını söylüyor: “Gündelik hayatın içerisinde insanların unut(a)mayacağı bazı olaylar ve süreçler vardır veya bazı insanların ölümlerini asla unut(a)mazsınız. Hamza’nın fiziksel olarak aramızdan ayrılışı da benim için asla unutmayacağım olaylardan bir tanesidir. Çünkü Hamza bu toplumun içerisinde güzel ve değerli olan neyse onu temsil ediyor; insanlara insani temel değerleri hatırlatmaya çalışıyordu. Çünkü Hamza ataerkil bir toplumda sistemin açıklarından cesaret alarak bir kadına hakaret etmeyi olağan hale getirmiş çağ dışı zihniyete karşı küçücük yaşı, ancak kocaman yüreğiyle ölümü pahasına karşı çıkıyordu. Daha hayatının baharını dahi yaşamasına izin verilmeden 17 yaşında vahşice katledildi Hamza. Ancak bundan daha acı olan nokta Türkiye’deki çoğu medya kurum ve kuruluşunun Hamza’nın ölümünü hiçbir şekilde haber olarak dahi paylaşmamış olmasıdır. Bu duyarsızlık ve bu göz ardı etme durumu yeni bir tavır değil, ne yazık ki daha önce linç edilen veya cinsel istismara maruz kalan onlarca mülteci yine Türkiye’deki çoğu kitlesel medyanın dikkatini çekecek kadar önemli bulunmadı veya onlar için haber niteliği taşımadı.
Örneğin, çok değil daha birkaç ay önce ırkçı bir saldırı sonucunda pompalı tüfeğin kullanılması sonucunda Hatay Reyhanlı’da Suriyeli 2 yaşındaki Halid Yusuf’un yaşamını yitirmesini çoğu medya haber olarak vermedi; veya onlarca Suriyeli kadın mülteciye uygulanan cinsel istismar haberlerini sadece birkaç medya kuruluşunda görebilirsiniz. Tüm bunlara ek olarak yaptığım saha çalışmalarında gözlemlediğim kadarıyla; insani olmayan koşullarda çalışmak zorunda bırakılan ve bu bağlamda sistemin yeni köleleri olarak görülen onlarca Suriyeli kadın mültecinin iş yerinde uğradığı tacizleri hiçbir zaman herhangi bir medya platformunda haber olarak dahi gör(e)meyeceğiz.
İşini kaybetme korkusuyla hiçbir yere şikâyette bulanamayan onlarca mülteci kadınla tanıştım. Tüm bu üstte sıraladığım nedenlerden ve Hamza’nın gencecik yaşında vahşice katledilmesinden dolayı Hamza ve onun gibi toplumdan dışlanan ve 'öteki'leştirilen milyonlarca insan için bir ses olup onların hikayesini Hamza özelinde dünyanın farklı dillerinde dünyanın en ücra köşelerine bile duyurmak istedim. Çevremdeki arkadaşlarımın da büyük bir fedakârlıkla yaptığı yardımla birlikte şu ana kadar Hamza’nın hikayesini 12 dile çevirdik ve şu ana kadar 6 ayrı dilde yayını yapıldı. Toplam 20 dile çevireceğiz ve zamanla tüm dillerde yayınları gerçekleştireceğimize inanıyorum.”
'HAMZA OLMAK TEK KELİMEYLE İNSAN KALABİLMEKTİR'
“Hamza’nın değerini anlayabilmek için önce Hamza’nın temsil ettiği hayatın neye tekabül ettiğini bilmek gerekir” diyen Acu şöyle devam ediyor: “Hamza, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) verilerine göre, 79,5 milyon zorla yerinden edilen insandan biriydi. Başka bir ifadeyle bugün tüm zorla yerinden edilenler bir ülke oluşturmak istese İngiltere nüfusundan daha fazla bir sayıya sahipler. Gittikleri her yerde toplumun 'öteki'si olan bu insanların sayısı her gecen gün artan şiddet, çatışma, savaş ve küresel iklim değişikliğinden dolayı artmaktadır. Hamza, 2011 Suriye krizinden dolayı İdlip'ten Türkiye’ye sadece insanca yaşayabilmek için gelen milyonlarca insanlardan bir tanesiydi. Hamza üretim süreci içerisinde bulunarak hem ailesine hem de içinde yaşadığı topluma ekonomik bir katkı sağlayan gencecik bir fidandı. Sadece hayatta kalabilmek için ülkesinden ve evinden ayrılmak zorunda bırakılan Hamza, sığınmak için geldiği bir ülkede vahşice katledilerek hayatını kaybetti. En nihayetinde benim ne hissettiğim değil, önemli olan Hamza’nın bu onurlu duruşunu ve onun bize bıraktığı insani mirası sahiplenip dünyanın farklı dillerinde her yere duyurabilmektir. Hamza olmak, tek kelimeyle insan kalabilmek demektir. Tüm bu 'öteki'leştirmelere, ırkçılığa ve mazlumlara uygulanan şiddete rağmen her birimiz için insanca bir yaşamın mümkün olduğuna ve bir gün mutlaka bunu elde edeceğimize inanıyorum.”
'GENCECİK BİR FİDANIN VAHŞİCE ÖLDÜRÜLMESİ BİR KATLİAMDIR'
Cevdet Acu, Hamza ve onun gibi yerinden edilen insanların ortak hikayesini bir zamanlar mülteci pozisyonunda olan ünlü düşünür Hannah Arendt'in 'Totalitarizmin Kaynakları' adlı eserinden bir örnekle şöyle anlattı: “'Anayurtlarından ayrıldıklarında artık yurtsuzlardı, devletlerini bıraktıklarında artık devletsizlerdi, insan haklarından yoksun bırakıldıklarında artık haksızlardı, yeryüzünün posasıydılar'. Giorgio Agamben ise mültecileri ve onların toplum içerisindeki pozisyonlarını 'çıplak hayat' (bare life), yani korunmasız yaşam alanları olarak değerlendirmektedir. Arendt ve Agamben üstte belirtilen ifadelerle hayata ikince kez tutunmaya çalışan mültecilerin toplum içerisindeki savunmasız durumuna işaret etmiştir. Mülteciler sadece Türkiye’de değil gittikleri hemen hemen her coğrafyada benzer negatif ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar; bu yüzden de kimi mülteciler aslında hiçbir zaman herhangi bir topluma entegre dahi olamadan sürekli yer değiştirmiş ve bitmeyen yolculuğunu sürdürmek zorunda bırakılmıştır. Şu ana kadar yaptığım saha çalışmaları sonucunda yüz yüze konuşma fırsatı bulduğum yüzlerce mültecinin ortak isteği eşit fırsatlara sahip olarak sadece insanca yaşayabilmektir. Hamza Ajan ve ailesi de daha iyi bir yaşam mümkün şiarıyla hareket ederek Türkiye’ye gelmişlerdi. Ölmek veya öldürmek zorunda bırakılmamak için yerinden edilen gencecik bir fidanın sığındığı bir yerde, vahşice hayatını kaybetmesi bir katliamdır.
Hamza ve onun gibi zorla yerinden edilen milyonlarca insanın neden ülkesinden ayrılmak zorunda bırakıldığını en özlü şekilde şair Warsan Shire izah etmiştir. Yurt (Home) adlı şiirinin ilk dörtlüğü sayfalarca açıklanabilecek mülteci kavramını en kısa ve en öz haliyle şöyle açıklar:
Kimse terk etmez yurdunu
yurdu bir köpekbalığının ağzı olmadıkça
kimse dönüp sınıra doğru kaçmaz
bütün şehir onlarla birlikte kaçmıyorsa”
'BİLİNMEYEN HER ŞEY KORKUTUCUDUR'
Türkiye'de ekonomik kriz derinleştikçe Suriyelilere karşı öfke de büyüyor. Bir nevi ülkenin yaşadığı krizin faturası Suriyelilere kesiliyor. Acu şöyle devam ediyor: “Ülke içerisinde yaşanan sosyo-ekonomik kriz ile mültecilere veya toplumun içerisindeki 'öteki'lere uygulanan ayrımcılık ve ırkçılık arasında bir korelasyon olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bundan daha önemli olan nokta, toplum içerisinde mültecilere yönelik ayrımcılığın iki temel nedeni olduğunu düşünüyorum. Birincisi, toplum içerisindeki kronik sistem sorunlarına ve bu bağlamda siyasal iktidara sesini çıkaramayan, buna yeterli cesareti göster(e)meyen büyük bir çoğunluk, içindeki bu öfkeyi veya nefreti hemen yanı başında bulunan toplum içerisinde savunmasız durumda olan bir gruba veya halka göstermektedir. Bu her zaman mülteci değildir; kimi durumda yine toplum içerisinde etnik veya dini anlamda azınlık durumunda olan halklara da bu ayrımcılık uygulanır. Toplumdaki büyük bir çoğunluk sistemsel sorunları düzeltmeye çalışıp herkese insanca bir yaşam alanı sunmaya çalışmak yerine, bundan daha kolay olan seçeneği kullanarak toplum içerisinde zayıf durumda olan mültecileri hedef almakta ve onları dışlamaktadır.
İkinci önemli neden ise mültecilerle olan iletişim eksikliğidir. Bilinmeyen her şey korkutucudur ve toplum içerisindeki büyük bir çoğunluk aslında mültecilerle hiçbir sohbet etmeden onlar hakkında kesin önyargılar oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle; bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma hastalığı. Bu önyargılar çoğunlukla negatiftir. Bu grupta yer alan çoğu insan ağırlıklı olarak mülteci karşıtı medya kuruluşlarının ve politikacıların etkisi altında hareket etmekte ve farklı kaynaktan herhangi bir haber sitesini dahi takip etmeden mülteci karşıtı bir tavır takınmaktadır. Tüm bu oluşan ön yargılardan dolayı mültecilerle bir iletişim gerçekleşmez. En nihayetinde Einstein’ın ifade ettiği gibi 'bir önyargıyı yıkmak atomu parçalamaktan daha zordur'.”
'DEVLET MÜLTECİLERİ SAVUNMASIZ BIRAKMAMALIDIR'
Mültecilerin içinde yaşadığı her toplumda devletin devlet olmasından kaynaklı temel sorumlulukları olduğunu belirten Acu şunları söyledi: “Hiçbir devlet mültecilere uygulanan ayrımcılığa ve ırkçılığa göz yummamalı veya mültecileri toplum içerisinde yasal olarak savunmasız durumda bırakmamalıdır. Devlet ancak insan varsa vardır, öncelik insandır ve her daim böyle olmalıdır. Mülteciler, içinde yaşamını sürdürdüğü devletlerin acıma duygusuna değil evrensel insan haklarıyla düzenlenmiş ve herkese eşit bir şekilde uygulanan yasalarına ihtiyaç duyar. Kitlesel medya kuruluşları mültecilerle ilgili bir haber yaptığında basın ve yayın etik değerlerini esas almalı ve toplum içerisinde savunmasız durumda olan mültecilerin maruz kaldığı ayrımcılığa karşı onlar için bir ses olmalıdır. Bunun yanında mültecilerle ilgili çalışma yürüten sivil toplum kuruluşları hak temelli çalışmalara daha fazla ağırlık vererek mültecilerin haklarını savunmakta öncü kurumlar olmalıdır. Son yıllarda yaşanan sosyo-ekonomik krizleri ve mültecilere karşı şiddet içeren vakaları göz önünde bulundurarak bir değerlendirme yapmak gerekirse; yaşadığımız çağın gerçek kötülüğü düşünen ve sorgulayan insan sayısının gittikçe azalıyor olmasıdır. Oysa insani hayata bağlayan ve insana insan olduğunu hatırlatan yegâne unsur düşünmek ve sorgulamaktır. Bu bağlamda René Descartes'in 'düşünüyorum, o halde varım' ilkesi üzerine tekrar tekrar düşünmekte fayda var.”
'BİR MÜLTECİYE SAMİMİYETLE 'MERHABA, NASILSINIZ?' DEYİN'
Farklı fikirlere ve farklılıklara karşı dünyaya at gözlüğüyle değil insani değerlerle bakmak gerektiğini söyleyen Acu şöyle devam etti: “Bu insani değerlerden en önemlisi her birimizin insan olarak eşit olduğu gerçekliğidir. Bir başka ifadeyle: 'her birimiz derimizin renginden, dilimizden, dinimizden, kültürümüzden, cinsel yönelimlerimizden bağımsız sırf insan olduğumuz için eşitiz, toplumda bazılarımız muhtelif nedenlerle daha eşit değildir.' Bu bağlamda mültecilere karşı negatif önyargıları olan kişilere küçük bir tavsiyem var; sadece bir gün yolda veya herhangi bir alanda karşılaştığınız bir mülteciye samimiyetle 'merhaba, nasılsın?' demeyi deneyin. Samimi olabilmek sıfır maliyetlidir; ancak insana çok şey kazandırır.
Son olarak; kapitalist paradigmanın toplumsal hayata daha fazla kanalize olmasıyla birlikte her şeyin mekanikleştiği bir zamanda güzel ve değerli olan her şeyi yani Hamza’yı ve onun bize bıraktığı mirası sahiplenmeliyiz. Sessizlerin ve mazlumların sesi olmalı ve onlar için insanca bir yaşam alanı oluşturulana kadar, fırsat bulduğumuz her platformda yüksek sesle haykırarak insani değerlerle oluşturulmuş yeni bir hayatı inşa etmeliyiz. Hamza gibi zorla yerinden edilen ünlü Suriyeli şair Nizar Qabbani’nin bir şiirinde ifade ettiği şu veciz ifadeyi tekrar tekrar düşünmeli ve çözüm üretmek için çaba sarf etmeliyiz: 'Neden sevgi dünyadaki herkes için ama herkes için yok?"
Hamza’nın hikayesini farklı dillerde dünyaya duyurabilmek için çağrıda bulunan Acu; “Bu yazıları daha fazla insana duyurabilmek için yayınlayabilecek platform (gazete veya dergi) aramaktayız. Bu konuda yardımcı olabilecekler bana mail yoluyla ulaşırsa çok sevinirim. ”