“Star Wars” serisinin, 2015’te başlayacak üçüncü saltanat dönemi
ilan edilirken, iki yılda bir vizyona girecek yeni serinin
aralarında yan hikâyelerin de olacağı söylenmişti. Serinin yedinci
filmi olarak vizyona giren “Güç Uyanıyor”dan bir yıl sonra “Rogue
One” ile tanıştık. Orijinal hikâyenin üçüncü ve dördüncü bölümleri
arasındaki boşluğu dolduruyordu ve genel anlatıdan bağımsızdı.
Belki de bunun verdiği rahatlıkla filmin yaratıcıları isyan ve
mücadele vurgusu yüksek bir hikaye inşa etmişlerdi. Başrole bir
kadın oturtarak da bunu taçlandırmayı başardılar. Film, üçlemenin
üçüncü halkasının ilk filminden daha çok beğeni kazandı.
Nihayetinde Star Wars’ın orijinal evrenindeki hiçbir hikâye, ilk
üçleme kadar beğenilmeyecek. Üstüne üstlük açıkçası aradan geçen
kırk yıldan sonra soy-sop güzellemelerinin de cazip bir tarafı yok.
Yine de “Güç Uyanıyor”, ilk serinin unutulmaz ikilisi Han Solo ve
Laia’ya saygı duruşunda bulunmayı ihmal etmiyordu.
Bugün itibarıyla dünya çapında sinemalarda gösterilmeye başlanan
“Han Solo: Bir Star Wars Hikâyesi” bazı avantaj ve dezavantajlarla
yola çıkıyor. Avantajı, Han Solo gibi serinin en başına buyruk ve
kendisine has bir hayran kitlesi yaratan karakterinin gençlik
yıllarına yolculuk vaadi. Dezavantajı ise orijinal seride bu
karakteri ete kemiğe büründüren Harrison Ford’un karizmasının
yerinin doldurulamazlığı. İlk elden söyleyelim. Bu filmde Han
Solo’yu canlandıran Alden Ehrenreich çok çabalamasına, hatta bazı
bölümlerde Harrison Ford aurasına yaklaşmasına rağmen tam olmuyor.
Olması da imkânsız zaten. Çünkü Harrison Ford’un çok az oyuncuya
nasip olan yüz mimikleriyle bir durumu, duyguyu anlatma becerisi
taklit edilebilir bir şey değil.
KÖLELER VE LÜMPEN PROLETERLER
“Han Solo”, karakterinin kişiliğine uygun olarak suçlular
dünyasının içinde geçiyor ve suça dair bir hikâye anlatıyor.
“Galaksinin en büyük kaçakçası”nın nasıl ortaya çıktığını, can
yoldaşı Chewbacca ile tanışmalarını, hiçbir koşulda vazgeçemediği
gemisi Millennium Falcon’a nasıl sahip olduğu gibi önemli
durakları; bir soygun hikâyesinin etrafında, aşk, dostluk, güven
temalarına sarıp sarmalanmış olarak izliyoruz. İnsanların köle gibi
çalıştırıldığı bir gezegende yaşayan Han Solo, sevgilisi Qi'ra ile
kaçma planları yaparken başları belaya girer. Solo sorunu çözmek
için haydutlar dünyasında kendisine yer edinmek zorunda kalır.
‘Zenginler için çalan bir grup yoksul’ ile evrenin dört bir
yanından işçilerin köle gibi çalıştırıldığı başka bir gezegenden
önemli bir maden çalmaları gerekmektedir. Bu bölümlerde kameranın
önünde ‘lümpen proleterler’ yırtmak için çırpınırken, arka fonda
köle gibi çalıştırılan ve imparatorluk zulmü altında ezilen işçiler
de kendisine yer bulabiliyor.
KARİKATÜRE DÖNÜŞEN ‘İSYAN’
Kameranın arkasında Ron Howard gibi bir ismin oturuyor olması
filmin seyir zevkiyle ilgili garanti belgesi gibi. Karakterin
özellikleri de aksiyon, kaçma-kovalamaca sahnelerine uygun olunca
film bu açılardan vaatlerini yerine getiriyor. Bir de hayranları
için artık aileden birisi sayılan Solo- Chewbacca ikilisinin
geçmişine dair merak, belirli eşyaların işlevlerine dair
göndermeler de filmi yukarı taşıyan unsurlar arasında. Serinin
“İmparator”, “Jedi’nin Dönüşü” ve “Güç Uyanıyor” filmlerinde, video
oyunu uygulamalarında imzası bulunan Lawrence Kasdan’ın bu kez
yanına oğlu Jonathan’ı da alarak kaleme aldığı senaryonun aksadığı
yer bu karakterler değil, diğerleri.
Öncelikle ‘Rogue One’daki isyan duygusu ne kadar sahici ve
inandırıcıysa, buradaki de o kadar karikatür haline dönüşüyor.
Serinin seyircinin beğenisini kazanan ‘sempatik robot’ kontenjanına
eklenen yeni halkanın ismi L3-37. Bir kafesin içinde dövüşmeye
zorlanan robotlara bilinç aşılamaya çalıştığı sahne ile
tanıştığımız L3-37, bir an için seyirciyi içine alsa da, karakterin
aşırılığı, her şeye karşı ‘isyan’ hali bir süre sonra onu
karikatüre, hatta her şeye söylenen bir ergene dönüştürüyor.
Sıkıntı bununla da sınırlı değil. Emilia Clarke’ın canlandırdığı
Qi'ra da hem yeterince iyi çizilmiyor hem de bir süre sonra ikna
edici olmaktan uzaklaşıyor. Solo ile ayrılmak zorunda kaldıkları ve
tekrar karşılaştıkları zaman arasındaki boşluk, önceleri bir gizem
olarak kurulsa da hikâye bu gizemi fazla taşıyamıyor. Seyircinin
merak ettiğini Solo’nun neden merak etmediği bir yana, karakterin
dönüştüğü şeyi, eylemlerinin arkasındaki motivasyonu anlamakta
zorlanıyoruz. Benzer biçimde Woody Harrelson’ın hayat verdiği ve
bir anlamda Solo’ya yol gösteren Beckett’a dair çok az bilgi
alıyoruz. Neyi neden yaptığını, gücün karanlık ve aydınlık
tarafları arasında savruluşunun arkasında yatan nedenleri
anlayamadığımız için biraz ‘yaptık oldu’ kabilinden filmde
kendisine yer buluyor.
SORMADIĞIMIZ SORULAR…
Star Wars evreninin yaratıcısı George Lucas’ın filmin haklarını
Disney’e satmasının ardından ilan edilen hikâyedeki boşlukları da
dolduracak üç ayrı filmden ikisini, “Rogue One” ve “Han Solo”yu
görmüş olduk böylece. Bu ‘ara’ hikâyeler, sormadığımız sorulara
verilen cevaplar gibi daha çok. Bir tür altın yumurtlayan tavuğa
dönen serinin yeni yapımcıları “seyirciler henüz farkında değiller
ama bu cevapları merak ediyorlar” diye düşünmüş olmalı. Serinin
üçüncü ve dördüncü hikâyeleri arasındaki boşluğu da, Han Solo’nun
gençliğini de bilmesek çok bir şey kaybetmiş olmazdık bence. Ama
Star Wars evreninin genişleme kapasitesi ve yaratıcılarının
mahareti birleştiğinde bunun bir anlamı kalmıyor. Biz “Han Solo’nun
gençliğine dair bir hikâye ne zaman çekilecek” diye sormasak da
onlar cevabını veriyor. İşin tuhafı sormadığımız sorunun cevabını
beğenmesek de ikna edici buluyoruz! “Han Solo” da biraz öyle bir
yapım. Bir film olarak çok beğenmesek de, bu filmin çekileceğini
duyana kadar eksikliğini hissetmediğimiz bir ‘eksik parça’yı
tamamlıyor.
Star Wars evrenin büyüsü de buradan geliyor muhtemelen!

ORİJİNAL ADI: Solo: A Star Wars Story
YÖNETMEN: Ron Howard
OYUNCULAR: Alden Ehrenreich, Woody Harrelson,
Emilia Clarke, Donald Glover, Thandie Newton, Paul Bettany, Joonas
Suotamo
YAPIM: 2018 ABD
SÜRE: 135 dk.