Hanau ve yok etme sanrısı
Aşırı sağcı katiller, köktendinci katillerin argümanlarını ters yüz ederek kendilerine şiar yaptılar. Köktendinciler haçlı zihniyetinden ve Batı’nın kültürel sömürgeciliğinden dem vururken, radikal sağcılar İslam'ın Hıristiyan Avrupa'ya savaş ilan ettiğini söylüyorlar. Görüldüğü gibi ideolojiler farklı olsa da, yok etme sanrısı ve hıncı hep aynı kalır.
Josef Hasek Kılçıksız
Son birkaç ay içinde Almanya’da köktenci sağın üç tane saldırısı gerçekleşti. Bu eylemlerin failleri Almanlar, İslamcı şiddet eylemlerinde olduğu gibi göçmenler değil. Bu eylemler tarihin tekinsiz görüntülerini yeniden canlandırdı.
Radikal sağcı katiller öldürmeye başladıkları zaman Almanya, geçmişi bakımından, ayrıca endişelenmek zorunda. Gerçi o zamanlar terör devlet tarafından örgütlenmiş bir şeydi. Öyle olsa bile, kahverengi gömleklilerin, pogromların ve soykırımların anıları hem Almanya içinde hem de dışında kötü çağrışımlara vesile olmaktadır.
Terör Alman toplumu için soyut bir tehdit olmaktan çok artık dehşet uyandıran bir gerçeklik tablosudur. Hanau cinayetlerinden sonra, siyasilerin, trafikte siyasi şiddetten daha fazla insanın öldüğüne dair yatıştırıcı tavırları bir çok insana artık alaycı, ucuz ve sinik geliyor.
Terörizmle ilgili en sinsi olan şey, bir toplumun kalbini, kimliğini ve birliğini hedeflemesidir. Almanya, Berlin'deki Noel pazarına yapılan İslamcı saldırıdan sonra kendine bir türlü gelemedi. Aynı Almanya, Hanau cinayetlerinden sonra bir şey olmamış gibi, kayıtsızca normal yaşantısını sürdüremez.
Geçtiğimiz birkaç ayın eylem kalıpları birbirine çok benziyor. Aşırı sağcı bir radikal Kassel yakınlarında eyalet başkanını vurmuştu. Sonra bir başka aşırı sağcı, bir sinagoga saldırı düzenledi ve iki kişiyi öldürdü. Ve şimdi Hanau, kurban sayısı bakımından kanlı olayların doruk noktası. Anlaşıldığı kadarıyla köktenci biri, ırkçı saiklerle on kişiyi ve kendisini öldürdü.
Köktendincilerin yakından takibi konusunda epey yol alan Alman polis teşkilatı, aşırı sağcı terörün önlenmesi için yeterince hazırlıklı değildir.
Mesela polis 2018 yılında Köln'de, iki yıl önce Almanya'ya gelen bir Tunuslunun kimyasal bir bomba inşa ettiği bir daireye baskın yapıp saldırıyı önlemişti. İstihbarat teşkilatı bir Suriyeliyi Leipzig'de tutuklayarak planlanan korkunç bir saldırıyı daha önlemişti. Köktendinci terör eylemlerinin önlenmesi konusundaki liste epey uzundur.
Her ne kadar polis teşkilatı aşırı sağ eylemler konusunda uzman ekipler oluştursa da yakın bir gelecekte bu eylemleri önleyeceğine dair bir emare bulunmuyor. Neden mi? Çünkü son şiddet eylemlerinin anatomisi incelendiğinde, faillerin çoğunun sürüden kopuk “yalnız kurtlar” olduğu görülecektir. Genç nesil İslamcılar gibi, aşırı sağcı failler de çoğunlukla yalnız hareket ediyorlar. "Yalnız kurtlar" da her ne kadar arkalarında izler bıraksa da, bu izlerin Kaide gibi organize grupların bıraktıklarından önemli ölçüde daha az olduğu açıktır. Bu faillerin radikalleşmesi diğer hücrelerle bağlantılı olmadığı için sessiz sedasız gerçekleşen bir süreçtir.
Bu gözden ırak sessiz radikalleşme, Almanya'da 2016 yılında Berlin Noel pazarına yapılan saldırının faili Anis Amri ile deneyimlendi. Polis, çok daha önce yakından izlediği faili daha sonra gözden kaybetti.
Irkçı faşizan şiddetin sırtını yasladığı konjonktür Orta Doğu'daki çatışmalar ve kontrolsüz göçten hız almaktadır. Ancak aşırı sağcı şiddetin failleri mülteci değil, göçmen değil, ikinci nesil hiç değildir. Aşırı sağcı şiddetin failleri kutuplaşmış bir toplumun orta sınıfından gelmektedirler. Daha çok komplocu bir toplumsal tasavvura sahip olmaya yatkın orta sınıfın korkularını kaşıyarak sempati topluyorlar.
Savunma pozisyonlarına itilen Batı demokrasisi, Björn Höcke tarzında sağcı demagoglar ile Hanau, Halle veya Kassel’de olduğu gibi gibi sağcı terörizm arasında ayrım yapabilecek olgunluğa sahiptir. Demokrasi aynı feraseti, 1970'lerde olduğu gibi, sol terörizm ile siyasal hizip olarak aşırı solculuk arasında ayrım yaparak gösterdi.
Bu olgunluk sayesindedir ki, Kızıl Ordu terör örgütünün faillerini sosyal olarak tecrit etmeyi başardı. Ve aşırı sol terörizmi yok etmek için sosyal altyapının temellerini atabildi. Teröristler ve popülistler arasındaki ayrım ince ve zor bir ayrımdır. Belki de hukuk devletinin en büyük erdemi, propaganda amacıyla başkalarının bulanıklaştırdığı, terörizm ile siyasi akım olarak düşünsel aşırılık arasındaki sınırları tanımlamasındaki becerisidir.
Yani anlayacağınız, toplumsal spektrum içinde gri alanlar var. İşte sırf bu yüzden siyah beyaz resim bu ayrımı yapmada pek yardımcı olmuyor.
Bu ayrımın yapılabilmesi için her şeyden önce toplum, özgürlük ve güvenlik arasındaki dengenin nasıl olması gerektiğini açıkça tartışmak zorunda.
Fırtınalı 1970'lerden ve Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra tarihin sessiz ve sakin tarafında olduğuna inanılan Almanya, teröristlerin, ideolojilerine bakılmaksızın, eylemleri nedeniyle en ağır yaptırımlara çarpıtılması gerektiğini son eylemlerle bir kez daha öğrendi.
Faillerin en önemli eylem aracı internettir. İnternet teröristlere dünya çapında ağ kurma olanağı sundu. Burada her şeyden önce eylemlerini gerekçelendiriyorlar. Norveç’te, Yeni Zelanda’da veya Almanya'daki aşırı sağcı saldırılarda olduğu gibi, teröristler eylemlerini meşrulaştırmak ve stilizasyon için bu siber okyanus denen yerde (İnternette) epey zaman harcıyorlar. Hanau katili de, arkasında komplo teorileri, ırkçılık ve paranoya kokteylinden oluşan bir metnin yer aldığı bir video bıraktı.
Aşırı sağ terörizm İslamcı terörizmden farklı mıdır? Politik boyutu açısından tabii ki farklıdır.
Aşırı sağcı katiller, köktendinci katillerin argümanlarını ters yüz ederek kendilerine şiar yaptılar. Köktendinciler haçlı zihniyetinden ve Batı’nın kültürel sömürgeciliğinden dem vururken, radikal sağcılar İslam'ın Hıristiyan Avrupa'ya savaş ilan ettiğini söylüyorlar. Görüldüğü gibi ideolojiler farklı olsa da, yok etme sanrısı ve hıncı hep aynı kalır.