1988 yılında Ankara’ya geldiğimde şiir diye bildiğim, edebiyat derslerinde bize okutulanlardan ibaretti. Müfredat “zengin” değildi o yıllarda, “Merdiven”den “Han Duvarları”na uzanırdı ve okuduğumuz en etkileyici dizeler “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” olurdu. Araya sızan Orhan Veli Kanık şiiri bile derslerde neşeli dakikalar geçirmemizi engellerdi çünkü ondan seçilen, “Kitabe-i Seng-i Mezar”dı. Şüphesiz bir sürü kasvetli şiirin yanında içinde “nasır” geçen bir şiir ilgi çekiciydi ama o kadar. Neticede bir mezar taşını anlatıyordu. Yine de Süleyman Efendi’ye içten içe üzülmemizi engellemiyordu. Uzun uzun anlatmayayım, şunu söyleyeyim: Şiire yaklaşamadıysam, okutulanlar yüzünden.
Sonra gerçek şiirle tanıştım. Kendi kendime buldum yolumu. Şiirlerini okuduğum, vurulduğum ilk isim Cemal Süreya. Konur Sokak’taki Dost Kitabevi’nde gördüğüm kitabının adı bir şekilde ilgimi çekmişti: “Sevda Sözleri”. Elime aldım karıştırmaya başladım, sevdim, ilerledim. Oradan İkinci Yeni’ye geçtim, Garip’in bize anlatılandan öte olduğunu öğrendim ve heyecanlı her genç gibi yolum toplumcu şairlerle kesişti. Ahmed Arif’in yaşadığını, Karanfil Pasajı’nın girişindeki çantacıda oturan amca olduğunu, çantacının sahibinin “Sıyrılıp Gelen”den tanıdığımız Ahmet Telli olduğunu da o dönemde öğrendim ve çok heyecanlandım. Mülkiyeliler Birliği’ne dadanmam da o yıllardadır: Şairler orada otururdu ve ben masalarının kıyısına ilişir, onları seyrederdim. Bir vesileyle Ankara’da buluşan Ece Ayhan ve İlhan Berk’in, Ankaralı şair dostlarıyla oturduğu masayı unutmam mümkün değil. Gece boyu bir masal âlemini izler gibi izlemiştim… Tomris Uyar’ı o gece mi gördüm, yoksa başka bir masada mı bilmiyorum; ama gördüklerimi anlatmaya kalksam, yazının ucu kaçar. İyisi mi sadede geleyim…
Daha önce birkaç kere anlattım, yine anlatacağım: En sevdiğim şairlerden biri olan Metin Altıok’la “tanışma” hikâyem… Tırnak içinde kullandım çünkü yüz yüze tanışmadım. Korktum. Hayal kırıklığına uğramaktan değil, daha çok sevmekten. Şimdi hakkında anlatılanları dinliyorum, okuyorum… Haklıymışım.
Metin Altıok, 1993 yılında Sivas’ta yitirdiklerimizden. 2 Temmuz’da yaşanan olay sonrası direndi ama kurtulamadı. Bundan tam 24 yıl önce bugün, içimizde doldurulamaz bir boşluk bırakarak bu dünyayı terk etti. İyileşme umudunu içimizde taşırken bu haber bizi tarumar etmişti. Tam o günlerde Cumhuriyet’te yayımlanan bir ilan var. Kesip saklamışım. “Ailesi” imzasıyla yayımlanan o küçük ilanın başlığı çok net: “Öldürdüler”. Altında şunlar yazıyor: “Sıvas’ta, toplukıyımda ağır yaralanan eşim, babamız, şair, felsefeci ve deneme ustası Metin Altıok’u yitirdik. Değerinin gün geçtikçe daha iyi anlaşılacağını umuyoruz. Dostların başı sağ olsun.”
Metin Altıok, yaşarken değeri anlaşılan şairlerdendi. Hiç de küçük ve mutlu azınlık değildi üstelik onu anlayan. Çoktuk. Yine de kendimi herkesten ayırır, onu iyi tanıdığıma hükmeder, kimsenin benim kadar sevemeyeceğini düşünürdüm.
Bir Eylül gecesi bu hükmüm değişti. O gün, Metin Altıok’u en az benim kadar seven bir başka insan olduğunu öğrendim. “Tenha bir eylül bahçesinde / Bir bardak konyak, kitap ve kahve" dizesi gibiydi. Tenhayken kalabalıklaştığım, uzaktan açılmış ama yan yana içilmiş iki bira ve şarkılar eşliğinde konuşurken ne kadar aynı olduğumuzu fark ettiğim gecedir bu –ki sonrası yine bir Metin Altıok dizesine bağlanır: “Yıldızlı bir gece, ay da vardı” Sonra işte, “yüreğimde bir balık oynadı”.
O güne dek sorduğum soruyu Metin Altıok dillendirmişti: “sahi sen yaşadın mı; / var mıydın acaba? / yaşadık mı seninle / aynı zaman parçasında?” Cevabını artık biliyorum. Şu dizenin anlamlandığını da: “Seni kuşanıp çıkarım sokaklara.” Ankara’nın sokaklarında birbirimizi kuşanıp gezmemiştik o dönem belki ama belli ki birbirimize hazırlanmıştık. Metin Altıok, bizi birbirimize bağlayan en önemli insan.
Ankara’da o dönem edebiyat matineleri düzenlenirdi. abc Kitabevi, bu matinelerin ‘80’li yıllardaki merkeziydi. Şimdi yerinde tuhaf bir binanın yükseldiği Yeni Sahne’nin sol çaprazında, artık ayakkabıcı olan büyük bir “dükkan”dı. Alt katı kafe olarak işletilirdi ve çeşitli etkinliklere sahne olurdu. Cemal Süreya’yı gördüğüm yerdir abc. Acı bir tesadüf, ölümünün hemen ardından düzenlenen anma toplantısı da orada yapılmıştı. Sonra abc kapandı, matineler Sanat Kurumu’na taşındı. Adakale Sokak’ta, bahçe içindeki bu sevimli binada pek çok şairi dinleme şansına sahip olmuştum. İlerleyen dönemde açılan Sahne, edebiyat matinelerine yeni bir dinamizm getirdi –ki Metin Altıok’u dinlediğim yer orasıdır. Mülkiyeliler’de uzaktan duyduğum sesini yakınımda duyup heyecanlanmıştım. Bir kere daha sevmiştim onu orada… Kim bilir hangi şiirini okumuştu? Benim aklımda “Hançerin Sapı” kalmış. Dinlediğimden değil, dinlemek istediğimden belki de: “bekliyorum kaç zamandır; uykusuzum, sabırsızım. / başımı acıtıyor / geceleri yastığım. / dilim kurumuş / bir su yatağı, / katı sözcüklerle / dolu tozlu ağzım. // bakıyorum eski / fotoğraflara. / hafız burhan dinliyorum / taş plaklardan. / bir pencere çarpıyor / viran yüreğimde, / sıvalar dökülüyor / pervazından.”
Şiirin en sevdiğim yeri şurası: “senin ağzın tarçın kokardı, / benimki karanfil. / birbirine karışırdı / soluklarımız. / tek başınayız şimdi ikimiz. / bende karanfil, / sende tarçın kokusu / yapayalnız, kimsesiz. // ben seni yalansız / bahar gibi sevdim. / sevgi adınaydı / milis beraberliğimiz. / sabahtan akşama / günü tarar örerdik / ve kedileri / ikimiz de çok severdik.” Başıma geleceğini bilmezdim, bilemezdim. Bugünlerde buruksam, bundan. Birkaç gündür durup durup okuduğum dizeler şunlar: “Sık dişini, yılma sakın, vazgeçme bu umuttan / Elbet bir gün insanlar hasretle kenetlenir / Gör işte o zaman, devranını küskün dünyanın / Bilinmedik cemrelerle bak nasıl çiçeklenir" – Muhteber Cihaner’in de seslendirdiği “Zor Zamanda Gazel”den bu. “Hançerin Sapı”nı da Yasemin Göksu ve Hilmi Yarayıcı birlikte seslendirir.
Metin Altıok şiirleri şanslı: Çok şarkıda karşımıza çıktı. İlk rastladığımız, Sezen Aksu’nun seslendirdiği Onno Tunç bestesi “Kavaklar”. 1988'de karşımıza çıktı, 1993'te ağıta dönüştü.
Sonrası, Kumdan Kaleler albümünde karşımıza çıkan Kerem Doğrar bestesi “Evde Yoklar”. Metin Altıok şiirlerinden yapılmış şarkıları bir araya getiren albüm, “Anka / Metin Altıok Şarkıları”. Gündoğarken’den Ogün Sanlısoy’a, Selim Tarım’dan Candan Erçetin’e pek çok sanatçı ve topluluğun elinden çıkmış 27 şarkı var albümde. Bir de Metin Altıok: Albümün açılışında “Kor Düşseydi”yi okuyor. Bu şiirlere, Ataol Behramoğlu’nun Sıvas’tan sonra yazdığı ağıttan Zülfü Livaneli’nin yaptığı “Yangın Yeri”ni de ekleyeyim, yazının müzik kısmını kapatayım.
Şu dizesini unutmam mümkün değil: "kapıda sen ve tekir kedi; / sabah kederle çıkarken evden, / bugünden öptüm yarın için seni." Şunu da: “neden kedi seven bir insan olduğumu biliyorum da kedisiz ve sevgisiz getiriyorum yaşadığım günlerin yaprak döken sonunu?” Bir dönem motto olarak kullanmıştım bu cümleyi. Kedi almama sebeptir. Aklımda dönen duran son dizeler, doğum günü olan 14 Mart’ta bana hediye edilen: "Yürürdük uzatarak açtığımız kanalı, / İki kar güvesi gibi sokaklarda seninle…" Ankara sokaklarını anlatır bu.
Çok söyledim, çok yazdım, bir kere daha tekrarlayayım: Tanımadan özlediğim şair, Metin Altıok. Şair dediysem, hası. Bana "şiir"in ne olduğunu öğretenlerden. Yeri hep ayrı.
Son olarak, kendime dair bir şey ekleyeyim yazıya…. Metin Altıok’un kaybından sonra, aklıma düşen dizeleri şunlar: “alıştır kendini her şey biter ve gömülür; ve nice yazlardan sonra kuğu da ölür.” Çabam, kuğunun ölmemesi için. Çok severken kanadını kırdığım doğru. Metin Altıok’un acısı içimde bu denli tazeyken yeni bir acıya hazırlıklı değilim.