Handmade robot

Faydacı ve üretimci bir bakış açısıyla kitaplarda hazır olarak bize sunulan tarih bilgisini kim ne yapsın ki? Öpüp başımıza koyacak olsak savaş hikayeleriyle o kadar dolu ki. Üstelik yanlı ve yalancı.

Abone ol

El ve kol gücüyle üretim yapmaya alışmış olan insanlık, bildiğimiz yazılı tarihe göre 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’daki Sanayi Devrimi ile artık yeni bir yön kazanmış oldu. Buharlı makineler, endüstri çağının, fabrika üretiminin lokomotifini ateşledi. Artık adım adım daha çok şey fabrikalarda üretiliyor ve insanlar makineleri kullanarak üretime yön veriyordu. Öncesinde bizzat var eden eller, artık mekanik aletleri kullanarak insanların ihtiyaçlarını karşılıyordu. İnsanlığın zirve noktası olarak görülecek bir çağa girilmişti artık ve bu çağın başlangıç noktasında pek çok ülke bunun kavgasını veriyordu. Üretimde daha çok rol almak, bunları satmak ve zenginleşmek.

Emek çarkını çeviren enerjiyi bulmak için de askeri güçlerini konuşturuyorlardı. Demirinden kömürüne ne kadar enerji kaynağı varsa mühimdi ve insanlık yerin altındaki bu elementleri canavar gücüne dönüştürmek ve daha da daha da yükselmek istiyordu. Elbette insanlığın bitmeyen ateşinin sadece dönemsel bir uzantısıydı bu. Gelgelim bu dönem öyle önemliydi ki ona ’’revolution’’ yani devrim adı verilmişti. Bu ad aynı zamanda astronomide dönen cisimler için de kullanılıyordu. Dünya dönüyor ve insanlık da yerinde saymıyor, revolution’unu gerçekleştiriyordu. Bu uğurda her şey mübahtı. Bu dönem öncesinde ve sonrasında da görülebileceği üzere İlerlemek ve daha fazla ilerlemek gerekiyordu. Zira basit tekerleklerden artık hızlıca dönen ve uzaklara çok daha uzaklara rahatlıkla gidebilen tekerlekler vardı. Ve işin aslı bu ilerleme hikayesi daha çok Avrupalıları kapsıyordu. Onların ilerleme hikayesi artık herkesin serüveni olmuştu. Çünkü ilerlerken daha fazla iş gücü, malları satma isteği, yeni arazilerde madenler keşfetme arzusu ve daha nice etmenle dünyanın diğer kalanını da peşlerinde sürüklüyor yahut da heba ediyorlardı. Sonra bu ilerleme ve üretimdeki artış Doğu ülkelerine de sıçramaya başladı. Dünya savaşlarından sonra artık Doğuda da güçlü ülkeler belirmişti. Atom bombasının küllerinden doğan Japonya bunlardan biriydi. Diğerlerinde de değişim ve endüstri rüzgarları çoktan esmeye başlamıştı.

Tüm bunlar elbette yeterince tuhaf şeylerdi. İnsanlık gücünü keşfeden bir kısrak gibiydi ve ayaklanıp dörtnala koşarken ayaklarının altında neyi ezdiğini çok da umursamıyordu. Sonuçta ilerleme ve dönüşüm vardı. Mumlu, gazlı, don yağlı karanlık çağların bitmesi ve pırıl pırıl elektrikle aydınlanmanın aydınlığı vardı. Vardı da vardı. Tarihçiler de sanki sanayi dönemi öncesinde insanlar uyumuş da hiçbir şey yapmamış gibi bu dönemi ballandıra ballandıra anlatıyordu. Mühim olan makineler, cihazlar, trenler, madenler, arabalar idi. Öncesinde insanlık sadece savaşmış, toprak kavgasına kelle uçurmuş diye anlatıyorlardı okullarda. Barbar savaş kahramanları pek meşhurdu tarih kitaplarında.

TARİH ANLATILDIĞI VE ARAŞTIRILABİLDİĞİ KADAR MIDIR?

Bilim, atalarımızın travmalarının, içgüdülerinin bilgisinin hücrelerimizde ve derinlerimizde saklı olduğunu söylüyor. Yani bugün tiksindiğimiz bir hamam böceğinin geçmişten çok uzaklardan bugünümüze bir sinyal olduğu ve bu sinyalin biraz da bizi korumak için olduğu gibi. Ya da eskiler, zehirli bir bitkiden öldüler ve bugün o bitkiye karşı toplu olarak refleksif uzaklaşma dürtüsü gösteriyoruz. Zehirli olduğu bilgisiyle değil, içgüdüsel olarak yapıyoruz…

Yani meselenin özünde tarihe biraz da duyguların, ruhun, içgüdülerin ya da reflekslerin açısından bakmak gerekir. Faydacı ve üretimci bir bakış açısıyla kitaplarda hazır olarak bize sunulan tarih bilgisini kim ne yapsın ki? Öpüp başımıza koyacak olsak savaş hikayeleriyle o kadar dolu ki bu tarih denilen şey,  sevimsizliğinden onu bırakıp kaçarız. Üstelik yanlı ve yalancı bir geçmiş…

Tarihi okurken kendi insani yanımıza rast gelemiyoruz. Sanki Zeus ve ahalisinin gökyüzünde dönen hikayeleri. Zeus mitolojisi bile daha iyi. Tanrılar arası olaylar doğrusu bazen heyecanlı ve sürükleyici oluyor.

Pratik ve pragmatist tarih bakış açısı sadece bundan ibaret değil. Bu bakış açısıyla şekillenen bugünler yaşıyoruz. Tamamen ilerlemeci, savaşçı ve soğuk insanlık öyküsü halen devam ediyor ve bizler yaşamımızı bu gelenekte yaşıyoruz. Bunun en göze çarpanı yapay zeka (artificial intelligence). Nereden nereye diyeceğimiz insanlık, bugün en akıl almaz ve gerçek dışı gibi gözüken serüvenine imza atıyor. Bugün için büyük gelecek için büyük bir faz olarak görülse de aslında her daim küçülecek, muhteşemliği unutulacak bir adımdır. Geleceğe çıkıldıkça etkisi küçülen her adımın üstüne büyük olarak kabul edilen başka adımlar atılmıştır. Ve elbette ki insanlık, tekerleğin icadına olağanüstüymüşçesine hayret ve merakla bakabilmelidir hala. Kömür gücüyle muazzam bir şekilde güç üreten makinelere hayran kalmaya devam etmelidir. Sanki adım adım ileriye yükseliyormuşuz fikri tamamen bir illüzyondur. Dikey ilerleme modeli insanlığı soğuk ve katı yapar. Tarih kitaplarında şaşaalı ancak insan zihinlerinde katı ve negatif etki yaratır. Muhteşem sanayi devrimi dönemini tüm dünya halkalarına sorsak ne cevap verirler? Yatay tarih bakış açısıyla ilerleme; yükselme ve parlak dönemler şeklinde değil, insanların realistik, mistik, kültürel, sosyolojik (ve daha nicesi) faydasına göre olabilir ancak.

Sanayi ürünleri ucuzlaştıktan sonra "handmade-el yapımı" diye bir kavram çıkıverdi. El yapımı olan daha pahalı, kaliteli ve sağlıklıydı. E peki biz sanayi devrimi ile çağ atlatmamış mıydık, en ışıklı çağımız değil miydi? Dikey ilerleme bakış açısı insanı, hüneri yok saymıştı çoktan. El yapımı ürünlerin de kim bilir yüzde kaçı el yapımı?

AI yani yapay zeka yaygınlaştıktan sonra şirketlerin el yapımı- insan yapımı hizmetleri daha pahalıya sunmayacağını kim söyleyebilir? ‘’Şirketimizde yüzde yüz gerçek insanlar çalışmaktadır!’’ tabelalarını göreceğiz belki de. İnsanlar yapay zekanın yaygınlaşmasından sonra neyin eksik kaldığını elbette fark edecekler. Tamamen sezgisel ve içgüdüsel bir varlık olan insan, ilkel atalarının kafa lambası ışığında ilerlerken hangi elementin eksik olduğunu fark edip daha iyisini aramayacak mı tekrar? O zaman buna ‘ilerleme’ adı verilemez, ‘revolution’ hiç denemez. Dense dense ancak ‘eksik ilerleme ‘ denir, ‘’tökezleyerek ilerlemeye çalışma’’ denir.

Hep üstüne koyarak ilerleme ancak piramit inşa ederken olur. İnsanlık tarihi öyle Singapur gökdeleni değil ki! İnsanın ilerlemesi ancak hep birlikte olur. Tüm elementlerin, tüm insanlığa dair iyileştirici, elzem veya lüks olsa dahi gereken her şeyin katılmasıyla mümkün olur. Handmade şeylerin, işçilik ücretlerinin, el emeğinin çok kıymetli olduğunu fark etmek gibi yapay zekaya hurra hücum atlamak yerine önce bunun ne olduğunu ve sonuçlarını düşünmek gerekir.

İnsanlık uzun bir yoldan geldi ve yorgun, artık yükünü başkaları yüklensin istiyor ve cevabı robotlarda arıyor. Robotlar,  çalışkan ve güçlü. Yeni olan her şeyde olduğu gibi bu da cazip ve keşfedilesi duruyor.

WALL-E filminde kaptan robotla baş edememişti, çünkü gemiyi komuta eden robot yazılımlara göre çalışıyordu ve onunla asla baş edilemezdi. Kaptan, onu güç bela diskalifiye edip uzay gemisini dünyaya indirebilmişti.

Yine de olumsuz bir tablo çizmek istemiyor ve insanlıkla uyumlu ve real human-made hizmetlerin daha pahalıya satılmayacağı yahut zıvanadan çıkmış robotların olmayacağı uyumlu bir gelecek diliyorum hepimize.