Michael Haneke’nin “Mutlu Son”unun ortalarında bir sahne var. Eve ve babası Thomas plajda takılıyorlar. Derken babasına bir telefon geliyor. Görüşmenin ardından Eve, bir süredir üvey annesini aldattığından şüphelendiği babasına karısını terk edip etmeyeceğini, kendisinin durumunun ne olacağını soruyor. Bu o vakte kadar hazırlanan seyircinin de merak ettiği bir cevap. Thomas, eşini kastederek “Sana Anais ile nasıl tanıştığımızı anlatmış mıydım?” diyerek giriyor söze ve ikili yürümeye başlıyor. Kamera da bir süre onların ardından takip ettikten sonra duruyor, karakterler uzaklaşırken ses de kaybolmaya başlıyor. Tam bir Haneke hınzırlığı. Seyirciyi hikayeye hazırlayıp, ortada bırakıyor. Hikayenin devamını dinlemesine izin vermiyor. Çünkü bu sorunun cevabının seyirci için bir önemi yok. Eve için var. Eve hikayeyi dinlerken, biz onlara uzaktan bakıyoruz.
Avrupa’daki aristokrat/burjuva ailelerine bakışı ve sert eleştirileriyle bilinen sinemanın yaşayan en büyük ustalarından Michael Haneke yine bildiği sularda. Bu yıl Cannes’da ana yarışmada olan film, Fransa’nın kuzeyindeki Calais şehrinde geçiyor. Haneke’nin hikayesinin odağında inşaat işiyle uğraştığını anladığımız Laurent ailesi var.
ÖLÜME KARŞI KAYITSIZLIK
Film, daha sonradan Eve tarafından kaydedildiğini anladığımız cep telefonu görüntüleriyle açılıyor. Ekranda, annesine karşı pek de iyi duygular beslemediğini fark etmemizi sağlayacak yazılar beliriyor. Bir süre sonra annenin ‘yanlış’ ilaç kullanımı nedeniyle hastaneye kaldırıldığını, sonrada öldüğünü öğreneceğiz. Bu ölümden Eve’in ne kadar sorumlu olduğu ortada kalıyor. Haneke burada da seyirciyi terse yatırıyor. Ölümün nedeniyle ilgilenmiyor ve seyircinin merakını orta yerde bırakıyor. Onun ilgilendiği tıpkı “Benny’nin Videosu” filmindeki gibi çocuk gaddarlığı. Eve’nin bu ölümden hiç etkilenmemesi, yalnızca kendini düşünmesi… Tıpkı aile şirketinin inşaatında gerçekleşen kaza sonucu bir işçinin ölümünün ailede hiçbir moral sıkıntı yaratmaması gibi. Ölümlere karşı bu kayıtsızlık hali, artık bunama aşamasına gelmiş ailenin büyüğü Georges için de geçerli. Anlattığı bir hikaye ile doğrudan yönetmenin “Aşk” filmine de gönderme yapan Georges (Jean-Louis Trintignant Aşk’ın da başrolündeydi) ölmeyi arzuluyor ama ölemiyor. Amacını gerçekleştirmek için bulabileceği en iyi müttefikin Eve olması son derece anlaşılır bu durumda.
ESKİ FİLMER ARASINDA
Michael Haneke, bu filmde bir anlamda kendi sinemasına saygı duruşunda bulunuyor. Yukarıda anılan iki filmi dışında “Saklı”, “Bilinmeyen Kod” ve “Yedinci Kıta”ya da açık/ örtük göndermelerle dolu bir film “Mutlu Son”. Burjuva umursamazlığı, ruhsuzluğu, bencilliği üzerine bir film var karşımızda. Haneke’nin alametifarikası olduğu üzere karakterlerin ortada birbiriyle ilgili bir aile varmış gibi davranıp aslında herkesin kendi bencil hayatını öncelediği bir hikaye bu. Anne’nin oğlunu şirket için yetiştiriyormuş gibi yapıp iktidarını güçlendirmesi, Thomas’ın karısına karşı ikiyüzlü halleri, Eve’in bencilliği, Georges’in kudretini kaybetmeye dayanamadığı için kendini öldürme çabaları akıp giderken ekrandan, ailenin fertleri başkasının dertleri için ‘miş’ gibi yapıyor sadece. Anne’nin oğlu Pierre’in bütün bu sahteliklere karşı isyanını, göçmenleri hikayenin içine dâhil etme çabasını ise şımarıklık olarak geçiyoruz kayıtlara.
“Mutlu Son”, yönetmenin tek bir konuya odaklandığı filmleri kadar güçlü bir yapım değil. Ama bütün bunları bir araya getirdiği için ‘çıkan kısmın özeti’ olarak da tanımlayabiliriz. Bugüne kadar anlattıklarını tek bir potada eritmeye çalışan, kendine özgü mizahıyla seyircinin ilgisini toplamayı başaran bir Haneke filmi işte. Nerde olsa izlenir!
ORİJİNAL ADI: Hapy End
YÖNETMEN: Michael Haneke
OYUNCULAR: Isabelle Huppert, Jean-Louis Trintignant, Mathieu Kassovitz, Fantine Harduin, Franz Rogowski, Laura Verlinden, Toby Jones
YAPIM: 2017 Fransa, Avusturya, Almanya
SÜRE: 108 dk.