Aktaracağım olayların ayrıntısına açık haber kaynakları üzerinden erişebilirsiniz. Yoğun emek, uzun çalışma saatleri ve hatta belki hayati tehlike göze alınarak hazırlanmış haberler üzerinden “oturma odası gazeteciliği” yapmak değil amacım. Siyasal yorum, politik düşünmeyi tahrik etmek istiyorum. Dışarı bakıp, içeride bizlere sürekli anlatıldığı gibi biricik ve yalnızca kendimize özgü olmadığımızı. Meksika’dan, Malezya’dan ve Fransa’dan örnekler vermeye çalışacağım. Sözü de “sen kimsin?” veya “biz kimiz?” sorularına getireceğim.
Filmlerden, uluslararası kanalların ana haber bültenlerinden biliyoruz. Meksika’dan ABD’ye narkotik kaçakçılığı yapan kartellerin kendi aralarındaki acımasız mücadelesi neredeyse iç savaş boyutlarında ve devleti yetersiz kılacak ölçekte bir ekonomik hacme çoktan ulaşmış durumda. Bu haliyle Meksika yine de dünyanın en fazla ihracat yapan on ülkesi arasında ve en büyük ihracat kalemleri arasında petrol yok.
İnsani kalkınma endeksinde (İKE) ise, Meksika ile aşağı yukarı aynı hacimde petrol ihraç eden Norveç en tepede. En fazla ihracat yapan on ülke arasında Norveç, Meksika ise İKE’de tepe otuz ülke arasında yok. Koskoca Çin 1.5 milyara varan nüfusuyla ihracatta 1990’ların ortasından bu yana girdiği sıralamada tepede. Çin’in son yıllarda adeta üzerine “yıkıldığı” Hong Kong adası da topu topu 7.5 milyonluk nüfusuyla en fazla ihracat yapan on ülke arasında. Buna karşılık, İKE’de Çin en yukarıdaki otuz ülke arasında yer alamazken, Hong Kong İKE’de de ilk beşte. Hong Kong’un Çin’in hegemonik gücüne, akılcı bir gerilla direnişi gösterdiğini eklemeye sanırım gerek yok.
Meksika ile ABD ilgili güvenlik makamları arasında yasadışı narkotik ticaretini engellemeye yönelik işbirliği var. Geçtiğimiz günlerde önce 2012-2018 yılları arasında savunma bakanlığı yapmış general Salvador Cienfuegos Los Angeles havaalanına varışında tutuklandı. Daha önceki dönemin ABD’deki FBI’a denk gelen federal polis şefi Genaro Garcia Luna da rüşvet iddiasıyla Dallas’ta tutuklanmıştı. Cienfuegos’a yönelik iddialar, doğrudan çalıştığı devlet başkanı dışında kimseye hesap vermeyen, ülke içinde etkin “mücadele” için sürekli daha fazla yetki, daha fazla yargı bağışıklığı, daha fazla kaynak talep eden adıgeçen tepe güvenlik bürokratının aslında en tepe “baba”, “El Padrino” olduğuna dair.
Malezya’nın ulusal varlık fonu 1MBD Fund, en muteber yatırım bankalarından anlı şanlı Goldman Sachs ile anlaşıyor. Bugün o dönemin Malezya Başbakanı Necip Rezzak hapiste. Davayı yürüten yine El Padrino öyküsünde olduğu gibi ABD’li savcılar, bu defa ABD Adalet Bakanlığı’nın kleptokrasi dairesi. Goldman Sachs, davanın açıldığı ABD’deki mahkemeyle uzlaşma yoluna gidiyor. Tazminat, ceza ödemeye razı olduğu toplam meblağ beş milyar doları aşıyor. Piyasalardan derlenen fonların, Rezzak ve çevresindeki oligarklarca cebellezi edildiğini, fonların Malezya halkına değil, sözkonusu uyanıkların yatlar, katlar, resimler satın almalarına aktarıldığını bildiği halde, zıkkımlanmaya devam etmiş Goldman Sachs.
Fransa’da* lise tarih öğretmeni Samuel Paty, dersinde öğrencilerine ifade özgürlüğü konusunu anlatırken Charlie Hebdo’nun Hz.Muhammet karikatürlerini gösteriyor. Öğrenciden ebeveyne, ebeveynden camiye ve İslamcı derneklere, oradan Çeçen katil tutulmasına derken, Paty kafası kesilerek öldürülüyor. Karikatür çizmekle, kafa kesmek. İfade, ibadet, inanç özgürlüğü ve laik cumhuriyet yurttaşı dindar bir Müslüman bireyin başat ödevinin kurallara uymak mı, o devleti dönüştürmek hatta yıkmak mı olduğu sorusu.
Berlin’deki Mevlana Camisi’ne yine cebellezi suçlamasından ötürü yapılan polis baskınına “ırkçılar camiye ayakkabılarıyla girdiler” tepkisi. Kafası kesilen (Kubilay vakasını anımsatanlar çok oldu) öğretmen, katliama uğrayan mizah dergisi çizerleri ve islamofobiyle suçlanan Macron. “Sen kimsin” diye propaganda videosu hazırlayıp, kimliği Arabistan çöllerinde deve üzerinde gezen bedevilerden başlatmak. En büyük hayalinin Azerbaycan ile Türkiye’yi “tek devlet” olarak görmek olduğunu açıklayan eski Genelkurmay Başkanı.
Peyzaj düzenlemesinden ibaret olan, statik hesabına, işleve dokunmayan tümü sıradan Taksim, Salacak, Bakırköy meydanı projeleri. Suya sabuna dokunmayan, gençlere politik olmayı, muhatap ve taraf olmayı değil, kafası önünde çalışkan uslu çocuklar olmayı ve siyaseti ağabeylerine bırakmayı öğütler izlenimi veren SODEV “sen kimsin” yanıt videosu. Önce özgür birey ve anayasal yurttaş olmayı, cumhuriyeti yeniden inşa etmeyi “o sonraki iş” diye geçiştiren, kulakları “öyle mi alay komutanı?” sorusuna tıkalı, gözleri beş yıl sonra usulen başlayan Tahir Elçi davası hukuk rezaletine kapalı, havaya bakıp ıslık çalan muhalefet.
Nasıl bir dünyada, nasıl bir Türkiye? Irak’ın ABD işgalinden veya Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesinden başlatılabilir bir tarihçe. Trump’ın başkanlığında bölgeye ve ittifaklarına ardını dönen bir ABD ama aynı zamanda Soğuk Savaş sonrası Avrupa’yla ilgilenmesi gerekmeyen, Ortadoğu’ya petrol bağımlılığı kalmamış ve ilgisi de İsrail ve İran’la kısıtlı, ilgisini zoraki Pasifik’e, Çin’e, Avustralya, Hindistan, Japonya gibi ülkelerle derinleştirmeye yöneltmiş bir ABD. Yani kutupsuz ve kuralsız dünya, hegemonsuz Ortadoğu, daralan Akdeniz havzası geçici değil kalıcı durumlar.
Pandeminin hızlandırıp, öne çektiği küresel ekonomik dönüşüm de öyle. Gerek ekonomik, gerek politik bakımlardan sanki yerkürenin ekseni hafif kaymış da, kutuplardaki buzul kütlelerinin yer değiştirmesi yeni bir çağın kapısını aralamış gibi. Bunun anlamı özellikle bölgemiz için, istikrarsızlık, daha fazla çatışma ve yeni yoksullar, yeni varsıllar demek. AKP döneminin sancak gemisi THY’nin 2020 ilk yarısı için açıkladığı borç 4.3 milyar TL, son beş yıllık borcu 128.5 milyar TL, döviz açığı ise 9.2 milyar ABD Doları. Ne demişti Ağar zamanında bir başka bağlamda: “Bir tuğla çekersem bütün duvar yıkılır.”
Komşumuz Irak petrol denizi üzerinde yüzer, 2003’ten beri müzmin elektrik sıkıntısı çeker. O gün, bu gün, sayısız Elektrik Bakanı zimmetlerine geçirdikleri milyarlarla ABD ve Avrupa’da keyif çatıyor. Daha yeni IŞİD sonrası dönemde Musul’u ayağı kaldırsın diye kaynak aktarılan vali yine cebelleziden tutuklandı. Lübnan’da halk sokaklara çıktı, liman patladı, Beyrut yıkıldı, Fransa ve ABD ültimatomlar verdi, dış yardım ev temizliğine bağlandı. Ne oldu, bir yıl önce giden Hariri geri döndü. Cezayir’de de halk sokaklara döküldü, kaç Cuma dayandı, cumhurbaşkanı ve çevresi, oligarklar gitti, silahlı kuvvetler ve istihbarat teşkilatı komuta kademeleri yenilendi, hamam aynı, tellâk farklı, karadüzen berdevam.
Suriye bildiğiniz gibi. İran da öyle. En son bisiklete binme yasağını (!) protesto ederek bisiklete binen (!) bir kadın tutuklandı. Bu kadarı dahi yeter. Bakınız Erdoğan’ı 2023 de kesmiyor artık, 2053 “şantiyesinden”, yapısal reformlardan söz ediyor açıkça. Ceylanpınar’da başlayıp Reina’da biten; Yenikapı’da yuhalanmakla başlayıp, Çubuk’ta linç girişimine uğramakla devam eden; Kamu İhale Yasası’nı defalarca değiştirmekle başlayıp, artık kamu projelerine yapılan harcamaların gizleneceği bütçelerle devam eden; Barış Akademisyenleri’nin ihracı, Demirtaş, Kavala, Elçi, Dink, Mızraklı sayılamayacak denli çok sayıda davayla, operasyonla perçinlenen hukuksuz, yoksul, baskıcı, sıradan bir ülke. Bu mudur muhalefetin de yüzüncü yılında cumhuriyet ülküsü?
Tekrar soralım: Hangi dünyada, ne uğruna, hangi Türkiye? Vardığım bir yargıyı paylaşmıyorum, siz değerli okurlara soruyorum.
*Macron’un laik cumhuriyet çıkışı üzerine Gazete Duvar’da yazdım; ; ArtıTV’de Fransa’da yaşayan konuklarım gazeteci Jalal Haddad ve akademisyen Oğul Tuna’yla sohbet ettim.